Dr.Mehmet Güneş
Gönül Semâmızdan Bir Yıldız Daha Kaydı -2-
GÖNÜL SEMÂMIZDAN BİR YILDIZ DAHA KAYDI AHMET TEVFİK OZAN HAKK’A YÜRÜDÜ -2-
1.Bölümün devamı:
O; İslâm, îman, ihsan ve vatan aşkıyla yürürken istikametini hiçbir zaman bozmayan, Allah (c.c.) için yola çıkıp iktidar olmaya çalışırken, kendi nefsinin iktidarı peşinde koşmayan, Taş Medrese’de bile nefis şeytanının tuzağına düşmeyen, özü, sözü, hâli, kâli, yüreği ve gönlü hep güzel olan ve güzel kalan, kalemi kültür ve medeniyetimizin nâzenin güzelliklerini yansıtan ve burcu burcu Türk kokan bir fikir, aksiyon ve dâvâ adamıydı. O; hiçbir zaman takvâ üzre yaşama iddiasındayken, fetvaları bile nefsileştirenlerden; ukbâ derken dünya peşinde koşanlardan, kalbiyle dili arasında uçurumlar olanlardan, hevâ ve hevesini putlaştıranlardan, “masa, kasa, nîsâ” uğruna inanç değerlerinden uzaklaşanlardan, sâdece kendisini Hak yolda gören, başkalarını adam yerine koymayan ve hatta tekfir eden kibir ve riyâ sâhibi mütedeyyinlerden (?) ve keyfiyeti bırakıp kemiyet hesâbı yapan; rüzgârgülü ideâlistlerden, dünyaperest muhafazakârlardan, sentetik milliyetçilerden ve fason dâvâ adamlarından değildi.
O; ülkücülüğü bir îman dâvâsı, bir vatan müdafaası, bir ahlâkî duruş, bir ideâlist tavır, tarihî, kültürel, mânevî derinliği olan millî, İslâmî ve insânî bir hareket ve medeniyet iddiası bulunan fikrî bir mensubiyet olduğuna inanan ve; “Ülkücülük; ülkemiz ve yeryüzünde Allah’ın nizâmını hâkim kılmak için kendine metot olarak Allah (c.c.) ve Resûlü(s.a.v.)’nü ölçü alan bir îmân hareketinin adıdır”[1]; “Türk milliyetçilerinin dâvâsı Allah ve Resûlü’nün dâvâsıdır.”[2] diyen Seyid Ahmet Arvâsî Hocamızın rahle-i tedrisinden geçenlerdendi.
O; yalan karşısında eğilen bedenlerin hakîkâte doğru bakamayacağını çok iyi bilen, hem başı dik dağın, hem de boynu bükük başağın hâlet-i rûhiyesiyle aklına, irâdesine, hayâta karşı duruşuna ve duygularına yön veren, kalbiyle dilinin arasında mesâfe bulunmayan, fikriyle zikri birbiriniz nakzetmeyen, özü sözü bir olan, dürüst, samîmi ve ilkeli bir mefkûre adamı, yalanla işi olmayan “Gül”-efşân bir ahlâk sâhibiydi. O; her hâline Cenâb-ı Allah’ın muttali olduğunu çok iyi bilen muttaki bir mü’min olduğu için, “Yalanla îman bir arada durmaz” fehvâsınca hayatı boyunca hiç yalan söylemediğine -en yakın arkadaşlarının bile bizzat kendisinden işitmediği- şu hâdise, zannederim bu söylediklerimize şehâdet edecektir:
1980 öncesi yıllarda Erzurum’da birlikte öğrenci olan, daha sonra da onunla birlikte Balıkesir’de memuriyet yapan Ziraat Mühendisi Yozgatlı Sâdık Ekinci’nin, onun vefâtından sonra fakire gönderdiği bir WhatsApp mesajını, -aziz ağabeyim Op. Dr. İbrahim Doğan’dan da dinlediğim hâdiseyi- çok değerli Sâdık kardeşimin kaleminden aynen naklediyorum:
