Dr. Nurullah Kılınç
Akdeniz’den Karadeniz’e Kesişen Bir Şampiyonluk Hikayesi
Okulların açık olduğu güzel bir sonbahar mevsiminde aylardan ekim günlerden ise pazardı. TÜBİTAK Türkiye finali sergisi için tüm hazırlıklar yapılmış ve yolculuk vakti de gelip çatmıştı. Öğrencimin ailesiyle irtibat halindeydim o da ailesiyle birlikte özel arabaları ile çoktan yola çıkmıştı bile. Telefonla görüştüğümüzde öğrencim bana ‘hocam biz Göksun’u geçtik bile’ dediler. Ben ise otobüsle Adana’ya oradan da uçakla Trabzon’a gitmek üzere otogardaydım. Uzun otobüs yolculuklarına bayıldığım öğrencilik yıllarımı ise çoktan geride bırakmıştım. Neyse ki Adana, Kahramanmaraş’a en fazla iki saatlik bir mesafedeydi. Uçak yolculuklarında tedbirli olmayı, proje partnerim olan Zekayi hocamdan Erasmus projesi yaptığımız yılarda Avrupa ülkelerine yaptığımız yolculuklar sırasında öğrenmiştim. O yüzden sabahın erken bir saate otobüs bileti alarak erkenden Adana’ya varmıştım. Adana’da havanın ışıl ışıl olduğu bir pazar günüydü. Zamanı ve fırsatları iyi değerlendirmek için taksiyle Şakir Paşa havalimanına yarım saatlik yürüme mesafesinde olan daha önceden bildiğim bir kebapçıya gitmeye karar verdim. Adanalı taksiciden kazık yememek için ne diyeceğimi uzun uzun düşünerek yolculuğumu tamamlamama rağmen benden bir şekilde fazla para almasına engel olamadım. Ancak günümü zehir etmesin diye bu olayı hemen unutmaya karar verip, mangal başındaki taburelerden birine oturdum. Metrelerce uzunluktaki mangal tezgahında kebapları yellemekten ter içinde kalmış ustaya siparişimi vererek beklemeye başladım. İnsanlar pazar gününü kebap keyfi yaparak geçirmeye karar vermiş olmalı ki içerisi hayli kalabalıktı.
Ekim ayında Adana’da havalar çok güzel olur. Çayımı içtikten sonra hesabımı ödeyerek tekerlekli valizimi alıp havalimanına doğru sürüklemeye başladım. Vakit sorunum olmadığı için oldukça rahattım. Genelde yaptığım gibi yolda bir büfeden soda alıp içerek yürümeye devam ettim. Havaalanına girip işlemlerimi yaptıktan sonra kulaklığımı takıp müzik dinlemeye koyuldum. Bir yandan müzik dinlerken bir yandan da salondaki yolcuları gözlemliyordum. Pegasus havayolları ile yurt dışına gidecek yolcularla aynı salondaydık. Bu salonda genellikle aileler halinde yurt dışına gidecek gurbetçiler vardı. Tabi ki bir de benim gibi Trabzon yolcuları. Bunlardan bir kısmı TÜBİTAK finaline gidiyordu ki bunu öğretmenin yanında bir tavuğun civcivleri gibi heyecanla bekleyen öğrencilerinden ve öğrencilerin ellerindeki poster rulolarından rahatlıkla anlayabiliyordum. Öğrencilerin gözünde ilk defa uçağa binecek olmanın heyecanı olduğunu da gözlemleyebiliyordum. Uçak kalkış yaptı ve artık Çukurova semalarındaydık. Koridor kenarında oturuluyordum orta koltuk boştu ve cam kenarında modern giyimli, orta yaşlı, kirli sakallı ve kısa boylu biri oturuyordu. Uçağımız Çukurova’yı geride bırakarak Torosların semalarına vardığında yanımdaki adama merhaba diyerek tanışmıştık. Kendisi bana Trabzonspor-Fenerbahçe maçı için Trabzon’a gittiğini söyledi. Doğrusu ben de bu maçın şampiyonluk için önemli bir maç olduğunun farkındaydım. Üstelik Trabzonsporlular için Fenerbahçe’yi yenmek de ayrıca önemli bir olaydı. Bunu Türkiye’de futbolla az ya da çok alakalı olup da bilmeyen yoktur. Turizmci olduğum için otel sahibi olan bir patronla muhabbetimiz rahatlıkla koyulaştı. Patrona ‘eğer senin oteline tatil için gelirsem bana indirim yapar mısın’ diye sorduğumda ‘ayıp ettim hocam kimlere yapmıyorum ki’ dedi. Peki, Fener’i yenerseniz ne olur dedim gülümseyerek. O da keyifle gülümseyerek o zaman daha başka olur hocam dedi ve gülüştük.
