Rahmetli Barış Manço, ülkemizde 7’den 77’ye herkesin sevdiği bir sanatçıydı. 1943 doğumlu Manço; aranjör, şarkıcı, besteci, söz yazarı, programı yapımcısı ve sunucusu, köşe yazarı ve kültür elçisiydi. Türkiye’de Anadolu Rock türünün kurucularından biriydi. On parmağında 10 farklı marifet de vardı, çeşit çeşit yüzükler de vardı. Yaptığı çocuk programında çocuklara 10 puan 10 puan 10 puanlar veriyordu. Yani notları da gönlü de boldu. Yüzlerce şarkı bestelemiş, çok sayıda ödül kazanmıştı. ‘Yaz dostum’ örneğindeki gibi şarkıları çok anlamlı sözler içeriyordu:

”Yaz dostum yoksul görsen besle kaymak bal ile

Yaz dostum garipleri giydir ipek şal ile

Yaz dostum öksüz görsen sar kanadın kolunu

Yaz dostum kimse göçmez bu dünyadan mal ile”

 Arapça, Almanca, Fransızca, İngilizce, Japonca ve Yunanca sarkılar söylediği de oluyordu. Hazırladığı televizyon programıyla Dünya’nın pek çok ülkesine gitmiş, bu nedenle “Barış Çelebi” olarak adlandırılmıştı. Bu özellikleri sayesinde 1991 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanına layık görüldü.

Manço, 31 Ocak 1999 gecesi Moda’daki evinde henüz 56 yaşında ve şöhretin zirvesindeyken kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Devlet sanatçısı olduğu için cenazesinde devlet töreni düzenlendi. 1999 yılında ölümünden hemen sonra Mançoloji albümü yayımlandı ve 2,6 milyon satarak o yılın en çok satan albümü oldu. O sene ben üniversite öğrencisiydim ve çevremdeki herkes Barış Manço dinliyordu. Yaşarken de kıymeti biliniyordu ancak ölünce daha bir değeri anlaşıldı diye düşünüyordum. Çok iyi yetişmiş, entelektüel bir sanatçıydı. Kendisini saygı ve rahmetle analım.

Asıl değinmek istediğim konu ise; sanatçı olsun, bilim adamı olsun, devlet adamı olsun ülkemizde insanlar özellikle öldükten sonra el üstünde tutuluyorlar. Tabutlarının el üstünde taşımasını kastetmiyorum tabi ki. ‘Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur.’ Atasözüyle anlatılan durumu kastediyorum. Bir yazar arkadaşım ‘Siz beni asıl öldükten sonra görün.’ Demişti. Genellikle öyle olmuyor mu? Bu konuyla ilgili Hakkı Bulut’un başından geçen bir olay vardır. Olay şöyle gelişiyor. 1970 yılında Hakkı Bulut, elinde çantası üstünde takım elbisesi ve kravatı olduğu halde öğretmenlik yaptığı köyden evine dönmek için bir dolmuşu durduruyor. Dolmuşta oturacak yer olmadığı için ayakta yolculuğuna devam ediyor. Bu sırada dolmuşun şoförü pikapa bir plak takıp Hakkı Bulut’un ‘ben buyum’ şarkısını dinlemeye başlıyor. Şoför, parçadan etkilenerek ‘ne güzel okumuş ya bu çocuk öldü diyorlar, genç yaşta yazık olmuş, diyor.’ Çünkü o dönemde plak satıcıları, satışlar artsın diye ‘sanatçı ölmüş’ yalanını bir pazarlama taktiği kullanıyor. Bu yalan İstanbul’dan Anadolu’ya dalga dalga yayılıyor. Herkesin inandığı bu yalana bizzat kendisi itiraz ediyor; Hakkı Bulut heyecanla ‘ağabey Hakkı Bulut ölmemiş, Kumarlı köyünde öğretmenlik yapıyor’ diyor. Şoför: Adana şivesiyle ‘sen nerden biliyon ya’ diyor. O da ‘Hakkı Bulut benim’ diyor. Şoför, inanmadığı için hemen dolmuşun frenine basıyor ve muavine dönerek ‘at şunun valizini aşağı’ diyor ve sanatçı dolmuştan indiriliyor. Yaşanmış bu trajikomik olay da gösteriyor ki; ölü diriden kıymetliymiş. Allah kendisine sağlıklı uzun ömürler versin. Dirisinin ölüsünden değerli olduğu bir toplum olabilmemizi ümidiyle hoşça kalın! N. KILINÇ