İhtikârın sözlük anlamı, istiflemek tedavülden kaldırmak hak yemek gibi anlamlara gelmektedir. İhtikâr kelimesi daha çok hadislerde kullanılır. Ayetlerde ise haksız kazançtan söz edilir. Mesela:

“Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.” Ayetinin hem rüşveti, hem de ihtikârı yasakladığı fakihlerce beyan edilmiştir.  (Nisa Suresi 4/29)  

İslâm iktisadında asıl hedef, ferdin mutluluğu ile toplumsal refahın sağlanmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için de ekonomik bağımsızlığın yanında, istikrarın da sağlanması gerekir. Yani üretilen mal ve hizmetler, zengin, fakir, cinsiyet ve din farkı gözetilmeden, insanların ihtiyacı için dağıtılmasıdır.

Bunun için, kişilerin kâr etme hırsının kontrol altına alınması ve haksız kazancın önlenmesi gerekmektedir. Zira Kur’an’da, mülkiyetin gerçek sahibinin Allah olduğu, mülk sayılan her şeyin imtihan vesilesi olarak insana emanet edildiği beyan buyrulmuştur. Onun için, kişisel çıkarlar, toplum menfaatinin önüne geçmemelidir.

İhtikârı değişik şekilde tarif eden mezhepler, Temel gıda maddelerini şehri besleyen yerleşim merkezlerinden alıp, kar için saklamanın tahrimen mekruh veya haram olduğu fikrinde birleşmişlerdir. Temel gıda maddelerinin ticaret için bekletilmesi İslam’ın dışındaki diğer dinlerde de yasaklanmıştır.

Normal şartlarda çiftçinin kendi ürününü bir müddet bekletmesi caiz görülürken, kıtlık zamanlarında onların da bekletilmesi yasaklanmıştır. Bir hadis-i şerifte:

“Kim yiyecek maddelerini kırk gün saklarsa Allah’tan uzaklaştığı gibi Allah da ondan uzaklaşır. Komşuları açken tok sabahlayanlar Allah’ın zimmetinden uzak olurlar” Buyrulmuştur. (Müsned, II, 33) 

Hadisteki kırk gün sınırının konulması, Medine ile şam arasındaki mesafenin, gidiş gelişinin kırk gün olmasına bağlamıştır.

Bu hadise göre Hanefiler saklama müddetini kırk gün,  Bazı imamlar otuz gün, bazıları da şiddetli ihtiyaç maddesi için müddeti üç gün olarak belirlenmiş, ilaç ve  serum gibi maddelerin ihtikârı da saatlik olarak tespit edilmiştir.

Serbest ticarette kamu zararının önlenmesini esas alan fakihler, İhtikârda mekruh sayılan bazı maddelerin, yer ve zamana göre haram durumuna da geçebileceğini belirtmişlerdir. Mesela yaz gününde elbise saklanması mekruh sayıldığı halde, dondurucu soğuklarda stoklanması haram sayılmıştır.

İmam-ı Yüsuf’a göre, Yokluğu veya kıtlığı sıkıntı doğuracak, insanın muhtaç olduğu her türlü ihtiyaç maddesinde ihtikâr geçerlidir. Mesela:

Askeri malzemelerin normal şartlarda ihtikârı mekruh olduğu halde, savaş zamanında saklanması haram sayılmıştır.

Halkın zarar görmesini önlemek için Hz. Ömer(r.a.),    Mekke ve Medine’de, Hz. Ali(r.a.) da Kûfe’deki ihtikâr faaliyetlerini titizlikle denetlemiştir.

Hz. Ömer(r.a.)’in bir içtihadına göre, saklanan mallarda tüm şehir halkının hak sahibi olduğu, bundan dolayı saklanan malın maliyet üzerinden satılıp,(İslamda zulüm yasak olduğu için) parasının sahibine verileceği de beyan edilmiştir. (Abdürrezzâk es-San‘ânî, VIII, 207)

Bir hadis-i şerifte  “Câlib (şehre uzak yerden mal getiren tâcir) methedilmiş, karaborsacı ise lânetlenmiştir” (İbn Mâce, Ticaret)

Resûlullah(s.a.v.),  karaborsacılığa karşı çeşitli tedbirler almak suretiyle ihtikârın topluma zararını önlemiştir. Meselâ: Medine’ye gelen hububatın tamamını satın almak isteyen Hakîm b. Hizâm’a ihtikâr yapmaması uyarısında bulunmuş, ihtikâra yönelen bazı satıcıların ellerindeki malları satmalarını emretmiş, ancak narh koymamış, arz talep dengesine göre satılmasına müsaade buyurmuştur. ( El-Âmilî, 12, 316).

Yani Efendimiz, İslam da, piyasa dengeleriyle oynanıp, ürünlere yüksek ya da düşük fiyat verilerek, haksız rekabet ortamı yaratılmasını da uygun görmemiştir.

Hz. Ali(r.a.), Mısır valisi Eşter’e, karaborsacılığa yeltenenlerin, aşırıya kaçmadan,  uygun bir şekilde cezalandırmasını emretmiştir (Şerîf er-Radî, s. 438).

Hanefî,  Hanbelî ve Malikî mezhepleri, halkın hayatını tehlikeye sokan gıda,  ilaç, serum gibi malları saklayan kişilere, önce normal piyasa fiyatına göre satmasının emredilmesini, satmadığı takdirde müsadere yoluyla malı satılıp, parasının da kendisine verilmesini caiz görmüşlerdir.

Fakihlerin ekserisi narh konulmasına karşı olmakla beraber, kamu zararının önlenmesi düşüncesiyle narhı câiz görenlerde olmuştur. Bazı İslam hukukçuları, normal fiyattan satış yapmamakta israr eden stokçuların, satışlarının engellenmesine de cevaz vermişlerdir  (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, VI). 09.10.2021

Ali KARA

Emekli Müftü