“Ahmet Âbinin mekânı Cennet’tir inşallah… Kendisiyle Erzurum’dan sonra Balıkesir’de de uzunca sohbetlerimiz oldu. Ondan duymadığım mahkûmiyet olayını bundan 5-6 yıl önce hemşerim Op. Dr. İbrahim Doğan’dan dinledim. Bunu sizlerle paylaşmak istedim: ‘Ben 1974 yılında Ulucanlar Cezâevi’nden tahliye olduğum sırada, Hacettepe’deki bir olaydan dolayı Ahmet Tevfik Ozan tutuklandı. Mahkeme tecrübelerimden dolayı Ahmet’i tutuklayan hâkimle görüştüm ve onun suçsuz olduğunu anlattım. Hâkim, ‘Olay yerinde olmadığını mahkemede söylesin. Ben de onun suçsuz olduğuna inanıyorum’ dedi. Ben de sevinerek Ulucanlar’a gittim, olayı anlattım. Ahmet bana; ‘İbrahim Âbi, olay ânında ben orada idim. Yukarıda Allah var, nasıl yalan söylerim!’ dedi. Ve mahkemede yalan söylemedi, suçsuz yere 6 yıl cezaevinde yatı…” İşte Ahmet Tevfik Ozan; bir ömür sırât-ı müstakîm üzere yaşayan dosdoğru bir insan, örnek bir Müslüman, hâlis bir Türk; millet, devlet ve bayrak aşkı zirveleri mesken tutan bir vatanperver, adamlığını hayatıyla ispat etmiş bir ülkü devi ve kelimenin tam anlamıyla “adam gibi bir adamdı…”
O; önce “adam”, sonra “dâvâ adamı”, daha sonra da “gönül adamı” vasfıyla temâyüz eden, tevâzuun zirvesinde şâhikalaşan; hayatında ismet ve iffeti yaşatan, rûhunu izzet ve saffetle kuşatan, kalbini “Gül” aşkının ülfet ve muhabbetiyle ışıtan, Muhâmmedî hayâtın nurânî güzelliklerini tavır ve davranışlarında yaşatan, “gönül fezâsında” “yıldızları tesbih tesbih çeken”[3] Allah Dostları’nın rahlesinden kemâlât ufkuna bakan ve “Yeşil yaprak arasında kırmızı gül goncası”[4] olan, îmânına hayatını şâhit tutan ve hayatını inandığı değerlere adayan örnek bir insandı…
* * *
Ahmet Tevfik Ozan; hekimliğin özünde saklı olan hikmetin kadim duvarına pek çok sahada farklı güzellikler inşâ eden, doktorlukla birlikte sağlık bürokrasisinde de yıllarca idârecilik görevini başarıyla yürüten, “tâbib-i hâzık” bir hekim olmanın yanında iştigal sahâsı olarak; şiirle, nesirle, resimle, karikatürle, irfânî kültürümüzle ve sporla da ünsiyeti ve vukûfiyeti bulunan, “melâli anlayan” ve “varâk-ı mihr ü vefâyı” okuyup dinleyen sanatkâr ruhlu bir doktordu.
Ahmet Tevfik Ozan; şiir dilinin büyüleyici gücünü çok iyi kullanan, aşka, kâinata, tabiata, hayata, ölüme dâir mâverâ menzilli şiirler yazan; çileyi, acıyı, Medrese-i Yusûfiyeyi, mukaddes değerleri, vatanı, bayrağı, Turân illerini çok içli ve sembolik dizelerle anlatan, şiirlerine îman nûrunu ve semâvî güzellikleri mayalayan, insanın yaratılış ihtişâmını ve kâinat kitabındaki muhteşem âhengi şiirleştirirken irfan geleneğimizden tevârüs ettiği ilhâmı dizelerine yansıtıp ruhları kanatlandıran, üslup sâhibi güçlü bir şâirdi. O’nun “Hakîkat ve Müjde” şiirindeki şu mısraları, eserden “Müessir”e ulaşmanın şâir diliyle dizelere dökülmesiydi:
“Dünya döner, ay döner… Kâinat döner durur…
Duran hiçbir şey yokken, ölüm sahibin bulur!
