Görevine hayatını adayan öğretmen

Görevine hayatını adayan öğretmen
Yıllarını, eğitime adamış bir öğrenci daha yetiştirebilir miyim heyecanıyla yanıp tutuşan emekli Edebiyat Öğretmeni Ahmet Yüzeroğlu; ilkokul yıllarından üniversite yıllarına kadar geçen süreci, 7 Güzel Adam ile aynı...

Yıllarını, eğitime adamış bir öğrenci daha yetiştirebilir miyim heyecanıyla yanıp tutuşan emekli Edebiyat Öğretmeni Ahmet Yüzeroğlu; ilkokul yıllarından üniversite yıllarına kadar geçen süreci, 7 Güzel Adam ile aynı üniversite de okuduğunu ve Erdem Bayazıt’la üniversite yıllarındaki arkadaşlığını, öğretmenliğe nasıl başladığını,  39 yıllık öğretmenlik hayatında nelerle karşılaştığını, Maraş Olayları’nda yaşadığı zor günleri, okul çıkışında burnunun bir grup öğrenci tarafından nasıl kırıldığını, eğitim sistemini, çözüm sürecini ve daha birbirinden ilginç anılarını Manşet Gazetesi Haber Müdürü Mücahit Dalkara’ya anlattı.

 Günümüz öğretmenlerine de tavsiyelerde bulunan Yüzeroğlu, “Kahramanmaraş’ta yaşayan şanslı insanlardan biri de benim” dedi. Soğuk kış gecelerinde büyüklerinden 2. Dünya Savaşı’nı dinleyerek büyüdüğünü söyleyen Yüzeroğlu, “Okullara ‘gâvur’ okulu gözüyle bakılıyordu. O zamanlar devlet de halkı anlamıyordu. Halk cahil sürüsü olarak görülüyordu. Halkın değerleri incitilmeye çalışılırken eski okumalar basılıyordu. Okumaya giderken korkarak giderdik. Her an okumamız basılır korkusu vardı. Kürsülerimizi eve dahi götüremezdik. Okuduğumuz okumayı da çuvala koyardık. Bir baskın olacağı zaman cüzlerimizi kale dibindeki yangın merdivenine koyup kaçardık. Böyle bir kuşak yetişti”  ifadelerini kullandı. İşte soluk soluğa okuyacağınız röportajı yazı dizisi halinde 3 gün boyunca siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz.

Sizi tanıyabilir miyiz?

1945’te Kahramanmaraş’ta doğdum. Sütçü İmam türbesinin bulunduğu cami bizim çocukluk dünyamızdı. Avlusunda koştuk oynadık, çocukluğumuz orada geçti. Sokağımız bizim dünyamız, mektebimiz ve her şeyimizdi. Kahramanmaraş’ta yaşayan şanslı insanlardan biriyim.

Çocukluk yıllarınızdan bahseder misiniz?

Biz 2’nci dünya savaşını yaşamadık. Yaşayan annelerimizden, teyzelerimizden, büyüklerimizden 2’nci dünya savaşını dinleye dinleye büyüdük. Kış gecelerimiz böyle geçerdi. Onlarda neden aç kaldıklarını, yokluk içinde yaşadıklarını ve aç kaldıklarını bilmezlerdi. Fakat bunlar 2’nci dünya savaşının yansımasıymış. Çekilen yokluklar, yoksulluklar ve acılar 2’nci dünya savaşına girmediğimizin bedeli gibi kabul ediyorum. Ucuz kurtulduk… Her şey yeniden kuruluyordu. Kahramanmaraş Hititlerdeki halini muhafaza etmeye çalışıyordu. Evlerimiz kırmızı topraklı, duvar duvara bitişik. Hep toprak evler vardı. Kaloriferli evler çok azdı. Onlarda eskiden Kahramanmaraşlı varlıklı kişilerin evleriydi. Kahramanmaraş, 81 ilimizin coğrafi olarak genişlik bakımdan önde gelen ve en güzel istiflerine sahip bir ildir. O zamanlar ev yapmak zor değildi. Herkes başını sokacak kadar kendi evini yapabiliyordu. Hititlerin bir özelliği olduğunu anladım. Hititler bu topraklarda otururken dışarıdan gelecek bir saldırı karşısında dağınık dururlarsa avlanacaklar, bu yüzden toplu bir savunma göstermek için duvarları bitişik yan yana evler yaparlardı. İşte biz bunun gününü 12 Şubat kurtuluşumuzda gördük. Kahramanmaraş’ımızın değerlerini ve kültürel özelliklerinin gününü kurtuluşumuzda gördük.

