Ahmet Doğan İlbey
“Sofrayı Kim Kursun?”
Modernizmin, yâni Cumhuriyet Batılılaşmasının toplum yapımızda açtığı yaralar ve sebep olduğu değerler kaybından biri de kadın hakları ve eşitliği üzerinden yaptığı tahribattır.
Batılı toplumun lâ-dinî ve seküler anlayışa göre aldığı kadının yeri, rolü gibi sözde “çağdaş” yapının taklidi ve yayılmasıyla bizde de böyle bir bozuk ve bünyemize ters bir kadın hak ve eşitliği maalesef şu sıralar köpürtülerek öne çıkartılıyor.
Hem resmî politika hem de sivil kuruluşlar tarafından alabildiğine bir sosyal siyaset olarak öne çıkarılan kadının hakları ve eşitliği anlayışının zemini ve hedefleri temel, yâni İslâmî değerlerimizden hayli uzak ve bir müddet sonra arazları çıkacak olan bir sosyal politikadır.
Kimi ne dediği bellisiz hâle gelmiştir. Bu mühim mevzuu yerli yerince anlamak ve sonuçlarının nereye götüreceğini kavrayıp doğruyu bilmek bakımından son derece kıymetli bulduğum bir yazıyı paylaşmayı vazife addettim.
Ali Yurtgezen hocanın Semerkand Dergisi’nin Kasım 2015 sayısında “Sofrayı Kim Kursun?” başlıklı yazısı, yanlış anlatılan ve asıl ölçülerimize bağlı olmayan aile politikalarıyla takdim edilen kadın hak ve eşitliği meselesinin ârızalarını kavramak bakımından faydalı olacağı kanaatindeyim:
“Bugünkü hâkim anlayış insana ‘kul’ olarak değil ‘birey’ olarak bakıyor. Birey, hak ve sorumluluklarını ilahî ölçüler yerine nefsaniyeti ile belirleyen bir kimlik. Dolayısıyla “fert” kelimesindeki ‘insan teki’ mânasının ötesinde, Batı’ya mahsus tarihî şartların oluşturduğu yeni bir insan modeline işaret ediyor.
Kendini her şeyden azade, müstakil ve müstağni zanneden; dünyacı bir yaklaşımla beşeriyetine indirgediği varlığını meşruluk kaynağı sayarak hevasını ve bencilliğini ‘hak’ hâline getiren bir insan modeli bu. Hayatı dünya hayatından ibaret gören, yaradılış maksadını bilmeyen; adalet, merhamet, muhabbet duygusunu, kısaca ruhunu kaybetmiş bu yeni tür insanlar birbirlerinin kurdu olarak düşeni yemeyi, düşmemek için de her yola başvurmayı yaşamak zannediyor.
Hayatı kurt kanunuyla yürütülen bir savaş olarak kabul eden zihniyetin sözde adalet adına taraflara yapabileceği yegâne teklif güç eşitliğidir. Bu nedenledir ki birey olmak, düşmemek için kuralları kendisi belirleyecek kadar avantaj kazanmaya, hiç değilse eşitlenmeye çalışmaktadır. Fakat her halükârda bir düşenin olması ve eşitlenme çabasının bir yarış hâlinde sürmesi, asla gerçekleşmeyecek bir eşitlik gayretini zulme dönüştürmektedir.
Bu zulmün bir boyutu da, Feminizm örneğindeki gibi bireyi özel şartlarına, kabiliyetine, cinsiyetine bakmadan ‘her hususta kendine yetebilen, bağımsız bir insan teki’ olarak anlamlandırmakta, gözleniyor. Bu şeklide birey herkesle eşitlenme yarışına dahil ediliyor. Feminizm, yâni kadınları hak, sorumluluk ve toplumsal rol bakımından erkeklerle eşitlemeye, erkeklerden bağımsızlaştırmaya çalışan anlayış, fıtratlarına uygun bir şahsiyet olarak karşı cinsle âhenkli bir tamamlanmışlığı tercih yerine, nesneleşmek pahasına tek başına olmayı seçen Batılı kadınların bir yanılgısından ibaret.