Demek ki kâinatta her zerrenin yerini
Bilen bir ‘Yaradan’ var, bunu bilen kurtulur!...”[5]
O’nun; gönül sesini ve iç âlemindeki ürpertileri mısralara döken dizeleri, çok anlamlı mânâ zenginliğine mesken olan ve tadına doyulmayan has şiirin yüreklere dokunan sesiydi… O’nun şiirleri Hakk’ın sevgisi yüreklerde çoğaltan, Kur’ân âyetlerinden ilhâm alan ve şiirin hikmet diliyle kelimeleri efsunkâr bir iklime ulaştıran bir sevdâ nefesiydi:
“Ezelde der ki, Rabbim: ‘Elestü bi rabbiküm?..’
Ebedden koşup gelir; ‘Gâlû belâ…’ der, canlar!
Rüyâ içinde rüyâ; rüyâ içinde rüyâ…
Kâinat bir gonca ki; yaprağından, sır damlar!..”[6]
Ahmet Tevfik Ozan; “Nesrin bittiği yerde şiir başlar” diyen ve şâirlere dâir düşüncelerini de şu mısralarla dizelere döken kalem ehli bir ozandı:
“Ellerim kırılsaydı, şâir olmasaydım ben!
Bir dalda, bir çiçekte yazılmış duruyorken
En muhteşem bir şiir, belki; bir bahar kadar!
Ellerim kırılsaydı, şair olmasaydım ben!”[7]
“Her karanlık sokakta yoksul bir şâir ağlar,
Uzayıp giden yollar onu gurbete bağlar
Ağlamak şâirlere Tanrı’nın lütfu gibi
Mısrâları gülerken, yoksul şâirler ağlar.” [8]
Ahmet Tevfik Ozan; “Kâinat Şiiristan” derken, hayâtın şiiriyetini mısrâ mısrâ ortaya koymuş, kâinattaki İlâhî ihtişâmı derûnî dünyasında tefekkür ederken, “Sonsuzluğun Sâhibi”nin sonsuz gücünüe îman ederek huzur bulmuş, Huzûr’daki huzûru keşfeden ilmiyle âmil bir edip ve Kıble yürekli bir münevver olarak şunları kaleme almıştır:
“Gözlerimde rakseden ışığın kaynağı O...
Belki Güneş; kendinden¸ gözlerimden habersiz!
Ben¸ güneşten ne kadar; uzak¸ küçük¸ zavallı..
Kâinatı zikreder, titrerim sessiz sessiz!”[9]
“Zamanın bittiği yerlerde, Huzur
Başı yok, sonu yok bir yeşil deniz!
Nefsini, tövbenin közüyle; kavur!..
Gözyaşın, yanakta; incilerden iz!..”[10]
Ahmet Tevfik Ozan; Türk milletinin, Türk Dünyası’nın, İslâm Âleminin ve insanlığın dertlerini kendi derdi bilen, “Terleyen yüreklerde kanayan zaman”a, Türk’ün mefahirine, Tûran ilerine ve vatana dâir duygu ve düşüncelerini mısrâ mısrâ âşikâr ederken de şunları söylemiştir:
“Rabbim üç aylara ayca nur vermiş
Işığın raksı için âleme billur vermiş
Gönlü billur, kılıcı nur, gözü kan
Türk’ü, İslâm bahçesine sur vermiş!..” [11]
“Türk’üm: Deryalara sığmaz bir nehir!
Başım Hak Yolu’na koymuş giderim!
Taşı cevher, dalgası, kan; yürek pâre, ne çâre?
Dünya sefasına doymuş giderim!..”[12]
“Yâ Rabbi; Kur’ân’ın nuruyla yıka!;
Turan’ın her karış toprağını da!
Bir nurdan sevinçle al canımızı
Ve yükselt rüzgârın bayrağını da…”[13]
“Kur’ân: Gökyüzünden yağan beyaz nur.
Turan: Gözyaşını yıkayan yağmur!
Ve kan: Son şehidin göz bebeğinde,
Aslına uçmakta bir nurdan çamur!..” [14]
“Yâ Rabbi; verdiğin nimete şükür;
İftar sofrasının bereketine!..
Seçtim duâların en güzelini;
Türk’ün zincirlenmiş memleketine!..”[15]
“Ey, Turan’ın kardan ak, çileli insanları!
