İhtiyacı Olanlara ‘Kıssadan Hisse’

Eski günlerde insanların ara ara nefislerini hesaba çektiklerini, elde ettikleri mevki/makam ve mal/mülklerini sorguladıklarını hepimiz biliriz. Gönülleri Allah sevgisiyle dolu, Hak’tan korkan ve halktan utanan o insanlar (ecdad) hak etmeden elde edecekleri mevki/makamların ve mal/mülklerin kendilerine hayır getirmeyeceğini, elde ettikleri bu haksız kazanımların acısının kendilerinden çıkmazsa gelecekteki yedi göbek torunlarından çıkacağını bilirler ve bu tür çarpık ilişkilerden uzak dururlardı.

Şimdilerde bu işlerin böyle yürüdüğünü söylemek en hafif tabiriyle safdillik olacaktır. Herhangi bir mevki/makam için birilerine teklif götürülse ; ‘benden daha iyisini bulmanız zor’ cevabı alınmakta, herkes kendini her makama uygun ve layık görmektedir. Bu yüzden her şeyimizin ziyadesiyle bulunmasına rağmen Millet olarak özlemini duyduğumuz hayır/bereket ve huzura ne yazık ki bir türlü kavuşulamamaktadır. Kavakla kabağı ayırt edemeyen günümüz iktidarı sayesinde kendini ‘kavak ağacıyla bir gören kabakların sayısı’ hızla artmaktadır.

Kavak ağacıyla kabağın hikâyesini mutlaka duymuşsunuzdur. Hikâye bu ya mekânını ve zamanını bilmediğimiz bir yerde ulu bir kavak ağacı yaşarmış. Bir gün bu ulu kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe kabak filizi kavak ağacının gövdesine sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya ulaşmış. Çok kısa bir sürede bu kadar büyümenin verdiği sarhoşluk ve alaycı bir edayla sormuş kavağa:

—Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

—Yirmi yılda, demiş kavak.

—Yirmi yılda mı? Diye gülmüş arsız kabak!

—Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

—Doğru, demiş kavak. Doğru söylersin ama birde sonunu görmek lazım!

Günler hızla tükenmeye başlamış. Yaz bitmiş ve sonbaharın ilk rüzgârları esmeye başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını dökmeye, soğuklar arttıkça da tutunduğu kavak ağacının gövdesinden aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:

—Neler oluyor bana ağaç?

—Ölüyorsun, demiş kavak.

—Niçin?

—Benim yirmi yılda geldiğim yere, iki ayda Geldiğin için…

ZAHMET VE RAHMET

Zamanın birinde bir kral bir yol yaptırmaya karar verdi. Yapımı tamamlanan yol için halka açılmadan önce de bir yarışma düzenlendi; yarışmaya göre; yoldan en güzel geçen kişi seçilecek ve kazanan bir ödülün sahibi olacaktı.

Halk yarışmaya akın etti; bazıları en güzel arabalarla gelmiş, bazıları en güzel elbiselerini giymişti. Kadınlardan kimileri saçlarını süslemiş, kimi yanlarında harika yiyecekler getirmişti. Gençlerden bazıları spor kıyafetler içinde yol boyunca sportif gösteriler yapmaya hazırlanıyordu.

Nihayet, yoldan geçişler başladı fakat kralın yanına dönenlerin ortak bir şikayeti vardı; yolun bir yerinde büyükçe bir taş vardı ve bu taş yolculuğu engelliyordu. Kral hepsini dinledi ve yarışmanın bitişinin beklenmesi gerektiğini ilan ettirdi.

Günün sonunda yalnız bir yolcu bitiş çizgisine yorgun argın ulaşmıştı. Kralın huzuruna gelan bu adam elindeki altın kesesini uzatarak:

"Geçişim sırasında, yolu tıkayan taşı kaldırırken bu altın kesesini onun altında buldum; size ait olmalı." dedi.

Kral gülümseyerek cevap verdi: "O altınlar sana ait delikanlı." "Bu altınları sen kazandın ve yarışmanın galibi sensin, çünkü yoldan en güzel geçen kişi sensin.

Zira yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Erdoğan Arşivi