Fatih Erdoğan
Şiirimizin Yüz Akı
Geçtiğimiz hafta şiirin ak saçlı bilge’sini, Dede Korkut’unu, Beyaz Kartal'ını, Türkmen Beyi’ni yitirdik. Bahaettin KARAKOÇ hocamızı yitirdik. Başımız sağ olsun. Kendini milyonlarca insana sevdirmeyi başaran bu güzel insan, eminim ki Cenabı Hakk’a da sevdirmiştir… Ne mutlu kendisine, Rabbim mekânı cennet etsin. Peygamber Efendimize komşu etsin. Kederli ailesine ve sevenlerine sabırlar ihsan etsin. Milyonların yaptığı bu ve benzeri duaları kabul buyursun.
Ömrünü okuyarak/yazarak geçiren ulu çınar; ‘Son nefesime kadar yazacağım’ diyordu. Dediğini yaptı. Yaşından kaynaklanan her türlü derdine, sıkıntısına rağmen yatağında yatmadı. Uzak olsun, yakın olsun davet edildiği her etkinliğe koşarak gitti. Sevenleriyle buluşmak, şiir üzerine konuşmak hep önceliği oldu.
Bir söyleyişinde; “Her şeyi yaratan Allah, yeryüzüne halife olarak gönderdiği insanı bazı meziyetlerle donatmıştır. Sanat ve edebiyat gibi… Bu yüzden ben de sanatla uğraşmalıyım diye düşündüm. Şiirin ne olduğunu bilmediğim zamanlarda şiir yazardım. İlkokul üçüncü sınıftayken şiirlerim yayımlanırdı. Behçet Kemal Çağlar’ın dergisinde yayınlana bir şiirime Nihad Sami Banarlı’nın yaptığı ‘Zengin bir hayal dünyanız var. Şiiri iyi biliyorsunuz. Devam ederseniz iyi bir şair olursunuz.’ eleştirisini okuyunca hiddetlendim ve sanki şair değilmişim gibi davranılmasını hazmedemedim, sonrasında bir karar alarak Türk şiirinin Türk şiiri, Türk kültürünün Türk kültürü olabilmesi için hayatımı adayacağıma Allah’a söz verdim” diyordu.
Sohbetlerinde, İlk ezberlediği şiirin Fuzûlî’nin ‘Beni Candan Usandırdı’ gazeli olduğunu ve sonrasında Yunus Emre ve Karacaoğlan ile hemhal olduğunu anlatıyordu. Şiir dilini söyleyişten, söyleyişi musikiden ayırmanın ve bütün bunları ilimden, fenden ayırmanın bir cinayet olduğunu söylerdi. ‘Hâlâ kendimi bilmiş değilim. Hâlâ yazıyorum. Son nefesime kadar da yazacağım! Ama dediğim söze sadık kalarak' diyordu. Dede Korkut ile kaleminin şekillendiğinin altını çizerdi hep. Bunun üzerine yorum yapmanın ve derinleşmenin gerektiğini anlatırdı.
Şiirin dinimizdeki yerini de değerlendiren Karakoç, İslâm büyüklerinin ve dervişlerin söylemlerinin şiirle olduğunu hatırlatır, güzel söz söylemenin hadislerde de önemli yeri olduğunu belirtirdi. ‘Şiir Sanatının Evrensel Karanlığı’ başlıklı yazısında ‘aydınlık’ yerine ‘karanlık’ sözcüğünü kullanma sebebi için ‘Aydınlık demedim. Çünkü onu herkes görüyor. Karanlık maveradır. Uzaydaki derinliktir. Derinliğin adıdır buradaki karanlık’ diyerek konuya açıklık getirmişti.
Çocuk yaşlarından itibaren başta Victor Hugo ve Goethe olmak üzere yabancı şairleri bolca okuduğunu anlatır, kelime zenginliğinin de biraz buradan geldiğini, Goethe’de divan edebiyatı lezzeti bulduğunu söylerdi. Şairin her şeyden önce kendi olması gerektiğini belirtir, ekol oluşması için kültür birikimi gerektiğini, şimdilerde biriktirilmiş bir kültür havzası olmadığından ve fikir çilesi yaşanmadığından ekol oluşmadığını vurgulardı.
O tam manasıyla bir ustaydı. Etrafına yol gösteren, öğreten, kavratan, aydınlatan bir değerdi. ‘Ağzımızdan çıkan laflar uçup gitmezler, yıllar geçse de aradan hatırlanırlar. Anlamı, ağırlığı, karşılığı, yaptırımı vardır söylediklerimizin. Yani ağzımızdan çıkana dikkat etmemiz gerekiyor’ derdi.
‘Katılıyorsanız eğer konuşmalarınızda kullandığınız sözcükleri özenle seçin. Kullandığınız sözcükler saf, arı, temiz, kusursuz, eksiksiz ve hep olumlu olsun. Kendinizi sınayın. Bir gün konuşmalarınızda ne kadar olumsuz sözcük kullandığınıza dikkat edin. Fark ettiklerinizi not alın. Belirlediğiniz olumsuz kelimeleri bir daha asla kullanmayın. Kem söz söylemekten kaçının. Söylenen sözlerin dua/bed dua yerine geçeceğine inanın’ derdi.
Mekânın Cennet olsun ‘Şiirimizin Yüz Akı.’ Bu gök kubbede birbirinden güzel eserler bıraktın. Dilerim kıyamete kadar unutulmaz ve hayırla yâd edilirsin…