Elinizde buzlu su, yürekten daha sıcak!..
Nasıl yabancı kalmış, yoksul aşında balık?!
Denizlerden bereket ha taştı, ha taşacak!..” [16]
“Güneşi görmeyen gözler ne bilsin?
Ne bilsin ışığın, buzda raksını…
Kerkük bir türküdür dudaklarımda
Almış yüreğine, Türk’ün Harsı’nı!..
Hayın olur, ekinime el orağın çalması
Ağlar başak, gözyaşları tâne tâne dökülür
Böldüm soframdaki sıcak somunu
Her parçadan, sıcak bir “Ah” dökülür!..” [17]
Ahmet Tevfik Ozan; Medrese-i Yusufiye’nin rahle- tedrisinden geçmiş, Ankara Ulucanlar, Mamak, Kırşehir ve Niğde cezaevlerinde çile çekmiş, “Taş yürekli duvarların” , “Taş ve Demir Gurbeti”nin[18] iç dünyasını ve mahpus damlarının taşlara sinmiş bir hüzün kokusunu şu içli mısralarla anlatmıştır:
“Bir körün gamını, hayâl taşırken
Benim kederimin, kaynağı: gözler...
Bir hayal tükenir, bir dert eksilir;
Oysa benim gözüm, Güneş’i özler!”[19]
“Bir kurşuni bulut, bir ağır sistir…
Gecesi Mamak’ın zulmün elinde
Dostlar bir soluktur, bir can nefestir
Copla ıslatılmış (!) görüş gününde”[20]
“Bir karış gökyüzü, bir avuç güneş…
Burda sevinçlerin hepsi kırıktır!
Varsın çaylar soğuk soğuk satılsın
Isıtır yürekler, hepsi yanıktır.”[21]
“Bir köpük yürek kadar, sıcak ve temiz burda
Gölgemizi öpmekte, soğuk ve kirli taşlar…
Çiçekleri yüreğin, bir kem sözle kurur da
Bin bir çölle boğuşur, buzdan tolgalı başlar…”[22]
Ahmet Tevfik Ozan; çocukluğunda îtibâren Türk-İslâm Medeniyetiyle hemhâl olmuş, Elazığ / Harput kültürüyle yoğrulmuş su katılmamış bir gakkoştu. O; Muammer Cındıllı Bey’in rahmetli Nevzat Kösoğlu’nu vasfederken söylediği cümleden mülhem ifâde edecek olursak; ‘İnsanın hasına Müslüman, Müslümanın Türkçe konuşanına Türk, Türk’ün yiğit evlâdına gakkoş, gakkoşların en merdine ve en gani gönüllüsüne de Ahmet Tevfik Ozan derler.’ O; “Mezire’de Üç Şehit İçimizde Kâfir Var” şiirinde, gakkoşlara ihlâs ve tevekkülle seslenirken şunları söylemişti:
“Çayda Çıra”mızdan üç alav düştü
Gakkoş, Allah kerim, Mevlâm büyüktür!..
Gandan ala kesmiş, ummânımız var!
Gakkoş, Allah kerim, Mevlâm büyüktür!..” [23]
* * *
Ve işte 15 Ocak 2021 Cuma günü gönül semâmızdan; Kıble yürekli, “Gül” gönüllü, Hilâl bakışlı, Hz. Hamza (r.a.) duruşlu ve Tûran düşünceli bir yıldız daha kaydı… Ahmet Tevfik Ozan, bir şiirinde anasına hitap edip, dostlarına dâir duygularını şu mısralarla dizelere dökerken;
“Ana, kayıp gitsem bir yıldız gibi,
Ardımdan bir Yâsîn okunur mu ki?!..
Bir bitmez yolculuk, bir yeşil hasret;
Bu acı dostlara dokunur mu ki?!..” [24]
demiş ve yalan dünyaya eyvallahının olmadığını da şu mısralarla dizelere dökmüştü:
“Giderim, giderim bir Kızıl Elma
Nur-u Muhammed’den kokusun almış!..
