Bildirince Bildiren, Yüreği Olan Görür Elbette

Genelde hak edenlere haddini bildirmedikten sonra yazı yazmanın ne tadı var ne de tuzu. Suya sabuna dokunmayan yazılar ise kimsenin dikkatini çekmiyor. Bu tür yazılara ‘ya masal ya da hikâye anlatmış hoca’ denilip geçiliyor.

Maalesef güzel ülkemde gündemler felaketlerle dolu. FETÖ, PKK ve DAİŞ Terörü, Toprağa verilen gencecik canlar, ağlayan analar ve yavuklular. Söz dinlemeyen batılı müttefikler, bir türlü sesini yükseltemeyen İslam Ülkeleri.

Böyle bir ortamda hikâyeden başka ne yazılabilir ki? Suya sabuna dokunmayan, işte size güzel bir hikâye, Okuyanlar karar versin kendi sırtlarındaki yükle ilgili kararı:

*Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama bir türlü oturamaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer, caminin içerisinde dolanır durur. Cemaati uzun uzun ve dikkatlice izler ve hızla çıkar gider.

Bir müddet sonra sırtına bağlanmış bir yük odun olduğu halde tekrar gelir, tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar. Ama sırtındaki odunlarla rükûa ve secdeye gitmek, Teşehhud de (tahiyyat) oturmak hiçte kolay olmaz. Güç bela bitirir namazı.

Eğilip kalktıkça yere düşen odunlardan, çıkardığı seslerden, odunların kafalara çarpmasından cemaat rahatsız olmuştur. Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar.

Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar…

İmam aynı mahalledendir, bilir az çok meczubun halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:

“Oğlum böyle namaz mı kılınır, sırtında odunlarla camiye girilip saf tutulur mu? Sende hiç akıl yok mu? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bu serzenişleri duyan meczup melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar “Âdetiniz böyle değil mi?” “Ne âdeti?” der Hoca.

Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra. Der ki meczup bu kez:

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir yük var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte namaza, neden kızıyorsun ki? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!

Hoca şaşırır bu cevaptan: “Benim sırtımda da mı yük var?” der. “Evet” der meczup, “Herkesin olduğu gibi seninde sırtında yük var!” Cemaat ise hafiften homurdanmaya başlamıştır; “deli işte ne olacak!” diyerek manalı manalı bakışmaktadır.

Meczup bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf ve çocukça, heyecanla bağırır:

“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı. Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!” Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca; “ Boş yok, boş yok!” diye tekrarlar. O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar! Çünkü aynen doğrudur meczubun dedikleri.

Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

“Peki, söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca. O da der ki: “Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı! Meğerse hocanın ineği hastaymış o gün. “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda.*

*“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.” Bildirince bildiren, yüreği olan görür elbette.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerine ait olan " Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var '. Sözü; dış görünüşe aldanmamak gerektiğini, gerçek cevahirin ‘iç’ de olduğunu anlatıyor bizlere. Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Erdoğan Arşivi