Yeni bir dönem başlarken, Erkoç dönemi…

Yeni bir dönem başlarken, Erkoç dönemi…
Dikkat ediyorum, artık aday adaylarının sivil toplum kuruluşlara, sendikalara, basın mensuplarına ziyaretleri son buldu. Seçim vardı, gezilmedik kapı bırakmadılar. Yarın unutur giderler. Nasıl olsa iş bitti. Görsen, tanımamazlıktan...

Dikkat ediyorum, artık aday adaylarının sivil toplum kuruluşlara, sendikalara, basın mensuplarına ziyaretleri son buldu. Seçim vardı, gezilmedik kapı bırakmadılar. Yarın unutur giderler. Nasıl olsa iş bitti. Görsen, tanımamazlıktan gelirler. Siyasetin geninde var bu. Seçim zamanı varsın, süreç bitince, yoksun.

Sistem böyle…

Artık herkes evine, köyüne döndü. Yarını bekliyor… Yarın Başbakan kimi açıklarsa, ya da il yönetimi kiminle çalışmak istediği bilgisini, isimlerini verdi ise, şanslı sayılacaklar.

Burada bütün iş, Sayın Fatih Erkoç’a düşüyor. Zira onun fikri alınmadan, kiminle çalışıp çalışmayacağı sorusunun cevabı alınmadan isim belirlenmeyecek.

Kaldı ki artık isimler de belli.

O bakımdan, şunun-bunun sağa sola koşuşturmasına, gazeteciyi arayıp,‘hadi, falan yere gidiyoruz, gel bizi haber yap’ demesine de gerek kalmadı.

Kalmadığı gibi, artık vatandaş da bıktı yani. Biri gidip biri gelince,hep aynı beylik cümleler, ‘hayırlısı olsun, dilerim şanslı kişi sen olursun, başarılar diliyorum sayın başkanım..’

*

O aday adayları, ölene kadar başkan olarak anılacaklar. Aday adayı olsalar bile, gittikleri yerde başkan muamelesi gördüler, ki çocukları bile ismi Ökkeş olan babalarına ‘başkanım’ diye seslenecek.

Eşi de, gelini, oğlu ve torunları dahi…

Olsun… Biraz da onunla idare ederler, birkaç ay sonra kendileri de ne olduklarını, nereye ne için gittiklerini unutur giderler. Çünkü günlük telaş, her şeyi unutturuyor insana.

*

Fatih Erkoç’un büyükşehir belediye başkan adayı olmasından sonra, iki ilçenin belediye başkanı kim olacak diye sabırsız bir bekleyiş var.

Yalnız…

Dürüst olmak gerekirse, milletip tepkisi beynine kadar sıçradı.

Korkunç ve haddini aşan bir bilgi kirliliği yanında, dilden dile dolaşan isimlere tepkinin hayli fazla olduğunu yazsam belki bana kızacaksınız ama boşuna… Bir de vatandaşı dinlerseniz, bana hak vereceksiniz.

Ha, vatandaş… Nankör millet. Şurada kızar, bağırır, çağırır, tepki koyar. Sesli düşünür, lakin seçilen kişi yanına geldiğinde, bir methiye döker ki, sanki o sözleri söyleyen bir başkası idi.

*

Siz bir şey söylediniz, o da onay verdi. Hatta sizin söylediğinizin bin katını kendisi konuşur da, sonra gider, seçilmiş adaya sizi iki kelimede satar, kendi söylediklerini size mal ederek, primi yapmaya çalışır.

Böyle şerefsizler de çok aramızda.

Siyasetin içinde, basının içinde, gırla…

Verip veriştiren kendisi, isim üzerinde acımasız yorum yapan kendisi, az öteye gidince, bir yandaş kesiliyor ki, aklınız durur.

*

Dün sayın Erkoç ve yanında olanlar, OSB kavşağında davullu zurnalı törenlerle karşılandılar. Krallar gibi karşılama derler ya, aynen öyle…

Gidemedim. Bu, sayın Erkoç’a tavır koyduğum anlamına gelmesin. Aksine… Lakin, oraya gidecek olan yalakaları görünce, dilimi tutamam diye endişe ettim.

Suratsızlar, meymenetsizler, iki yüzlüler, riyakârlar, dalkavuklar, şaklabanlar, soytarılar, çıkarcılar, şerefsizler ve tüm bir kaba koyamadığım ikiyüzlüler orada olacaktı, o bakımdan gitmedim. Artık sayın Erkoç’un da kimin samimi, kimin riyakar, kimin çıkarcı, ve de gerçekten kimin dost, kimin samimi olduğunu öğrenmesi lazım. Görmesi gerek…

İnsanlar samimi değil. İnsanlar iki yüzlü, insanlar riyakâr.

O bakımdan, Erkoç’u çok sevdiğini söyleyenlerden daha çok sevdiğim sevgili başkanımız Erkoç’a başarılar diliyorum. Dün de söyledim, işi kolay değil, sorumluluğu büyük, omuzlarına yüklenen yükün haddi hesabı yok.

*

Son sözüm Erkoç’tan boşalan koltuğa oturan mali müşavir, il başkan yardımcısı M.Akif Kahveci’ye… Daha önce de yazdım, o koltuğu doldurabilecek kişi değil. Şahsiyetine, insanlığına söyleyecek sözüm yok da, insan olmak, adam olmak, dürüst olmak başka da, siyaset ayrı bir meziyet.Kahveci, o koltuğun adamı değil, söylemeye çalıştığım o…

Taşıyamaz, kaldıramaz, yorulur, tükenir, biter ve ezilir.

Üzüldüğüm şey o…

Mehmet FİSKECİ