Parya Zilleti Kurtulmalıyız
Birileri bizimle lastik topla oynar gibi oynuyor. Kim olduklarını asla öğrenemeyeceğimiz o birileri; “ellemedik, dokunmadık, kurcalamadık, karıştırmadık, mıncıklamadık” bir yerimizi bırakmadılar. Genlerimizi bozdular. Tohum vermeyen meyve ve sebzeye dön derdiler bizi.
Bu kişiler tarafından gündem o kadar hızlı değiştiriliyor ki yetişebilene aşk olsun! Bizler, ‘anı’ yaşamaktan geriye veya ileriye bakıp bir değerlendirme yapamaz hale getirildik. Ülkesi ve Milleti adına kim dost kim düşman, kim iyi kim kötü anlayamaz duruma düşürüldük.
Önce, Vatan ve Millet aşkıyla yanıp tutuşan kim varsa hepsi kötü ilan edildi. iyi insanlar sözde ‘Ergenekon’ isimli bir örgüte mensup oldukları söylenerek hapislere atıldılar. PKK denilen ve bu ülkeyi bölmek ve parçalamak adına yıllardan beri silahlı eylem yapan, bebek demeden, çocuk demeden, yaşlı demeden önüne çıkan insanları katleden hainlerle canı pahasına mücadele eden kim varsa hepsi akıl almaz suçlamalarla ya hapse atıldılar ya da yapılan hakaretlere dayanamayıp intihara zorlandılar.
Sonra; ordusundaki tüm vatansever generaller darbe yapacakları bahanesi ve suçlamasıyla tasfiye edildi. Bu ülkenin Genelkurmay Başkanı dahi silahlı örgüt kurmak suçlamasıyla içeriye tıkıldı. Onurlu, başı dik, kimsenin karşısında eğilmeyen şanlı Türk Askeri sindirildi, tarumar edildi.
Yetmedi, bu gelişmeleri doğru bulmayan kim varsa; ‘ Vali, Kaymakam, Rektör, Dekan, Öğretim Görevlisi, Savcı, Hâkim, Gazeteci, Polis, İşadamı, Dernek Başkanı, Sendikacı hatta okul Müdürleri’ bile görevden alındı, hapislere atıldı.
Yetmedi, dışarıda ki iyiler içeriye, içerideki hainler dışarıya alındılar. Kandil’deki eli kanlı teröristler Habur sınır kapısında düzenlenen törenle muzaffer komutanlar gibi karşılandılar. Devletin resmi birimlerindeki tabelalardan TC’ler sökülmeye başlandı. ‘Sen Türk’üm dersen öbürüde Kürt’üm der’ diyerek insanların Türküm demesine mani olunmaya başlandı.
Yetmedi, yükseklere yazılan ‘ Ne mutlu Türküm Diyene’ yazıları silindi. Gerekçe yine aynıydı. Sen ‘ne mutlu Türküm diyene’ dersen öbürüde ‘ne mutlu Kürt’üm diyene’ der diyerek koca bir ulusa kendi ırkıyla ilgili bir slogan dahi atmak yasaklanıyordu.
Yetmedi, okullarda yavrularımıza okutulan ‘andımız’ isimli şiir tedavülden kaldırıldı. Sebep yine aynıydı. Sen ‘Türk’üm dersen o da Kürt’üm’ der şeklindeydi.
Yetmedi, televizyonlardaki tüm diziler Kürtlerin yaşamını anlatan diziler oluverdi. Söylenen tüm türküler Kürtçe söylenmeye başladı. Bin yıldan beri Türkçe okunan Türküleri Kürçe olarak dinleyen saf milletim ‘Kürtler olmasa türkü diye bir şey olmazmış’ duygusuna kapılmaya başladı.
Yetmedi, binlerce askerimizi, binlerce bebeğimizi, binlerce polisimizi şehit eden Bebek Katili Öcalan’ı baş müzakereci ilan ediverdik.
Yetmedi, dünün eşkıyası bu günün Peşmerge’sini tankıyla topuyla içerideki işbirlikçilerinin sevinç naralarıyla ve de havai fişekler eşliğinde topraklarımızdan Kobani’ye geçirdik.
Yıllardan beri seçtiğimiz idareciler bu işi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Analar ağlamasın diyerek başlattıkları sürecin, Kürtler ağlamasın sürecine dönmesine seyirci kaldılar.
Kulunun bu meseleyi çözemeyeceği belli oldu artık. Türk Milletinin anası da, babası da, bebesi de hep ağlamakta. Gözyaşı hiç dinmedi. Asker, polis çarşıya pazara çıkamaz oldu. Türk Milleti öz yurdunda parya oldu. (Yüz yıllardan beri koruduğu, kolladığı, doyurduğu azınlıklar tarafından hor görülen ve aşağılanan bir duruma düştü). Sürekli mirasına sahip çıktıkları Cennet Mekân Merhum Necip Fazıl Kısakürek o muhteşem ‘Sakarya Türküsü Şiirinde’ milletin düşürüldüğü bu parya vaziyetinden kurtulması için haykırıyordu:
Yüce Türk Milletinin düşürüldüğü zilleti; ‘Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!’ diye tanımlıyor ve ardından ‘Yüz üstü çok süründün ayağa kalk Sakarya’ diyerek Milleti paryalık zilletinden kurtulmaya davet ediyordu. Üstadın bu daveti sizce de hala geçerli değil mi?