Tek Sevdam Hayırlı birey yetiştirmek oldu
Memleketi için hayırlı birey yetiştirme yolunda yıllarını veren Ahmet Yüzeroğlu ile röportajımızın son bölümünde; çözüm sürecini, öğrencilerine verdiği değeri, Kahramanmaraşlı olmanın nasıl bir duygu olduğunu ve birbirinden ilginç konuları konuştuk. Yüzeroğlu, memleket için tek sevdasının hayırlı birey yetiştirmek olduğunu söyledi.
“Bizim çocukluğumuz bambaşkaydı, kaçar sinemaya giderdik” diyen Yüzeroğlu, “Çıplak ayakla betona çömelir film seyrederdik. Daha sonra sandalyeleri taşırdık film seyretmek için. 1950’li yıllarda sınıfımızda Atatürk ve Kore köşemiz vardı. Oradaki köşedeki Mehmetçiklerimizin resimlere bakardık” dedi. Yüzeroğlu, Sütçü İmam hadisesinin yaşandığı o kutsal mekanlar hiç bozulmamış 1920’den beri öyle kalmış” ifadelerini kullandı.
Çözüm süreci hakkında ise; tek çözümün ülke olarak kucaklaşmak olduğunu söyleyen Yüzeroğlu, “Belki bize hakaret ederler belki tepki gösterirler kabul etmezler ama bundan vazgeçmememiz lazım. Başka türlü çıkışımız yok. Bu topraklar üzerinde hep beraber olmalıyız. Kader bizi burada birleştirmiş. Tek çare içten ve samimi bir şekilde kucaklaşmak” dedi.
Çözüm süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?
Olayların tek çözümü ülke olarak kucaklaşmak. Belki bize hakaret ederler belki tepki gösterirler kabul etmezler ama bundan vazgeçmememiz lazım. Başka türlü çıkışımız yok. Bu topraklar üzerinde hep beraber olmalıyız. Kader bizi burada birleştirmiş. Tek çare içten ve samimi bir şekilde kucaklaşmak. İlk başta zor olur tabi ama bir yerlerden başlamamız lazım. Çözüm süreci 2009’da başladı. Ben çocuk gibi çok sevindim. İnşallah bu yolda bir şeyler kat ederiz. Türk milleti tarihinde hep zorluklarla baş etmiş bir millettir. Bizim çevikliğimiz ve yiğitliğimiz, zorluklarla baş edebilmekten geliyor. Uzun yıllardan beri birikmiş sorunlar var. Bu sorunlar sihirli değnekle çözülecek gibi değil. Sabırla ve sevgiyle birbirimize yaklaşmamız lazım. Meclis oturumlarımız çetin geçiyor. Ama alışma var. İnsan içindekileri kızgınlıkla ve öfkeyle söylüyor ama bir yerde o birikmişleri boşaltmış oluyor. Yıllar geçtikçe yaklaşımlar artacak yavaş yavaş sevgiyle saygıyla olacak işler bunlar. Ben de hayret ediyorum aynı meclis çatısı altında imkânsız bir şey. Bu yüzyılların mirası. Hep ertelenerek, gizlenerek ve saklanarak günümüze kadar gelmiş ama bu bir yerde ya çözülecek ya da büyük bir patlamayla neticelenecek. ‘Bir musibet bin nasihatten iyidir’ derler. Bu olaylarda örnek almamıza yol açar. Suriye’de iç savaş var, Irak’ta ve Libya’da bunlar daha uzun süre daha sinsice devam edecek. O bataklığa girişin çıkışı yoktur. Ülkemiz bunların hepsini görüyor. Bir taraftan refah seviyesi yükseliyor. Çözüme ulaşmak çok zor fakat bizde zorlukların insanıyız. Ben sadece sevgiyle yaklaşılmasını istiyorum. Kurtuluş Bayramımız gibi davullar her tarafta çalınsın bayram havası olsun. 5 Nisan kardeşlik gününde bir taraftan kız bir taraftan oğlanın düğünü yapıldı. Onların devamının gelmesini istiyorum. Elbette içindeki kinler, nefretler ve acılar hiçbir zaman unutulmaz ama bunu bir şekilde aşmamız lazım.
