Dünya haritasını şöyle bir gözümüzün önüne getirelim. Merkezi bir konumda olan Türkiye’yi bulalım ve ülkemizin güneydoğusuna doğru uzanalım.  Basra Körfezi’nin doğu kıyısı Kızıldeniz’e bir bıçak gibi saplanmış haliyle Katar sizi karşılar. Katar, tek komşusu Suudi Arabistan olan bir yarımada ülkesidir. Ülke, Konya’dan küçük ve tamamen çöldür. Arap Yarımadasının en değerli ülkesidir Katar. 2 milyonluk nüfusuyla Dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Bir zamanlar sadece balıkçılık ve inci avcılığına dayalı bir ekonomiye sahipken petrolün keşfedilmesiyle ülke ekonomisi şaha kalkmıştır. Katar bu günkü şöhretini tamamen petrole borçludur. Bu kadar zengin bir ülkeyi de farkında olmadan borçla aynı cümlede kullandım ya ayıp olmasın.

Uzun yıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nu ardından da İngiliz hakimiyeti derken Katar 1971’de bağımsız olmuş oldukça genç bir ülkedir. Yedi bölgesi olan Katar’ın resmi başkenti Doha’dır. Dünya Kupasına ev sahipliği yapan ülke; ışıklı, görkemli binaları ile Ortadoğu’da lüksün zirvesidir. Halkı tamamen Arap olup, göçmenleri de Müslüman ülkelerden gelenlerden oluştuğu için ülkede hemen hemene herkes Müslümandır. Ana dili Arapça olmasına rağmen İngilizce halk tarafından yayğın olarak kullanılmaktadır.

Benim futbolu karşı olan ilgim çocukluk yıllarımdan başlayarak, bu yaşıma gelene kadar düzenli olarak azalmıştır. Öyle ki futbol olayına artık daha nesnel bakıyorum. Modern futbol İngiltere’den dünyaya yayılan bir İngiliz oyunudur. Avrupa kıtası dışında bu oyunun en iyi tuttuğu yer ise Latin Amerika’dır. Futbol, Uzakdoğu ülkelerinde ve Kuzey Amerika’da hala ikinci planda kalmış bir spordur. Buna rağmen futbol endüstrisini yönetenler, futbol yaygınlaşsın diye zaman zaman bu tip büyük organizasyonları kâh Uzakdoğu’da, kâh Rusya’da ve yahut Katar gibi Arap ülkelerinde yapmaya gayret etmektedir. Türkiye ise bu oyunu genellikle seyreden taraf olmuştur. Sadece 2002 yılındaki dünya üçüncülüğü dışında pek bir başarımız yoktur. Ama ülkemizde öylesine gündem oluyor ki; sormayın gitsin.

Bu dünya kupası münasebetiyle, Messi’yle özdeşleşen bir millet olduk bu dönemde. Arjantin’e yakınlığımız nerden geliyor pek anlamadım. Tam olarak değilse de kısmen Avrupa kıtasında bir ülke olmamıza rağmen, tutuğumuz takımlar genellikle Avrupa kıtası dışında olan ülkeler olmaktadır. Ne bileyim Afrikalı olsun, Arap olsun, Uzakdoğulu olsun tutuyoruz. Aman Avrupalı olmasında kim olursa olsun mantığı geçerli oluyor. Bu arada Fransa milli formasını giyenlerin çoğu da Afrika kökenlilerdir. Biz de millet olarak Fas ve Arjantin’le gurur duyduk. Ayrıca fenomen kasabımız Nusret’in sahaya girmesiyle de kupaya dokunmuş olduk. Demem o ki sonuçta Avrupa’nın oyunu tüm bunlar. Bence büyük fotoğrafı göremiyoruz yine oyuna geliyoruz gibi geliyor bana siz ne dersiniz?

Dr. Nurullah KILINÇ