Fatih Erdoğan
Patlayan Bomba Değil!
Başkentimizin göbeğinde, iki bomba patladı. Patlayan bombalar yüze yakın can aldı. Yüze yakın ocağa ateş düştü. Ocakların bazıları babasız, bazıları anasız, bazıları evlatsız kaldı.
Bence patlayan bombalar değildi. Patlayan AKP'nin güdümünde kurulan seçim hükümetinin ta kendisiydi.
Patlayan, bir türlü rüştünü ispat edemeyen ve bu ülkenin başbakan’ı olduğunu hala idrak edemeyen kişiydi.
Patlayan, kendini hala Aksaray emniyet müdürü zanneden hâlbuki içişleri bakanlığı görevine getirilen zat-ı muhteremdi.
Patlayan, 13 yıl boyunca bu canım ülkeyi devlet yönetme ciddiyetinden uzak, ticari şirketmiş gibi yöneten zihniyetin kendisiydi.
Patlayan, öngörüsü hiçbir zaman gerçekleşmeyen, yanılgının sonunda; “eyvah yine kandırılmışız” diye ağlayıp sızlayan beceriksizler ordusuydu.
Geride bıraktığımız yüzyıl içerisinde en büyük terör olayıyla sarsıldık. Yüze yakın canımız şehit oldu. Üç beceriksiz kişi basının huzuruna çıktı süklüm püklüm; “bizim hiçbir suçumuz yok, güvenlik zafiyeti de yok” diyerek günah çıkartmaya çalıştılar, olmadı.
Yüze yakın can kaybının hüznünü yaşayan bir gazeteci huzurlarına çıkan üçlüden birisine sordu; ‘İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?’Sorunun muhatabının yanında oturanı ‘ülkede olağanüstü bir durum mu var ki arkadaşımın istifası isteniyor?’ der gibi sırıtmaya başladı. Bence insanları öldüren bomba değildi. Heba olan yüze yakın cana rağmen gülebilen bu adamdı.
Patlayan bombalar bizden yüz canımızı aldı götürdü. Yüz ocağa ateşler düşürdü. Acımız elbette büyük. Ama bizleri asıl kahreden tüm çıplaklığıyla kimler tarafında idare edildiğimizi görmüş olmamızdandır. Yanlışım varsa lütfen affedin.
İstiklal Mücadelemiz Hiç Bitmeyecek
Belli ki milli mücadelemiz hiç bitmeyecek. Sömürgeci güçler elini güzel ülkemizden hiç çekmeyecek. Bu yüzden milli mücadelemizin felsefesini ve milli şairimiz Mehmet Akif’i hiç unutmamalıyız. Sevgili gençler, milli mücadelemizin dayandığı iki ana şiar vardır; birincisi, hâkimiyeti milliye ( milli egemenlik) ikincisi ise istiklal-i tam (tam bağımsızlık.) Bu iki şiar, Milli mücadelemizin ‘ya İstiklal ya ölüm’ parolasıyla ifade edilen sembol hedefini oluşturur.
Bugün olduğu gibi o günde içinden şehit çıkmayan hiç bir evin kalmadığı bir ortamda, istilacı güçlere karşı direnmek için maddi, manevi tüm dayanakların tükendiği bir zamanda ortaya Mehmet Akif çıkar. Akif, her konuda ümidini yitirmiş, çaresiz kalmış Ümmet-i Muhammed’e; ‘Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’ diyerek ümit vermiş, il il dolaşarak Konya’dan Kastamonu Nasrullah Camiine, oradan Diyarbakır’ın Cami-i Kebirine ulaşmış, Türk Milletine milli mücadele ruhunu aşılamıştır.
Türk Milletini yeise düşürenler Akif’in öfkesinin muhatabı olmaktan kurtulamazlar. Çalanlar, soyanlar, vatanına ve milletine ihanet edenler, adamsendeciler Akif tarafından yerden yere vurulurlar. Toplumumuza yönelen dış tehditler söz konusu olduğunda Akif, sahip olduğumuz erdemleri öne çıkarır ve onları harekete geçirmeye çalışır. Akif, zekâsı, sezişi ve imanıyla kördüğüm olmuş birçok meseleyi aydınlığa kavuşturacak bir vicdandır. ‘Her namuslu insanın yol arkadaşı ve milli mücadelemizin gönüllere hitap eden başkomutanıdır.’ Akif’i dertlendiren hüzün, millilikten uzak, halktan kopuk, sırça köşkünde/sarayında hayal âleminde yaşayan idarecilerin hırsları ve ihtiraslarıdır. Bu sebeple Mehmet Akif’in yürek yangınlarından yükselen feryatlarını bugün de yüreğimizde hissetmeli ve kulak vermeliyiz diye düşünüyorum. Akif’in o eşsiz eserini, Safahat’ını yeniden satır satır okumalıyız diye düşünüyorum. Türk’ün Türk’ten başka dostunun olmadığını yeniden hatırlamamız gerek diye düşünüyorum. Ve yazıma Akif’in seslenişiyle son vermek istiyorum:
Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim…
İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!