Hürriyet 1923’te kuruluyor. İnkılaplar peş peşe geliyor. Kahramanmaraş tarihin kıdemli bir şehridir. Bu il dışarı kapalı bir toplum. Tüm özelliklerini günümüze kadar iyi-kötü getirebildi. Okullar yeni yeni açılıyor. Bunun için halkımız henüz bilinçli değildi. Okullara ‘gâvur’ okulu gözüyle bakılıyordu. O zamanlar devlet de halkı anlamıyordu. Halk cahil sürüsü olarak görülüyordu. Halkın değerleri incitilmeye çalışılırken eski okumalar basılıyordu. Okumaya giderken korkarak giderdik. Her an okumamız basılır korkusu vardı. Kürsülerimizi eve dahi götüremezdik. Okuduğumuz okumayı da çuvala koyardık. Bir baskın olacağı zaman cüzlerimizi kale dibindeki yangın merdivenine koyup kaçardık. Böyle bir kuşak yetişti. Kapımız açıktı bir gün buz baba dediğimiz amca geçiyordu hanım ‘bak Ali bey geçiyor, oğlanı mektebe alsın’ dedi. O zamanlar erkek çocuklar okula gönderilmiyordu. Bizim çocuğumuz yok deyip ahırlarda saklıyorlardı. Okula 2 yaş vakti geçmiş olarak başladım. Okul zamanları çok güzeldi. Defterimiz yok denecek kadardı, olanda saman çöpü üzerine yapışmış şekilde kalitesizdi. Ama bu defterleri öğretmenimiz elimize vermezdi çok kıymetliydi. Tavana doğru yüksek bir camekân dolap vardı. Defterlerimiz orada muhafaza edilirdi. Yazacak kalemimiz hiç olmazdı. Babam çok güzel Osmanlıca yazardı. Halen babamın o yazısına bayılırım. Ben de babamın 2 defteri var okumaya da çok meraklıyım. Cumhuriyetin ilk yıllarında okul kitaplarının tamamı babam da mevcuttu. Bu şartlar altında okuduk. Babam köşkerdi ama daha önce Osmanlıca öğrenmeye çalışmış. Kâtip gibi bir mesleği olabilmesi için çok çalışmış. Kaleme çok meraklıydı.

Çocuktum; koşar oynardım, cebimin astarı delik olduğu için babamın kalemini düşürmüştüm ve akşamın olmasını istemiyordum. Çünkü babam akşam kalemi soracak mutlaka. Akşam oldu ve babam kalemi sordu. Kaybettiğimi anlayınca ağzımın üstüne bir tokat vurdu. Yarım saat burnumun kanını dindirmeye çalıştım. Hep böyle olurdu. Her şeyi kıymetliydi. Kalem neymiş deyip geçmezdi. Babama da hak verirdim bunlar çok değerliydi kolay kolay bulunmazdı.

DSC_4392 copy

Eskiden aileler çocuklarını pek fazla okula göndermezdi. Sizin okula gitmenize ve üniversiteyi okumanıza ne vesile oldu?