Güneşli Adana geride kaldı ve artık parçalı bulutlu bir havada Karadeniz dağlarını geçerek deniz kıyısına doğru alçalmaya başlamıştık. Trabzon şehrini ve tüm ışıkları yanan Şenol Güneş stadını görebiliyorduk. Uçağımız alçalmak için doğuya doğru epey gittikten sonra deniz üzerinde bir ‘U’ dönüşü yapıp batıya doğru iniş yapıyordu. Uçağımız, Trabzon havalimanına teker koyunca bir oh çektik. Valizlerimizi alıp çıkarken Trabzonspor’a başarılar dileyerek Cevat beyle vedalaştık. Gelen yolcu salonunun çıkışında elinde turuncu renkli TÜBİTAK yazılı levhayı tutan kısa boylu ve her halinden Karadeniz insanı olduğu anlaşılan arkadaşa yaklaşıp merhaba dedim. Bir süre sonra diğer arkadalar da gelince hocam şu siyah arabaya binelim dedi. Arabaya binerken kameralar bizi çekmeye başlamıştı ama doğrusu bu kadarını beklemiyordum. O gün maça girebilmek için bilet araştırması da yaptım ama tahmin ettiğim gibi bilet bulmamız mümkün olmadı. Sahil yolundan hemen doğuya yönelen aracımız bizi Yomra’daki beş yıldızlı otelimize götürdü.
Her zamanki gibi resepsiyona kimliğimi verip oda kartını aldım. Asansörle beşinci kata çıkıp odamı açmaya çalıştığımda kapı açılmadı. Yanlış odaya mı girmeye çalışıyorum acaba diye kapı numarası ve kart numarasını kontrol ederken kapı içerden açıldı. Ben yol yorgunluğu ve şaşkınlıkla tereddüt yaşarken müstakbel oda arkadaşım, hocam buyurun bu odada ikimiz beraber kalacağız dedi. Benim şaşkınlığımın sebebi paylaşımlı oda olacağını bilmiyor olmamın yanı sıra resepsiyonda da herhangi bir bilgi verilmeden kartımın verilmesi oldu. Neyse şaşkınlığım geçti ve Antalya Doğa Kolejinin Kodlama-Robotik hocası olan sayın Emre TOPRAK’la hocamla tanıştık. İlk bakışta çok şık ve titiz olduğunu gözlemlediğim Emre bey, ben çıkıyorum hocam biraz rahat et içecek falan istersen gelirken getireyim dedi. Teşekkür ederek bir isteğim yok dememe rağmen yaklaşık bir saat sonra çikolata ve soda almış olarak odaya döndü. Aslen Zonguldaklı olup Antalya’da yaşayan Emre beyle sohbete başladık ve birbirimize çabuk ısındık. En nihayetinde ben de o da bu tip programlardan oda arkadaşlığına alışkın kişilerdik.
