Yunus gibi “Gül” aşkını anlatan,
Karacoğlan koşmasını dinleten,
Köroğlu’yla Çamlıbel’i inleten,
Bir ulu dîvandır bizim türküler…
Emrah, duyguların saçını tarar,
Sümmânî, Hakikat nûrunu arar,
Dertli, gözyaşını kalbe oyalar,
İncidir, mercandır bizim türküler…
Gevherî, yürekler dağlayıp gider,
Seyrânî, dillerde çağlayıp gider,
Derdiçok, derdine ağlayıp gider,
Âşığa meydandır bizim türküler…
Leylâ, Mecnun olup çöle çıkarmış,
Kamber’in gönlünde tek Arzu varmış,
Aslı varsa Kerem aşkı yakarmış;
Bir fasl-ı hazandır bizim türküler…
Ferhat dile gelir dağdaki izde,
Bir Şirin ses verir yüreğimizde
Duygular dizeye kanattır bizde,
Ölümsüz ozandır bizim türküler…
Erenlerin divanına duranlar,
Pir Sultan’la saza nakış vuranlar,
“Gelin canlar” diye semah kuranlar,
Candan öte candır bizim türküler…
“Kırklar Meclisi”nde mestâne olur,
“Haydar”, “dâr’a düşer” divâne olur,
Dil tutuşur, teller pervâne olur,
Gönülde sultandır bizim türküler...
Dadaloğlu söyler son nefesinde,
Bozlaklar “Bozkırın Tezenesi”nde,
“Zahidem” yaş döker yanık sesinde
Yâr ile yârandır bizim türküler…
Mahzûnî, gönülden gönüle akar,
Veysel’in sözleri bahara çıkar,
Davut Sulârî’nin sazında efkâr,
Nidâ’ya lisandır bizim türküler…
Bir ömür türküler peşinde gezen,
Ezgiler derleyip nağmeler süzen,
Çiçekler açanda der “Sarısözen”;
Bal dolu kovandır bizim türküler…