Fıtratını tahrip ederek kendine yabancılaşan insanın beyhude arayışı, hüviyet kaybının boşluğunu doldurma çabası da diyebiliriz buna. Fakat ilerleme ideolojisinin Batı’daki her yeni anlayışı bir “gelişme’ gibi takdim etmesi, modern Batı’nın teknolojik üstünlüğü ve ekonomik refahı karşısında çoktandır gözleri kamaşmış toplumlar aldatabiliyor. Elbette Müslümanlar da… Batı dışı toplumlar izahı mümkün olmayan bir gönüllülükle apaçık yanlışlara ortak olabiliyorlar.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın uygulamaya koyduğu bir proje, galiba bu gafletin son örneği. “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi” adı verilen söz konusu proje, Türkiye dışında aralarında İngiltere, Finlandiya, İtalya ve İsveç’ten ortakların bulunduğu bir konsorsiyum tarafından hazırlanmış. Finansal yönden Avrupa Birliği fonlarından destek de alan projenin amacı, ‘okullarda kız ve erkek öğrenciler için toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması’ymış. Konu medyanın ‘Ayşe sofra kur’, Ali ekmek al’ gibi ilkokul okuma fişlerinin yanlışlığına gönderme yapan bir kamu spotu hazırlığı haberiyle gündeme geldi. Projeyi tanıtmak için yıllardır kullanılmayan fişlerin sanki yeniymiş gibi konu edilmesi, projeyi hazırlayanların amacına biraz daha açıklık getiriyordu. Anlaşılan onlar hâlâ sofra kuran, annelerine yardım eden Ayşelerin; babalarının yükünü omuzlayan Alilerin çok olduğunu düşünüyor, sokak eylemlerinde cam çerçeve indirenlerin sayısını yetersiz buluyorlardı.
KÜFÜR EHLİNDEN MEDET UMMAK
…bize benzemeyen milletlerin geliştirdiği projelerden medet ummak ayrı bir vahamet. Batılı çözüm arayışları ne kadar doğru veya isabetli gibi görünürse görünsün, zemininde muhafaza ettiği anlayışın Allah’a, varlığa, insana ve dünyaya dair telakkileri sebebiyle bizatihi problemdir. Feminizm gibi akımlar belki günü kurtarmakta ama bir müddet sonra mevcut problemi çözmedikten başka, yeni problemlerin kaynağını teşkil etmektedir.
Hal böyleyken müslümanlar olarak Feminizm benzeri yanlışlara tevessül ediyorsak, bunda bize mahsus bazı arızalar da var demektir. Kabul edelim ki Doğulu toplumlara has erkek nobranlığından kaynaklanan sıkıntılar bilhassa feminist söylemler karşısındaki duruşumuzu zayıflatıyor. Bir zamanlar Müslümanlara yönelik daha çık kadın hakları üzerinden yapılan oryantalist eleştirilerin yoğunluğu, suçluluk psikolojisiyle savunmacı bir tavrın yaygınlaşmasına yol açmış gibi.
Bütün bunlara rağmen bir müslümana düşen, her konuda olduğu gibi kadın erkek eşitliği meselesinde de Allah ve Rasülü’nün hükümlerine uymaktır. (…)
Bizim dinimizde hak ve özürlüklerin kaynağı Hâkim-i Mutlak olan Allah Tealâ’nın kendilerine vermediği hak ve özgürlükleri talep edemezler. (…) Dolayısıyla kadınların meşru haklarını koruyup gözetmek erkeklerin de vazifesidir. (….)