Yıllarını eğitime vermiş bir öğrenci daha yetiştirebilir miyim edasıyla yıllarca çabaladınız. Emekliliğiniz geldi ve siz hala öğrenci yetiştirmeye devam ettiniz. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Bizim çocukluğumuz bambaşkaydı, kaçar sinemaya giderdik. Çıplak ayakla betona çömelir film seyrederdik. Daha sonra sandalyeleri taşırdık film seyretmek için. 1950’li yıllarda sınıfımızda Atatürk ve Kore köşemiz vardı. Oradaki köşedeki Mehmetçiklerimizin resimlere bakardık. Sütçü İmam hadisesinin yaşandığı o kutsal mekanlar Uzunoluk, Uzunoluk hamamı ve karşısında kahve vardı. O kutsal mekanlar hiç bozulmamış 1920’den beri öyle kalmış. Kahvenin duvarında bir Mehmetçiğin posteri elinde süngüsü ayağını kaldırmış bize yiğitlik güveni veriyordu. Posterin önünden yavaş yavaş geçerdim. Bir kez daha görebilmek için dururdum ve doyamıyordum ve tekrar bakıyordum. Dikkat çekmeden bir daha önünden geçiyordum. Bizim zamanımızda komşularımız da hep yaşayan kahramanlar ve gaziler vardı, gurur duyacağımız örnekler yanı başımızda yaşıyordu. Biz hep bunları görerek yetiştik. Şunu anladım ki; Çanakkale’de bedenlerini göz kırpmadan bizim için verdiler. Bende onların milyonda biri bile olamadan hiç olmazsa bende öğrencilerime azcık bir şeyler öğreteyim ve memleketime hayırlı birer birey olarak yetiştireyim diye düşündüm hep. Benim derdim sevdam buydu. Tek düşüncem, sevdam Çanakkale şehidine borcumu nasıl ödeyeceğimdi. Bizim için gençliklerinin baharında sönüp gittiler.
Üniversite yıllarınızı anlatırken 7 Güzel Adamdan bahsettiğiniz. 7 Güzel Adamla aynı üniversite de okuduğunuzu söylediniz. Bildiğiniz üzere Kahramanmaraş’ta da 7 Güzel Adam dizisi vardı. 7 Güzel Adam hakkında ve dizi hakkında neler söylersiniz. 7 Güzel Adam dizisi başladığında tepkiniz ne oldu. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Kahramanmaraşlı olmak başka şey. Yakanızda ve kimliğinizde bir rozet taşıyorsunuz. Haberler de Kahramanmaraş ile ilgili bir konu geçse içim cız eder. Kenarda köşede kalmış bir şehir olduğumuz için o açlığımızı hissediyoruz. 7 Güzel Adamda o açlığımızın bir görüntüsü. Suya nasıl damlalar suya düşer de cız cız eder ya benimde yüreğim de öyle oluyor. Okulun merdivenini her yerini gördükçe içim bir cız ediyor. Öğrencilik yıllarım orada geçti öğretmenliğimi orada yaptım. Halen benim her şeyim orada. Kahramanmaraş’ımın öksüz ve yetim kalmış sokakları ve eski evlerine kimse dönüp te bakmıyor. Kaderine terk edilmiş şekilde. Ama o dizide onlar hiç olmazsa dizi boyunca herkese eski Kahramanmaraş’ı yaşattı. Dizide barışçıl ve şiirsel bir yaklaşım var. Dizide Erdem Beyazıt ve Nazım Hikmet’i bir Türk şairi olarak tanıtılıyor aynı zamanda Necip Fazıl’da savunuluyor. Sağ ve sol ayrımı yapılmıyor. Bu tür şeyler hep tek yanlı oluyor. Fakat 7 Güzel Adam’da gönülden bir yaklaşım var. Bu bakımdan verdiği mesaj güzel. Eski Kahramanmaraş’ımızı boynu bükük, öksüz, kaderine terk edilmiş şehri tüm Türkiye’ye gösterdi.
Üniversite yılları 7 Güzel Adam ile nasıl geçti?
Ben Türk Dili bölümündeydim Erdem Beyazıt Edebiyat bölümündeydi. Erdem Beyazıt Bey suskun, sessiz, ipeğini içten ören koza gibiydi. Onu okulun kütüphanesinde görürdüm. Yalnız başına bir yere çekilmiş elinde kâğıt kalem. Onlar çile insanıydı. Yaşça Necip Fazıl’ın çömezleridir. Necip Fazıl’da üstat olarak çilenin örneğidir. Onlar çektikleri çileyi şeref kabul ederlerdi. Şairliğin oluşumu böyledir. Çile çekmeden olmazdı. Birazı İstanbul’da birazı da Ankara’daydı ama her defasında yolları kesişirdi. Cahit Zarifoğlu’nun edebiyattan bir takıntısı vardı. O zamanlar derslerden geçmek zordu. 7 Güzel Adamın lisedeki hocaları Mustafa Atatanır’dı. Hamle diye edebiyat dergisi çıkartıyorlar. Fakat hocamızın sola yatkınlığı vardı. Sol eğilimliydi. Cahit Zarifoğlu İstanbul’a gidip bir üniversiteyi kazanmak istiyordu. Tek dersten kalmıştı ve tüm derslerden kalmış gibi tekrardan sınıfa devam ediyor. İkince sefer yine tek dersten kaldı. Diğer arkadaşları yaz tatilinde geldiğinde Mustafa hocaya ‘hocam Cahit sizin dersinizden kaldı’ derdi. Cahit Zarifoğlu okulda ve yakın çevresinde şair olarak tanınırdı. Mustafa Atatanır, eski hocalarımızdandı hiç taviz vermezdi. Yüzü gülmez bıçak gibiydi. Cahit Zarifoğlu 2 yıl edebiyattan arkadaşlarına yetişememişti. Cahit Zarifoğlu hastalığa yakalandı okula gidecek hali yoktu. Ama şu sözü beni çok etkilemişti, ‘Hiç olmazsa çocukların başında bulunayım.’
