Kaybettiklerimiz Çok Daha Büyük

Pazar günü, üç saat kadar okul müdürü olan bir dostumla beraberdim. Allah ne verdiyse yedik, içtik ve uzun uzun sohbet ettik. Sohbet süresince siyasi, tarihi ve kültürel hiçbir konuya değinmedik. Sohbet konumuz sadece meslekiydi. Konuştuklarımız, okullarımızdaki öğrencilerimizin bir birleriyle yaşadıkları ve bu yaşananlara velilerin verdiği tepkilerdi.

Aslında güzel vakit geçirmiştik ama ayrılırken çok mutlu değildik. Milletimiz adına, evlatlarımız adına geleceğimizden oldukça endişeli olarak ayrıldık. Millet olarak çok övündüğümüz tüm değerlerimizin birer birer yok olmaya başladığını; ‘hoşgörüden, sabırdan, karşılıklı saygıdan ve sevgiden eser kalmadığını’ paylaştık…

İlkokul düzeyindeki öğrenciler arasında yaşanan olumsuzlukların tamamının; ‘paylaşmayı bilmeyen, bir birlerini sevmeyen, kurallara uymak istemeyen’ anne ve babalarına benzemeye çalışan çocukların yanlışlarını paylaştık…

Anne ve babaların çocuklarının en bariz şekilde hatalı olduğu vakalarda dahi onlara asla; ‘sen haksızsın yavrum’ diyemediklerini, haksızlıkları karşısında hiçbir yaptırımda bulunamadıklarını paylaştık. Paylaştıklarımızın vahameti karşısında gelecek adına yandık, bittik, kül olduk…

Okulun Rehberlik ve Psikolojik Danışma Servisi tarafından davranış bozukluğu gösteren bir öğrencinin velisi okula çağırıldığında, rehber öğretmeni dinleme nezaketini bile göstermeden bağırıp çağırmaya başlayan; ‘benim çocuğum daha haklı, o çocuklarda benimkini dövmüşler’ dediklerini paylaştık. Çok ama çok üzüldük içinde bulunduğumuz bu hallere…

Sonra, Eski Türkiye ile Yeni Türkiye’yi konuştuk. Yani kendi çocukluğumuz ile şimdiki çocukların yaşadıklarını paylaştık. Çoğunlukla toprak damlı evlerden oluşan, çıkmaz sokaklı mahalleleri anlattık bir birimize. Kavgaların yaşanmadığı, çocukların kendi evleriymişçesine her eve rahatça girip çıkabildikleri, acıktıklarında yemek, susadıklarında su bulabildikleri o mübarek mahallelerdeki yaşamı anımsattık bir birimize. Kısa bir süreliğine de olsa mutlu olduk…

Toprak damlı evlerin bulunduğu çıkmaz sokaklardan oluşan o mübarek mahallelerde büyükler bir birlerini çok severlerdi. İlişkilerinde; ‘hoşgörü, anlayış, yardımlaşma ve güven hâkimdi. Herkes bir birini dinlerdi. Bir birini anlamaya çalışırlar, her konuda bir birlerine yardım ederlerdi…

Her ev bir okuldu. Küçücük evlerde fakir ama gönülleri zengin dedeler, nineler, amcalar, dayılar, halalar ve teyzeler vardı. Kim diğerinden ne isterse alırdı. Yardımlaşma adına yok denilen hiçbir şey yoktu. Yok, kelimesi yoktu. Zenginlerde, fakirlerde çok ama çok mutluydu.

Yenilenler, içilenler helal kazançla yenilir ve içilirdi. Hava temiz, su berrak, sebzeler ve meyveler organikti. Kar yağar, yağmur yağar, rüzgâr eserdi. Damlardan kürelenen karlar yaza kadar erimezdi. Uzun kış gecelerinde hikâyeler anlatılırdı. Hikâyeler anlatılırken gelinler çocuklarını uyutmaya çalışır, genç kızlar ise bir yandan teneke sobanın üzerinde tarhana kızartırken diğer yandan ceviz kırarlardı. Kimde ne varsa kordu sofraya. Allah ne verdi ise o paylaşılırdı. Rızık için bir endişesi yoktu kimsenin.

Oğlanlar okumaya çok heves etmezler, zanaat öğrenebilecekleri bir ustanın yanına çırak olarak girerlerdi. Eli ekmek tutar tutmaz evlendirilirlerdi. Yeni evliler bir müddet oğlanın baba evinde otururlardı. Bu süre içerisinde yol yordam beller, hısım akrabayı tanır, kaynanayla, görümcelerle, yengelerle, eltilerle gül gibi geçinir giderlerdi…

Birlik ve beraberlik olan evlerde bereket olurdu. Kaynayan kazan herkesi doyururdu. Oğlanın kazancına el sürülmez, bir köşede saklanırdı. Damlaya damlaya çoğalan bu helal kazanç zamanı geldiğinde sermaye yapılır ve delikanlıya dükkân açılırdı. Kimse aç kalmaz, kimseler dilenmez, kimseler kendini gereksiz görmezdi.

Okul müdürü dostumla bunları konuştuk Pazar günü. Kaybettiklerimizin yanında kazandıklarımızın yetersizliği, yalnızlığa mahkûm edilen insanlarımızın çaresizliği karşısında yeise kapıldık. Millilikten uzak her türlü izime kafa tuttuğumuz gençliğimiz geldi aklıma. ‘Allah büyük’ dedik, eyvallah dedik, elbet bu karanlık günlerde geçer dedik, müsebbipleri Allah’a havale ettik…     

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Erdoğan Arşivi