Otelin lobisine indiğimde serviste tanıştığım Denizli’den gelen Özge hanıma merhaba dedim ve sohbete başlamıştık ki, hemen yanımıza gelerek bize merhaba diyen İstanbul, Esenyurt BİLSEM’in değerli müdürü Taner beyle de tanışmış olduk. Emre de lobiye gelince restoranta geçerek yemek yemeye başladık. Yemekte daha önceden tanıdığım Malatya’dan gelen Hayrullah hocam da bizi buldu. Böylece ilk akşamdan ekibimiz kendiliğinden tamamlanmış oldu. Çünkü kalabalık programlarda oda arkadaşım ve birkaç kişiden oluşan küçük ekip boş vakitleri değerlendirmek açısından daha güzel oluyordu. Emre girişimci ruhlu cana yakın özelliği sayesinde bizi yönlendirmeye ve özel programlar yapmaya başladı. Hatta hiçbir şey yapamasa bile kahvaltıda bizim guruba özel kuymak organizasyonu yapıyordu. Beş kafadar olduk kısa sürede Kahramanmaraş Caddesi, meydan, uzun çarşı gezmeye başladık. Tabi ki TS Store’a da uğramış ve bir Trabzonspor forması da almıştım. Gittiğim yerlerden yöresel kalıcı yöresel bir hatıra almayı sevdiğim için TS armalı bu tişört iyi bir seçenekti. Yakamdaki TÜBİTAK kartı ve üstümde Trabzonspor forması ile görenler zaman zaman program sırsında yanıma gelerek ‘hocam hayırdır sen Trabzonlumunsun?’ diye soruyorlardı. Yağmurlu bir akşam uzun çarşıda ıslanarak hamsi yemek için iyi bir yer araştırmaya başlamıştık. Yöre insanı olduğu her halinde belli yaşlıca bir adama hamsi yiyebileceğimiz bir yer sorduk? Adam da bize ‘buralarda taze hamsi olmaz daa’ dedi ve bizi şoke olduk. Biz cevabın şokunu yaşarken bir arkadaşımız adama ‘peki nerde olur o zaman diye sordu.’ O da hiçbir yerde dedi. Şimdi size sabah ki balığı verirler yemeyin diyerek umursuzca arkasını dönerek uzaklaşıyordu ki Emre hocam adamın arkasından ‘ağabey biz bir haftalık balığı yiyoruz memlekete’ diye ekledi ve gülüştük. Dolmuşla Boztepe’ye çıkıp orda yemeye kara verdik. Dolmuştaki herkesin bize Boztepe’de hangi mekanda iyi balık yiyeceğimiz konusunda yardımcı olmak için gösterdikleri ilgi, telefonla tanıdıklarını arayıp sormaları da takdire şayandı. Sonunda nezih bir mekânda gece şehir ve liman manzarası eşliğinde önce hamsi tava, sonra da tabi ki semaverde çayımız. Biz öğretmenler için çay çok önemli ancak eşliğinde yine sohbet konusu eğitim ve projeler. Gece dönüş için tekrar dolmuşa bindiğimizde yolcu olarak bizden başka kimse olmadığı için adamla tanıştık sohbet ettik. Adam güzergâhı olmasına rağmen bizi Yomra’daki otelimize kadar ücretsiz getirdi sağ olsun.
Kültürel faaliyetler kapsamında Atatürk köşkü ve Ayasofya gibi yerlere geziler düzenlendi. Üç gün süre proje sergisinin ardından ödül törenleri yapıldı. Bu arada tabi ki Trabzonspor Fenerbahçe maçını 3-1 kazanmıştı. Güzel bir tesadüf olarak tamamı TÜBİTAK bölge şampiyonu olan proje ekipleri ile süper ligde şampiyon olacak şehirdeydik. Sizin anlayacağınız ortam güzel zemin uygundu. KTÜ’nün Atatürk kültür merkezinde sahneye çıkarak güzel bir törenle, Trabzonlu olan Sanayi ve Teknoloji bakanından ödüllerimizi aldık. Vedalaşırken bitmeyecek dostlukların başlamış olması ne güzel. Önce hediyelik eşyalar alıp ardından eski terminalin yanındaki çay ocaklarında sohbet ederek otobüslerimizi bekledik. Gelen otobüs saatleriyle birlikte yollarımız yine ayrılmış olsa da gönüllerimizde Trabzonspor sevgisi ve uzun sürecek dostluklara engel olmadı. Şampiyon projecilerin şampiyon şehirde buluşması nedeniyle Trabzon bizler için artık hayatımızda bir anlam taşıyordu. Çünkü biz de tarihi bir olaya tanıklık etmiştik. Trabzon’un dar sokaklarında, dinmeyen yağmurunda ıslanmış, tadımlık da olsa günlerimizi tüketmiştik.