ÜSTÜNLÜK TAKVADA
Allah Tealâ her şeyi olduğu gibi insanı da çift yaratmıştır. Kadın ve erkek birbirlerini tamamlayan ‘eş’lerdir ama ‘eşit’ değildir. Esasen iki ayrı cinsten söz ediyorsak bunların eşitliğini iddianın makul bir tarafı yoktur. Cenab-ı Mevlâ kadının da erkeğin de fıtratlarına farklı özellikler bahşetmiştir. Sağlıklı bir aile, nesil ve toplum teşkili, bu farklılıkların gerektirdiği hak ve sorumluluklara riayetle mümkün olmaktadır.
Kadın ve erkeğin birbirine ‘eş’liği Kur’an-ı Kerim’de ‘zevceyn’ kelimesiyle karşılanır. Zevceyn, tıpkı ayakkabı çifti gibi birbirini tamamlayan ama birbirinin yerinin tutmayan ‘iki eş’ demektir. Birbirlerinin rollerine talip olması her iki cins için de zulümdür. Çünkü zulüm, bir şeyi bulunması gereken yerden alıp bulunmaması gereken yere koymaktır.
Sahip oldukları farklı niteliklerle birbirlerini tamamlayıp vahdeti sağlayan eşlerin eşitsizliği, bir alt üst kategorisine tekabül etmez. Yâni kadın ve erkeğin eşit olmaması bu cinslerden birinin diğerinden üşütün olduğu manasına gelmez. Kaldı ki insan kendisinin kesbi olmayan, yaradılıştan gelen hususiyetlerinden dolayı üstünlük iddiasında bulunamaz. Üstünlük cinsiyette değil takvadadır. (…)
…Feminizm kadınları erkeklerle eşitlemek adına erkeğin statü ve haklarını talep etmesi, erkeklerin üstünlüğüne dair zımni bir kabulden yola çıktıklarına delalet eder ki, vehim dediğimiz budur. … Allah Tealâ’nın kadınlara nispetle erkeklere fazladan verdiği hakları üstünlük yahut imtiyaz gibi görenler, meseleye adalet, hikmet ve sorumluluk açısından bakanlardır. Bu bakışla İslâm’ın belirlediği aile modelini ve bu model içindeki erkek sorumluluğunu yok sayarak, diyelim ki miras hukukunu tartışmak, meseleyi zemininden koparıp polemiğe mahkum etmektir.
MARUFU TERK ETMEYELİM
İslâm’da erkeğe aile reisliği gibi, miras payı gibi kadınlara nispetle fazladan verilen haklar, yine kadına nispetle yüklenen fazladan sorumlulukların ifası içindir. Kadınlar da mesela kazançlarının sadece kendilerine ait olması gibi erkeklere göre fazladan bir takım haklara sahiptir. Bütün bunlar her iki taraf için de bir nitelik üstünlüğü ifade etmez ama karşılıklı rol çalma gayreti erkeğin de kadının da zedeler. …. Nisa suresinin 32. ayetinde mealen ‘Allah’ın bazınıza diğerinden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyim…’ buyurmuştur. Ayetinde devamında ‘bazınıza’ ibaresinin hem erkekleri hem kadınları kapsadığı anlaşılmaktadır. (…)
Evet, hayat müşterektir. . Ancak bu iştirakin sıhhatini, zaruret olmadıkça tarafların kendi hak ve sorumluluklarının dışına çıkmaması sağlar. Hukuken kadınların ev işlerini yapmak gibi bir mecburiyetlerinin olmaması, onların ev işlerini yapmayacağı veya yaparlarsa küçük düşecekleri mânasına gelmez.
Efendimiz s.a.v. ev dışındaki işleri Hz. Ali r.a’a, ev içindeki işleri Hz. Fatıma r.anha’ya havale eylemiş; kadına benzemeye çalışan erkeğe, erkeğe benzemeye çalışan kadına lanet okumuştur. Hasıl-ı kelâm, Ayşe sofra kurmalı, Ali ekmek almalıdır. Maruf olan budur. Yegâne üstünlük ölçüsü olan takvaya marufu terk ederek ulaşılmaz.”
Ahmet Doğan İlbey
ilbeyali@hotmail.com