O Yâr, aşkın menzîlidir; kalbe muhabbet gerek…

Bu sevdâya vuslat için aşk-ı müebbet gerek…

 

Bir “Mevcud-u Meçhûl” olan Sultanlar Sultanı’nı,

Nazargâhta fehmetmeye göze ferâset gerek…

 

Kâinâtın her zerresi O’nu terennüm eder,

Bu besteyi idrâk için önce mârifet gerek…

 

“Lâ maksûde illâllah”ın[1] makâmı âlîsine 

Ehl-i gönül âşinâdır, sırr-ı kurbiyet gerek…

 

Buyurur ki; “lâ teknetû… [2]*, biz âsî mücrimlere

“İsm-i Âzam” hakkı için kula merhamet gerek…

 

Ömrümüzün son nefesi son düğümü çözmeden,  

Âlemlerin Sâhibi’nden bize hidâyet gerek…

 

Gök direkler üzerinde yükselirken kâinât,

Daha “dağlar yürümeden”[3] İlâhî nusret gerek…

 

Gün akşama yaslanmadan tedbirli ol sabahtan,

Hazan gelip erişmeden, Hakk’a ibâdet gerek…

 

Belli olmaz, kuşluk vakti Güneş batar ansızın;       

Zaman durmaz, durdurulmaz, bu günden gayret gerek…

                                  

Utancından kararmasın geceler efkâr ile;

Her tefekkür secdesinde îmâna hicret gerek…

 

Elest Meclisi’nde ervâh, Rabb’e tâbî olurken;

Sonsuzluğa yelken açan kula âhiret gerek…

 

“Gül” kokulu gözyaşıyla seccâdeyi sel eden

“Lâle”ye müştâk kalbe Kevser-i Cennet gerek…

 

Îmân rûhun mi’râcıdır; “En Güzel”e sevdâlan,

Aşkullâha vuslat için aşka icâbet gerek…

                               7 Şubat 1999

                     Dr. Mehmet GÜNEŞ

[1] Lâ maksûde illâllah” (Kastedilen, murad olunan başka bir şey yok, ancak Allah var )

[2] Lâ taknetû: Ümidinizi kesmeyin;  Zümer, 39/53; “Lâ taknetû min rahmetillâhi” * “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”

[3] Tekvîr, 81/3