Ben Türkçeyi çok severdim. Yazın kunduracı, terzi çıraklığı yapardım. 25 kuruş haftalığımız olurdu. Kitap alacak kadar para biriktirirdim. Haftalığımı alır almaz hiç beklemezdim, kitap almaya koşardım. Aldıktan sonra okul açılıncaya kadar şiirlerin hepsini ezberlerdim. Çok hoşuma giderdi. Tuvalette bile olsa Türkçe kitabında şiir okurdum. Annem ileri görüşlü bir kadındı. Herkesin yardımına koşar, sorunlarını çözerdi ve bunun benim üzerimde etkisi var. Annem terzilik yapardı eve öyle katkı sağlardı. Bir dergi almak için parasını annemden alırdım. Okumayı ve Türkçeyi çok severdim. Bizim tek eğlencemiz ve dünyadan haberdar olduğumuz şey radyoydu. Radyoyu çok sonra aldık. Önceden komşulardan sesi gelirdi oradan dinlerdim. Zeki Müren’in hancı şarkısı vardı onu çok severim. Şarkıya şiiri okumayla başlardı o kısmı daha  çok severdim. Tek başıma tiyatro oynar gibi aynı Zeki Müren’i taklit ederdim. Annemin tarhana yaptığı kazana başımı sokardım, sesim orada yankılanırdı. 12 Şubat şiirini daha ilkokula başlamadın önce ezberledim. Aileme okurdum. İlkokul birinci sınıfta öğretmenim benim o yönümü keşfetti. Şiir okuyuşumu beğendi, elimden tuttu bir öğretmen arkadaşına götürdü. Onlara şiir okurdum, çocuklarda alkışlardı.

Gaz lambasının ışığı altında annem kumaşlarla uğraşırdı babam ise Tanzimat ve Serveti Fünun şairlerinden Tevfik Fikret, Mehmet Akif gibi adını çok sonra öğreneceğim şairlerin şiirlerini, hikâyelerini ve romanlarını okurdum. Ben edebiyatçıları böyle tanıdım. Bunlar beni etkiledi ve hiçbir şey istemiyorum, ben okumak istiyorum derdim. Öğretmen olmama bunlar vesile oldu. Biz o zamanlar tekli okullar da okuduk. Ortaokul ve lise bir taneydi. Kara lise önceden Amerikan kolejiydi. Cumhuriyetin 10’uncu yılında Kara lise ortaokul olarak açılmıştı. Kahramanmaraş’ımızda taşımız var toprağımız vardı. Ama okulumuz yoktu hep kilise de okuduk.

Üniversite yıllarınız nasıl geçti, meslek hayatınıza nerede başladınız, hangi şehirlerde ve hangi okullar da görev yaptınız?

Edebiyat bölümünden mezun oldum. Benim ekmeğim aşım hep edebiyattı. O zamanlar üniversite için 6 tercih vardı. Üniversitelerimiz azdı. İlahiyatta yazmıştım gelmişti ama ben yapamam edebiyat olmazsa dedim ve beni Türk Dili Edebiyatına yazdılar. Üniversite hayatı istediğim gibi geçmedi. Erdem Bayazıt Beyle aynı sınıfta okudum.  O benden önce İstanbul Hukuk Fakültesi’nin ikinci sınıfında okumuş. O da dil Tarihi ve Edebiyat Bölümünde karar kılmıştı. Erdem Beyle aynı sırayı paylaştık. O da hem çalıştı hem okudu. Onların çevreleri vardı. 7 Güzel Adamın öyküsü üniversitede başladı. Birbirlerini bulmaları ve birbirlerine kenetlenmeleri üniversite de başladı. Onlarla beraber okudum, aynı sırayı paylaştım. Ankara’da kalmayı çok istedim. İlk defa şehir dışına çıktığımız için kaygılarımız vardı. Ayağımıza gelen o fırsatı kabul etmedim ve şehrime döndüm. İslâhiye lisesinde öğretmenliğimin en güzel ve heyecanlı ama en sıkıntılı yıllarımı orada yaşadım. Öğrencilerim iyi olsun diye hiç sert davranmazdım. Katlanılmayacak şeylere ben maruz kalayım ama öğrencilerim hep iyi olsun diye düşünürüm. Görünüşüm serttir ama içim yumuşacıktır. 1 derste beni çözüverirler. Burnumu kırdılar, gözüme yumruk attılar.

