21. yüzyılın ilk yedi yılını devirmekte olduğumuz şu günlerde, Türkiye’nin temel sorunlarının sadece siyasiler, aydınlar ve akademisyenler tarafından değil de, lise ve üniversite sıralarını dolduran biz gençler tarafından da bilinmesinin şart olduğu derinden hissedilmektedir.

 

*

Türkiye’nin AB dayatmalarını ve Türk toplumumun hafızasını sıfırlayan eğitim ( özellikle de liselerdeki tarih eğitimi) anlayışını bir kenara bırakarak, yeni kuşakları yarınlara hazırlamak üzere geçmişi, özellikle de yakın geçmişi, çok yönlü bir şekilde genç beyinlere aktarması gerekmektedir.

 

*

Amacımız bu topraklar üzerinde yaşayan, dini, ırkı ve mezhebi ne olursa olsun, aynı idealleri paylaşan insanların kardeşçe, barış ve hoşgörü içinde yaşamalarına birazcıkta olsa katkı sağlamaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına ve milli  bütünlüğüne yönelik saldırılarını artarak bir ‘kimlik’ sorunu haline getirilmeye çalışıldığı günümüzde nedense her olayın tek sorumlusu Türk Milleti olarak gösterilmektedir.

 

*

Bu amaca yönelik kullanılan argümanlardan biri de azınlık politikasıdır. 50 yıl sonra tam da Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerine başladığı yani Avrupa’dan gelecek talepleri kabullenme noktasında en zayıf olduğu dönemde yeniden önümüze konmakta. Lozan’ı delmeye yönelik çabaların bir aracı haline getirilmektedir.

 

*

Bu yazı. Türk Milleti’nin binlerce yıllık devlet geleneğinin sonucunda oluşan ve Selçuklu, Osmanlı Devletleri’nde en net şekilde görülen millet anlayışına, azınlıklara bakışına ve uygulamalara, tarihi gerçeklere ve belgelere dayanarak Türk’e yönelik saldırı ve eleştirilerin haksızlığını ortaya sermektir.

 

*

Yüzlerce yıl Osmanlı tebaası olarak yaşayan Balkan, Orta Doğu, Kafkas, Doğu Avrupa ve ada halklarının günümüzde hala kendi dillerini konuşuyor, kendi dinlerini yaşıyor olmaları bile bu gerçeği kanıtlamaktadır.

 

*

Osmanlı’nın sadece coğrafyasını değil kültürünü ve devlet geleneğini de miras alan Türkiye Cumhuriyeti mütareke döneminde yaşadığı tüm ihanetlere rağmen azınlıklara yönelik politikalarında imparatorluk psikolojisinin de etkisiyle bağlayıcı, adeta baba şefkati taşıyan uygulamalar yapmıştır.

 

*

Bu yazı ‘Türküm’ diyebilen ve Türk Üst Kimliğinde buluşan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının geçmişinde utanılacak, boynunu büktürecek hiçbir şeyin olmadığını ve başı dik, göğsünü gere gere ‘ Ne Mutlu Türküm Diyene ‘ diyebileceğinin belgesidir.