Fatih Erdoğan
Güzel Olan İhtiyaçlarını Üretmek
Tüm dostlarıma; ‘Edebiyat Yağmuru’ isimli facebook sayfasını takip etmelerini önerebilirim. Çünkü bu sitedeki paylaşımlardan keyif alacaklarından adım gibi eminim. İşte paylaşımlardan bir örnek:
“Markette koca bir reyon çorba ve turşuyla dolu. Önünde kuyruk. İnsan çorbayı niye satın alır ki… Unu kavursan çorba oluyor. Neymiş un zararlıymış. ‘Zıkkımın kökünü ye’ derdi babaannem.
Su katıp kusmuk gibi bulamaç yaptığın, içinde ne olduğunu anlamadığın bin çeşit harf olan çorba çok yararlı...
Saatler içinde yaptıkları turşu çok yararlı. Suyla tuzun içine neyi atsan turşu oluyor.
Çok mu zor yapmak da satın alıyorsun. Ben sirkeli isterim illa diyorsan elmaya, üzüme su katsan sirke oluyor.
Çorbaya aroma istiyorsan kaymak koy, yap tereyağını evde tereyağı koy. Kaynat tavuğunu tavuk suyu koy.
Kremayı yarım saat yoğursan tereyağ oluyor.
Domatesi 2 saat kaynatsan salça... Yerin mi yok... Bul yeri müsait, temiz bir ev hanımı, yaptır senede bir koy kenarına.
Neymiş hijyenik koşullarda kaynamıyormuş. Çürük domatesler o kutulara çok hijyenik koşullarda giriyordu sanki!
Dondurulmuş patates almak nedir yahu, yurdumun dört köşesi patates yuvası. Nerdeyse saksıda yetişecek. Senede iki çuval alsan taşıma derdi de yok. Soğan patatesi çuvalla koydun mu yiyecek bulmaktan korkma derdi anneannem. Al çuvalı koy kenara.
İyotlu tuzu kolay aksın diye doldurdun tuzluğuna. Günlük ihtiyacın bir kaç gram sen iyot zehirlenmesi yaşayacaksın yakında.
Keçiler senden daha sağlıklı. Kaya tuzu yalıyorlar gece gündüz. Kadınlar pazarında dolu. Gitmeye üşeniyorsan internetten al.
İçinde limondan başka her şey olan limonatalar nerdeyse çeşmelerden akacak. Limonata yapmak çok mu zor? Eriği kaynat, limonu ovala, vişne desen öyle. İçeceğini yapmak çok mu zor?
Ha yoğurt. En kızdığım şey yoğurt. Garibim sadece sütü kaynatıp, içine iki lokma yoğurt koyunca oluyor.
Marketteki kase yoğurtlarda süt dahi yokken yoğurt yedirdim sanıyorsun el kadar bebeğine. Yoğurdunun suyunu süzsen süzme yoğurt, ekşitsen peynir... Daha ne yapsın sana.
Sonra tavuk. Kaynar suya diri diri atılıp bayıltılan tavuk neyin şifasını versin sana. Kafese tıkıp yumurtlattığın yumurta neyin proteinini versin. Pazara gidip kestiriver bir zahmet. Gezen tavukların yumurtalarını da biraz ararsan bulursun.
Neymiş pazarlar mikrop yuvasıymış. Marketteki hormon yataklarını ye o zaman. Unu, tuzu, suyu karıştırıp iki tepsi çörek yapma, pis fırınlardan yeşil bayraklı diye poğaça al.
Daha ne sayayım. Reçel öyle, erişte öyle, acı sos öyle, tarhana öyle. Tüm sebzeler kurutmaya müsait.
Ben gibi elinden iş gelmeyen dahi yapıyorsa herkes yapar. Soğan kokusu olmayan, tencere kaynamayan bir evden yuva olmaz…
Şu ‘at sepete koy sofraya’ mantığından artık kurtulmak lazım. ‘El elden üstün’ derler ya tamamen doğru. Üreten insan da üretmeyen insanlardan kat kat daha üstün. Bu sebeple; ihtiyaç duyulan şeyleri satın almak yerine üretip keyfini çıkartmak lazım.”
Bu yazının altına imzasını atmayan çok az insan çıkacaktır. İhtiyaçlarının hiç olsun bir bölümünü kendi üreten insanlar hem daha sağlıklı bir yaşam sürecekler hem de ihtiyaçlarını daha ucuza temin edeceklerdir.
Çok şükür ki benim kuşak kışlık zahiresini yapan anneler tarafından büyütüldük. Biz şehrin göbeğinde ve apartman dairesinde oturuyor olsak da biber, patlıcan ve kabak kurusundan, domates ve biber salçasından, biber, patlıcan, acur, kornişon turşusundan, kışlık peynirden, tarhanadan, dut ve üzüm pekmezinden oluşan zahiremizi ellerimizle yapabiliyoruz. Ne diyelim; ‘bu günümüze şükürler olsun.’