1974’te Kahramanmaraş Ticaret Lisesi’nde Edebiyat öğretmeni olarak atandım. Müdürümüz Ahmet Esen Bey elimden tuttu. İyi ki senin gibi birine çok ihtiyacım vardı dedi. Kütüphaneye ilk adımımı 1974’te attım. Öğretmenliğimin yanı sıra da okul kütüphanesinde de gönüllü öğretmenlik yaptım.

Ticaret lisemiz kırsal kesim, köylük yerlerden,  gelen yoksul ailelerin çocuklarıyla dolu. Hayata atılmak için Ticaret Lisesine geldiler. Şu an Anadolu liselerinde ve değişik liselerde öğretmenlik yapmış arkadaşlarım;  belediye başkanı, doktor, hâkim ve avukat olan birini duysalar ‘benim öğrencimdi’ derlerdi. Benim öğrencilerim ise sağ olsunlar halk otobüslerinde muavin, şoför benden para almak istemezler. Bazen de öğrencim bir çöpçüdür. Bazen sarılırlar onların kokusunu içime sindire sindire koklarım çöpçüde olsa. Bizim genel yapımız böyle. Bizim zamanımızda öğrencilerimizin eğitimi çok zordu. Çocuklar fakir, sorunlu, nasılsın diyemez oldum. En ufak tan eşelesen aile dramı çıkıyordu. Çocuğun bize yansıtmadığı bir aile dramı vardı. Ya anne baba ayrıdır, çoğu öyle, baba ölmüştür, ya da çalışırken iş yeri kazası geçiren vardır. Türkiye’nin toplam problemleri bizim öğrencilerimizde vardı. Bizim de oradaki öğretmenliğimizde haliyle zor oldu. Tabii ki eski öğrencilerimiz daha saygılı idi. Ben öğrencilerimden ki en azından okulu bitirene kadar incitici haller yaşadığını gördüm. Fakat okulu bitirdikten sonra her şey değişiyor. Geriye döndükleri zaman objektif yorumlar yapabiliyorlar. Bu da daha güzel oluyor. Bir öğrenciye verdiğiniz emek, o öğrencinin yüreğinde asla silinmiyor. Ona bir tohum atabilmişseniz, bu tohum mutlaka yeşeriyor. Sevgi uzaktan kumanda ile olmaz. Sevgi dokunmakla olur. Çocuğu kucaklamakla olur. Çocuğun derdiyle dertlenmekle olur. Çocuğu karşınıza alıp sürüden çekerek sen başkasın demekle olur. O bakımdan ben genç öğretmen arkadaşlarımıza bu vasıtayla bunları söyleyebilirim. Onlar sabırlı olsunlar. Bir doktorun yaptığı şeyi ben katiyyen yapamam. Ama o benim mesleğimi bir sınıfa gelip yapabilir. Benim yerime dersi verebilir. O zaman ben neyim diye çok sorguladım. Benim de mesleğim öyle bir meslek olmalı ki o doktorun yaptığını ben yapamıyorsam doktor da benim yaptığım mesleği yapamamalı. İşte burada kimsenin gösteremeyeceği ve dayanamayacağı kadar sabır ve sevgiyi öğretmenden başka kimseler yapamaz. Bence öğretmenlik güzellik adına memleketimizin güzelliği adına bir savaştır. Ama öğretmen yılmayacak. Son nefesine kadar o mücadelesini sürdürecek. Öğretmenlik kutsal bir meslektir. Tek çözüm eğitimdir. RÖPORTAJ:  MÜCAHİT DALKARA (Devam edecek)

Kaynak: Manşet Gazetesi