Yok mu şu it oğlu iti vuracak namuslu bir vatan evladı?

Ararsan keklikçi de bulursun, tetikçi de. Niyetine bağlı.

Bu şehirde doğruları konuşmanın, doğruları yazmanın, doğruları yorumlamanın yeri yok. Yazarsan, konuşursan, kafadan çatlak yazar Nihat Genç’in deyimiyle, “Yok mu şu it oğlu iti vuracak namuslu bir vatan evladı”ararlar.

Yalaka olursan, yavşak olursan, adam alıp adam satarsan, dün dediğini bugün inkâr edersen, karaya ak, aka kara dersen, riyakârlığın önde gideni olursan, şaklabanlığa soyunup üç maymunu oynarsan, senden iyisi yok.

Doğruluk, dürüstlük, mertlik senin neyine!

Çok da ileri gidersen, ya ekmeğinle oynarlar, ya öldürmekle, ya daAhırdağı’na kaldırmakla tehdit ederler. “Yahu aslında bu adam doğruları yazıyor!” demeyen zihniyet,  kendine her zaman kurşun asker arıyor, askerliğini yapmamış çömez istiyor.

Vatanmış, milletmiş, Sakarya imiş, hak getire. Varsa rant, yoksa rant. Ötesi hikâye…

Doğruları yazarsan, konuşursan sağda solda, sana isim bulurlar; “kafadan çatlak!

Arkanda duran, sözlerine ve yazılarına hak verenler de, çıkarına ters gelir diye korkusundan ödlekliğe soyunur, altına kaçırır, seni anında satar. Dost kim, düşman kim birbirine karışırken, sen iki arada bir derede kalırsın. Ya da Arasat’ta…

*

Ben buyum!” dediğin anda, sırtına bıçakların indiğini fark edemezsin.

Kalleş çok, arkadan vurur! Ne diyor aykırı yazar Nihat Genç; “Sırf sesi gırtlaktan çıkıyor diye kerhane kapısında çığırtkanlık yaptırılanları ekranlarınıza taşırsanız, elinizde istediğiniz kadar büyük bir günah tövbe listesi olsun, baş edemezsiniz!”

Bu büyük günahı, kuşkusuz sadece ağızlarından çıkan ikiyüzlü ve riyakârlık kokan lafları oluşturmuyor, bu büyük günah bomboş zekâlarıyla, toplumun aklıyla alay edercesine topluma gösterdikleri iki yüzlülük, fırsatçılık, devrin adamı, gücün uşağı oluşları…

*

Ve gün gelir, omuzunuzdan indirirsiniz, ‘çekil kenara, artık senden bir cacık olmaz!’ dersiniz, işte o vakit gerçek boyları ortaya çıkar. Aslında kendisini dev aynasında görenlerin ne kadar cüce olduklarına tanık olursunuz.

İnsanlar, ekrana çıkanlar, köşe yazanlar, hiçbir bedel ödemeden birilerinin sırtına çıkıp bağırmak, hiç bedel ödemeden toplumun bir adım önünde gidenlerin omuzuna çıkmak, hiç bedel ödemeden gücün imkânlarıyla birilerini sırtından vurmak, yargılamak, yok etmek, dövmek, insanlığın ve toplumun midesinin kaldıracağı şeyler değildir. İğrendiğimiz ortak kötülüktür bunun adı.

Boş çuvaldan farkı yok, donanımı, yeteneği ile değil, torpille, (ortak çıkarlar gereği) kayırmayla bir yerlere gelmişlerdir, estirdikleri hava ile de kendilerini ulaşılmaz, vazgeçilmez yerine koymuyorlar mı, insanı ifrit ediyorlar.

Ne alaylısı, ne kalaylısı. 

*

Liyakat diyorlar, alakası yok. Bütün mesele ortak çıkar, bütün mesele rant. Bugün de olduğu gibi, öteden beri de siyasetimiz, medyamız da bu en ucuz, en kolay yolu tercih ediyor, liyakate, birikimine, tecrübesine ve eserine bakmadan, sırf kendini destekliyor diye cahil cühelayı gazete ve ekranlarda en öne yerleştiriyorlar.

Bu da batıyor bize… Sadece bilgi, birikim değil, bu zavallılar heyecan bilmez, duygu bilmez, çünkü, eser ve sınav ve eleme aşamasından geçmedikleri için beyin, kalp, vicdan gibi duyguları eylemleriyle doğru şekilde harekete geçmez. Çünkü onları tetikleyen, destekleyen ve besleyen tek duygu ‘tıkınma’dır. Tek duygu ‘ele geçirmek’tir. Tek duygu, kamuoyunun değil,‘sahiplerinin takdiri’ni almaktır.

Bu aşamalardan geçmemiş her gazeteci, her siyasetçi, eninde sonunda belasını bulur, ekranların ve paranın ve güc’ün yağcılığının saadetini uzun süre yaşarlar ama nihayetinde affedilmesi, bağışlanması mümkün olmayan bir rezilliğin içinde debelenir dururlar!

Sonra arkasından şu yazılır; The end…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Fiskeci Arşivi