Ahmet Doğan İlbey
“Bosna Bizim Neyimiz Olur?”
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kültür ve Medeniyet Topluluğu’nun 4 Kasım 2015 tarihinde tertip ettiği “Bosna Bizim Neyimiz Olur” adlı programda, Osmanlı’nın yaydığı ve yaşattığı millet düşüncesiyle gönlümün sürur bulduğu birkaç saatlik saadet yaşadım.
Milletdaşlığımızın, kardeşliğimizin dile gelip duygulandığım ve evlad-ı fatihan Bosnalıların gönlümde ziyadesiyle yer ettiği bu fikirli program, KSÜ’nün Basın ve Yayın Uzmanı Mehmet Yaşar’ın takdimi ve Bosna üstüne okuduğu şiirle başladı.
Ardından Kültür ve Medeniyet Topluluğu’nun Başkanı ve Semerkand-Mostar Gençlik Grubu’nun temsilcilerinden Ferhat Ağca Bosna intibalarını ve programın gayesini duygulu bir şekilde anlattı.
On yıldan fazla oldu ki, Osman Nalbant ağabey, Evlâd-ı Fatihan Bosna’yı anlattıkça Bosna yüreğimde dindiremediğim bir yara, bir dâüssıla hâline gelmişti. Mostar Dergisi’nin Genel Yayın Müdürlüğünü yaptığı yıllar içinde Semerkand-Mostar Grubu’nun temsilcisi olarak nice kültür ve medeniyet erbabını defalarca Bosna’ya taşıdı.
Bosna’ya ne için gidileceğini, Bosna’da turist gibi peyzaj seyretmeye, Mostar Köprüsü’nün üstünde fotoğraf çektirmek için gidilmeyeceğini, Bosna’ya Bosnalılarla akraba olduklarını, milletdaş olduklarını söylemek, yâni gönül almak, haldaş olmak, onlarla maddî ve mânevî birçok şeyi paylaşmak için gidileceğini ondan öğrendi birçok insan.
Onun Bosna sevdasını, Boşnaklarla olan dostluğunu, Bosna’ya olan geniş vukûfiyetini bu kez “Bosna Bizim Neyimiz Olur” adlı son günlerin en fikirli programlarından birinde yaptığı konuşmasında dinledim. Topluluğun danışmanı Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şube Başkanı Öğretim İsmail Göktürk’ün onunla yaptığı Bosna söyleşisinde neler anlattı neler…
İl Kültür Müdürlüğü yıllarda ve Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sırada başlamıştı Bosna’ya gönül alma ziyaretleri. Saraybosna Üniversitesi’nde idarecilik yaptığı dönemde Türkiye’nin Bosna’da gayr-ı resmî tek temsilcisi ve Türkiye’nin Fahrî Bosna kültür elçisi durumundaydı.
Osman Nalbant ağabeyden dinlediklerimin ve Bosna hakkında okumama vesile olduğu Mostar dergisinin Bosna Özel sayısından öğrendiklerimin hülâsasını yazılı olarak aktarmak istiyorum:
Dîn-i İslâm üzere medeniyet coğrafyamız içerisinde beş asır milletdaşımız olan ve birbuçuk asırdır taşra düşen akraba Bosna’nın yazısını nasıl yazacağım? Evlâd-ı fatihan olan Bosna’nın bir gurbet diyarı gibi kalması ne hazin!
1993-1995 yılları, Bosnalıların vahşice katledildiği kara yıllardır. Boşnak soykırımı Amerika’nın, Nato’nun ve sözüm ona medeni Avrupa’nın utanç târihidir.
Boşnaklar Balkan kökenli bir kavimdir. Sırp ve Hırvatça’nın karışımı bir lehçe olan ve sonraları ayrı bir dil hâline gelen Boşnakça konuşurlar. Osmanlı’nın fethiyle birlikte dillerinde on binden fazla Türkçe kelime vardır. Müslüman olduktan sonra örf ve âdet yönünden Osmanlılaşmıştır.
Boşnaklar, Hıristiyanlığın Bogomil denilen bir mezhebine inanırlardı. Bogomilizm, Ortodoksların ahlâk ve ilahiyat akidelerini reddeden bazı Balkan-Slav kavimlerin inandığı bir mezheptir. Bogomillere göre “Tanrı” nın iki oğlu vardır. İlk oğul Satanail şeytana uyup “Tanrı” ya isyan etmiş, ikinci oğul Îsa aleyhisselâm ise insan sûretinde dünyaya gönderilmiştir. Îsa aleyhisselâm şeytana karşı zafer kazandıktan sonra semaya dönmüş ve dünyada gerçek Hıristiyanlara, yâni Bogomillere yardım için kutsal ruhu bırakmıştır. “Tek Tanrı” anlayışı hâkimdir. Ahd-i Atik’i kabul etmezler. Ahd-i Cedidi ise kabul eder, resimlere tazimi putperestlik sayarlar. Bu yüzden İslâm dininden unsurlar taşıdığı gerekçesiyle Papa tarafından “Rafizî” ilân edilmiş ve kılıçtan geçirilmişlerdir.