Yıkıl bre, sefasına yandığım
Yalan dünya, üzerinde kim kalmış!..”[25]
Dr.Ahmet Tevfik Ozan; bir daha âhirette buluşuncaya kadar hep hayır duâlarla yâd edeceğimiz, ardından “Gelin Ey Fâtihalar, Yâsînler” diyeceğimiz kelimenin kâmil mânâsıyla bir güzel insandı.
Dr. Ahmet Tevfik Ozan’ın vefatının ardından kaleme aldığımız, gök kubbede bir değil, binlerce “hoş sadâ” bırakmış bu güzel insanın hayatından, onun fikir ve şiir dünyasından kesitler sunmaya çalıştığımız yazının hatm-i kelâmını Yahya Kemâl’in Vedâ Gazeli’nden bir beyitle yapıyor ve:
“Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde,
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.”[26]
diyoruz...
Yüce Rabbimiz eşine, evlatlarına ve gönül dostlarına sabrı cemîl ihsân buyursun. Dr. Ahmet Tevfik Ozan’ı; Cenâb-ı Allah rahmet ve mağfiretiyle, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şefkat ve şefâtiyle perde-pûş eylesin. Rûhu şâd, mekânı Cennet, makâmı âlî olsun… Âmîn!.. Yâ Muîn!..
Ve bütün sözlerin nihâyeti, Kur’ân-ı Kerîm’in bidâyeti olduğu için, sözün bittiği yerde İlâhî Kelâm başlar:
“Küllü nefsin zâikatü’l-mevt.”[27]*
“İnnâ lillâhi ve-innâ ileyhi râci’ûn”[28]*
Hüve’l-Bâkî[29]
El-Fâtiha!
18 Ocak 2021
Dr. Mehmet GÜNEŞ
[1] S. Ahmet Arvâsî, Türk-İslâm Ülküsü, II, İdeolojimiz ve İslâmiyet, 258-260
[2] S. Ahmed Arvâsî, İnsan ve İnsan Ötesi, 5
[3] Necip Fâzıl Kısakürek, Çile, O Erler ki, 388
[4] Sabâ makâmındaki bir anonim türkü
[5] Ahmet Tevfik Ozan, Şiirimin ABC’si, Hakîkat ve Müjde, 171
[6] Ahmet Tevfik Ozan, Şiirimin ABC’si, Bir Sırlı Gonca, 67
[7] Ahmet Tevfik Ozan, Kâinat Şiiristan, Kâinat, Şiiristan, 140
[8] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Şâirin Dünyası, 59
[9] Ahmet Tevfik Ozan, Îman ve Güneş
[10] Ahmet Tevfik Ozan, Şiirimin ABC’si, Mamak’ta Bir Gün, 157
[11] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Üç Ayların İncisi I., 98
[12] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Şehidin Türküsü, 124-125
[13] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Üç Ayların III., 100
[14] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Bu Gönül, Bu Yürek, 105
[15] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Bir Kilim Yaydım, 128
[16] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Dağlar Ardı Şiirleri 117
[17] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Kerkük Türküsü, 116
[18] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Taş ve Demir Gurbeti, 138
[19] Ahmet Tevfik Ozan, Şiirimin ABC’si, Benim Hikâyem, 27
[20] Ahmet Tevfik Ozan, Şiirimin ABC’si, Mamakta Bir Gün, 251
[21] Ahmet Tevfik Ozan, Şiirimin ABC’si, Mamakta Bir Gün, 203
[22] Ahmet Tevfik Ozan, Şiirimin ABC’si, Taş Medrese Dedikleri, 333
[23] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Mezire’de Üç Şehit İçimizde Kâfir Var! 119
[24] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Bir Yıldız Kayması, 101
[25] Ahmet Tevfik Ozan, Dağlar Ardı Şiirleri, Şehidin Türküsü, 124-125
[26] Yahyâ Kemâl Beyatlı, Eski Şiirin Rüzgârıyle, Vedâ Gazeli, 79
[27] Enbiyâ, 21/35; Ankebût, 29/57; *“Her nefis ölümü tadacaktır.”
[28] Bakara, 2/156; *“Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz”
[29] Ölümsüz ve ebedî olan yalnız Allah(c.c.)’tır.