Günümüzdeki eğitim sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şuan da eğitim çok kolay. Bilgiye ulaşım bir tıklamaya bağlı. Bir treni kaçırdıysanız diğer tren hemen geliveriyor sizi alıp götürüyor ve sizde biraz istekliyseniz. Açık öğretim var. Her kapıdan en yüksek mevkiye erişim var. Daha önce böyle bir şey yoktu. Belli bir kesim okurdu, o kadar. Fakat eşitsizlik falan var ama birde eşitlik var. En ulaşılmaz yerdeki vatandaşın çocuğu da üniversite mezunu ve kendi ilinde ilçesinde okuyabiliyor. Daha iyi imkânlar var. Devlet yardımı daha iyi. Bizim zamanımızda 100 kişilik koğuşlar vardı. Aç kalmalar çoktu. Ama şimdi okumak isteyenler için çok büyük destekler var. Fakat şimdi ahlaki değerler olarak bir yozlaşma içindeyiz. Alt üst oluşumu içinde savruluyoruz. Sağımızı solumuzu yitirir gibiyiz. Ben Kahramanmaraşlıyım ve şehrimi seviyorum. Eskinin güzelliklerine bayılıyorum. Kahramanmaraş kapkara bir şehirdi. O güzelim kaleye çıkamazdık çünkü tekin yerler değildi. Şimdiki tinerci ve bağımlı kişiler o zamanlarda da vardı. Onların eline biri düştüğü zaman kurtulamazdı. Pınarbaşı’na gidemezdik. Çocukluk yıllarımızda oralar mezbaha gibi anlatılırdı. ‘Keserler sizi orada’ denirdi. Kale birkaç adımlık bir yer olsa da gidemezdik. Kahramanmaraş’ın çok yeri böyleydi. Üniversitelerde kavga eksik olmuyor. O zamanlarda da sapan döğüşü olurdu. Bunların hepsi cehaletten geliyor. Bilinmeyen bilgisizliğin olduğu yerde ve sevginin olmadığı yerde hep karanlık hep acı vardır. Kavgacı bir öğrencim vardı bizde piyes hazırlıyorduk tam onun tipine karakterine uygun bir oyundu. O kavgacı çocuk oyunu çok güzel oynuyordu. Oynarken de çok mutlu oluyordu. Ben bile çocuğun yanında korkuyorum. Çocuk sahneye çıkmak istemiyordu ama ben ikna ettim yönlendirdim. Biz bunları yapmalıyız. Ezbere hiçbir şey yok. Parmağımızın dokunmadığı hiçbir şeye hak sahibi olamayız. Bizim öğrencilerimizi kucaklamamız lazım. Belki bizi tırmalayacak, üzecek, yoracak, zorlayacak ve anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirecek ama eğitimi göstermemiz lazım.
Eski öğrencilerine Manşet Gazetesi aracılığı ile neler söylemek istersiniz?
İnsanların kaybettiği çok kıymetli şeyler olur. Kaybetmiştir ama nerede kaybetmiştir bilmez. Fakat siz geldiniz kaybettiğim nerede kaybettiğimi bilmediğim şeyleri verip beynimin tozunu aldınız. Gurur duyduğum öğrencilerimi bana içten içe tanıttınız. Yeniden en başa beni gönderdiniz. Onları sevgiyle anıyorum ve çok teşekkür ediyorum. Kahramanmaraş’ımızın çocukları kendi emekleri ve arkalarında maddi bir destek almadan kendi ayakları üzerinde kendilerini ispat ettiler. Bana sadece bunlarla gurur duymak ve avunmak düşüyor.
Hoş bir sohbetiniz oldu, son olarak neler söylemek istersiniz?
Ben öğrencilerimin arasında hep ses tonlarına bakarım. Kendi kendime metin okurken yaşayarak okumaya çalışırım. O aradığım sesi siz bana gelip gösterdiniz. Sizden de mutlu oldum ve gurur duydum.
Ben hep bir büyüğümle bir röportaj yapmak isterdim ve hep de hayal etmişimdir. Ama çekingenlik duydum. Çekingen olmam beni hep böyle öteledi. Her şeyden beni alıkoydu. Beni röportaj yapılacak biri olarak gönlünüzde gördüğünüz için teşekkür ediyorum. Ben bunu hak etmiş değilim biliyorum ama yine de gönlümü bir bayram çocuğu gibi sevindirdiniz. Gazetecilik mesleği çok çileli bir meslektir. Çok başarılar diliyorum. Gazetecinin çizgisi kırıktır, zordur ve çilelidir. O zorluklar ve çileler kanına geçmiştir. Sevdadır, aşktır. En güzel aşk insanın heyecan duyarak yaptığı şeydir. Meslek hayatınız da başarılar diliyorum. (SON) RÖPORTAJ: MÜCAHİT DALKARA
Kaynak: Manşet Gazetesi