Boşnakların Îsa aleyhisselâm hakkındaki görüşleri ve ahlâki esaslarıyla İslâm’a yakın oluşu Osmanlı fütuhatını Bosna’da kolaylaştırmıştır. 1392’den itibaren kısım kısım, 1463’te Fatih Sultan Mehmet’in tamamını fethetmesiyle Bosna Müslüman bir ülke olarak Osmanlı’ya dâhil olur. Daha sonra Hersek bölgesi de sancağa dâhil edilir. İlk sancak beyliği Minnetoğlu Mehmed Bey’le başlar.
Osmanlı Türk hâkimiyetinde Bosna’nın hususi bir yeri vardır. Bogomiller ismiyle de anılan Boşnaklar kendi istekleriyle Müslüman oldukları içindir ki Kanunî döneminde sarayda yüksek görevlerde bulundular. Sokoloviç ailesinden, aralarında Sokollu Mehmet Paşa’nın da bulunduğu iki sadrazam, beş vezir çıkmıştır.
Osmanlı ile aynı dinden olmalarından dolayı Bosnalılar kendilerine “Türk” olarak tavsif ediyor. Erbabı bilir ki Avrupa’da Müslüman olan bir kişiye ve topluma “Türk oldu” denilmektedir. Yani Müslüman kelimesi Türk kelimesiyle aynı mânaya geliyor.
Bosna’da hâlen dilde, edebiyatta, mimari de Osmanlı tesirlerinin devam ettiği anlatılıyor. Gidip gelenlerden Bosna’nın bizden, yâni Osmanlı Türk’ünden bir parça, evlerimizden bir ev, mahallemizden bir mahalle olduğunu dinledikçe beş asır önce başlayan milletdaşlığımız kabarıyor.
Osmanlı’nın ilk eserlerinden Gazi İsa Bey’in yaptırdığı Hünkâr ve Ebulfeth Câmilerini (1458) hangi Müslüman görmek istemez? Saraybosna’ya varıp da Gazi Hüsrev Bey Câmii (1530) külliyesindeki Gazi Hüsrev Bey türbesine tazimde bulunmayan birisinde eksik olan bir şey vardır diye şüphelenmez misiniz? Câmiin şadırvanlı avlusunda ve vaktinde medrese olarak kullanılan odalarında Osmanlı zamanları gibi bir kez olsun diz kırıp hasbıhal etmek Anadolulu her Müslüman’ın vazifesi değil midir?
Saraybosna’da Gazi Hüsrev Bey bedesteninde yürümeli ve dâhilinde bulunan semahâneye uğramalı ve arkasından eski yazma eserlere tecessüsünüz varsa Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’ne vaktinizin çoğunu ayırmalısınız.
Gazi Ali Paşa’nın yaptırdığı tek kubbeli Ali Paşa Câmiin (1560) oymalı mermer minberini karşısına alıp diz kırmalı her Anadolulu Müslüman. Câmiden çıkınca hemen ileride sadrazam Rüstem Paşa’nın yaptırdığı altı kubbeli bedesteni (1551) bir akşamüstü dolaşmalı insan.
Bir ikindi vakti serinliğinde Bosnalı bir anne, bir baba, bir çocukla hasbıhal edip dertleşmeyi ve etraftaki evleri ziyaret etmeyi akıl edemeyen insan Osmanlı Türk’ü olabilir mi?
Anlatıcılar öyle anlattılar ki, kalbimi Mostar’a gönderdim. Osmanlı ruhaniyetli bir şehir olan Mostar, hanları, çarşısı ve câmileriyle Bursa’nın küçük kardeşidir.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinin beşinci cildinde şöyle tasvir eder Mostar Köprüsü’nü:
“Bir dağdan bir dağa atılmış, ortasına nehir akar bir köprüdür ki emsalini görmedim. Gökkuşağı gibidir. 100 arşındır ve eni 15 arşındır. Nehirle köprü arasının yüksekliği 87 kulaçtır. Derinliği 87 arşındır. Şehirde 45 câmi ve mescid vardır” diyerek önemli câmilerin isimlerini yazıyor: Defterpaşa Camii (1608), İbrahim Ağa Camii (1634), Çarşı Camii (1473), Ruznâmeci İbrahim Efendi Camii (1607) “en güzelleridir.”
Mostar Köprüsü’nün bir de kardeşi vardı. Sava’ya akan Drina Irmağı üzerine, Sokollu Paşa’nın Mimar Sinan Hz.lerine yaptırdığı Drina Köprüsü 19.Yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı’dan koparılmıştır.
Hâsıl-ı kelâm; Semerkant gibi Bosna’da vazgeçilmez bir arka bahçemizdir, yâni İslâm medeniyet coğrafyamızın güzide bir parçasıdır. Bosna’ya, gayr-ı Müslimlerin toprağı, yâni İslâm medeniyet sahasının harici mânasına gelen “yurtdışı” demek doğru değildir.
Mahzun bırakılmış Bosna’ya sadece gezip tozmak ve turist gibi gitmek hürmetsizlik ve câhilliktir. Bosna’ya akraba ziyaretine gider gibi tanış ve biliş olmak için gidilir.
Bosna’ya seyahat Ya Resûlallah! Bosna’ya ziyaret ey Müslümanlar!
Ahmet Doğan İlbey