Maraş Yöresinde Kurmanca Konuşan Türkmenler

Maraş Yöresinde Kurmanca Konuşan Türkmenler
Kahramanmaraş Türk Ocağı'nın geçtiğimiz gün düzenlediği konferansın konuğu Araştırmacı-Yazar Ali Gültekin BİNİŞ’ti. Hayataî derecede önemli konferansta Araştırmacı-Yazar Ali Gültekin BİNİŞ dinleyicilerini şu...

Kahramanmaraş Türk Ocağı'nın geçtiğimiz gün düzenlediği konferansın konuğu Araştırmacı-Yazar Ali Gültekin BİNİŞ’ti.

 Hayataî derecede önemli konferansta Araştırmacı-Yazar Ali Gültekin BİNİŞ dinleyicilerini şu bilgileri aktardı:

16. yüzyıl tahrir kayıtlarına göre, Maraş’ta 200’den fazla Türkmen cemaati bulunuyordu. Günümüzde ise bu cemaatlerden, Akçe Koyunlu, Bağıllu, Bekişlü, Çakallu, Dervişçinli (Şeyh İbrahim Baba), Haydarlu, Kara Hasanlu, Narlu, Rişvan, Sevikler/(Almalu), Şarkıyan ve Şamlular, Türkçeyle beraber Kurmanca lehçesiyle konuşmaktadırlar. Diğer taraftan, 18. ve 19. yüzyılda Atmalı Aşiretinin idare ettiği Ağcalar, Haydarlı, Kabalar, Karahasanlar, Karalar, Ketiler, Kızkapanlı, Kizirli, Mahkânlı, Sadakalar, Tilkiler ve Turuşlu isimli Türkmen cemaatleri ile Sinemilli aşiretinin idare ettiği Azizli, Haydarlı, Kalender, Nadarlı isimli Türkmen cemaatleri günümüzde Kurmanca ve Türkçe konuşmaktalar. (Kahramanmaraş merkezindeki Ağcalar, Haydarlı, Kabalar ve Karalar sadece Türkçe Konuşmaktadırlar. Ayrıca Karahasanlıların Afşin/Alemdar ve Kadirli/Karatepe köyleri sadece Türkçe konuşmaktadırlar.) Ancak ne var ki; günümüzde bunların tamamı kendilerini Kürt olarak biliyorlar. Sadece Maraş’ta değil, günümüz itibariyle çeşitli ülke ve şehirlere dağılan bazı Türkmenlerin dili değişmiştir. Dili değişen bu Türkmenlerin bir kısmı zamanla Kürtleşmiştir.

 

I-    Bazı Türkmenler Neden Kürtleşmiştir?

Tarihi kayıt ve belgelerde zikredildiği üzere Türkmen oldukları bilinen birçok aşiret ve cemaat, zaman içerisinde Kürtleşmişler veya Türkmen olduklarını bildikleri halde kendilerini Kürt olarak hissediyorlar. Bu Kürtleşmenin veya kendini Kürt olarak görmenin nedenlerine bir göz atalım.

Bilindiği üzere, 16. yy’da Osmanlı ve Safeviler arasında çıkan çatışmada Doğu Anadolu’da yaşayan Hanefi Türkmenler ve Alevi Türkmenler Safevilerin yanında yer alırken, Şafii olan Kürtler ise Osmanlıların tarafını tutmuşlardır.

Dolayısıyla Osmanlıların Safevilerle olan çekişmesi ve Türkmenlere ilişkin farklı uygulamaları zamanla bazı Türkmenlerin Kürtleşmesine sebep olmuştur. Şöyle ki;

  • Şahkulu (Şahkulu Baba Tekeli veya Karabıyıkoğlu da denmektedir)’nun isyan ederek,  Anadolu’daki Alevileri Osmanlı Devleti aleyhinde teşkilâtlandırmaya başlaması, Antalya’dan Manisa’ya dönen Şehzade Korkut’un hazinesini vurması, Antalya’yı basıp, baş kadı ile birlikte çok sayıda insanı katletmesi; daha sonra sırasıyla Kızılcakaya, İstanos, Elmalı, Burdur ve Keçiborlu kasabalarını yakıp yıkması, bu sırada Anadolu beylerbeyi Karagöz Ahmed Paşa’nın öldürülmesi ve Amasya’da bir araya gelen 20 bin kişilik Erdebil sofularının etrafa dehşet saçmaya başlaması, Osmanlının oldukça canını sıkmıştır. Neticede, Yavuz Sultan Selim Han, 1512 yılında, Anadolu’yu Şi’a tehlikesinden kurtarmak üzere, Şah İsmail’in üzerine gitmeden önce, Kızılbaşları (ki bunların tamamı Türkmen’dir) ağır bir şekilde cezalandırmıştır. Ancak, bazı Türkmen cemaatleri, Türkmen ve Alevi olmadıklarını beyan ederek, bu cezalandırmadan kurtulmuşlardır.
  • Çaldıran Savaşı’nda Safeviler yenildikten sonra Doğu Anadolu’yu terk etmeyen Türkmen Aşiretlerinin önemli bir kısmı Osmanlı’nın Türkmenlere yönelik olumsuz uygulamalarının dışında kalmak için kendilerini Kürt olarak tanıtmaya başlamışlardır.
  • Çaldıran Savaşından sonra yapılan Turnadağ Savaşının ardından, Dulkadir Türkmenlerinin büyük bir kısmı mevcut kimlikleriyle sıkıntı çekeceklerini hesap ederek, kendilerini Sünni ve Kürt olarak tanıtmaya başlamışlardır.
  • Safevi Devleti’ni kuran Türkmenlerin Anadolu’da kalan kısımları devamlı olarak, Osmanlı idaresince tehdit unsuru olarak görülmüştür. Dolayısıyla Osmanlılar, sınırlarını güvence altına almak için, Doğu Anadolu’da Türkmenlere karşı büyük bir baskı uygulamıştır.
  • Şah İsmail Doğu Anadolu’da yaşayan Türkmen Beylerine, Safevilere bağlı kalmaları şartıyla yaşadıkları bölgelerin idaresini vermeyi vaat etmiştir. Oysa Osmanlı Devleti Fatih Sultan Mehmet döneminden başlayarak Türkmenlerin başına Enderun’da yetişen yöneticileri atamıştır.
  • Osmanlı Devleti mütemadiyen Türkmenleri göçebelikten vazgeçmeye ve toprağa yerleşmeye zorlamıştır. Buna karşılık Kürtleri bu uygulamanın dışında tutmuştur.
  • Osmanlı Devleti, Kürt Aşiret Beylerine kullandıkları topraklar için tapu hakkı verirken, aynı hakkı Türkmen Aşiret Beylerine tanımamıştır.
  • Birinci Selim Han zamanında, batıdaki Türkmenlerin bir kısmı Karacadağ bölgesine; Doğu Anadolu’daki ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürtlerin bir kısmı da İç bölgelere yerleştirilmiştir. Sanırım, bu projeyle Alevi Türkmenlerin Kürtlerin etkisinde kalarak, Sünnileşmesi umulmuştur. Ancak bu uygulamanın sonucunda, Karacadağ Bölgesine yerleştirilen Türkmenler zamanla Kürtleşirken; iç bölgelere yerleştirilen Kürtler de oradaki Türkmenleri Kürtleştirmişlerdir.

Neticede, gerek Osmanlı Safevi mücadelesi nedeniyle, gerekse Osmanlının Türkmenler üzerindeki siyasetinden dolayı; baskı gören Türkmenlerin bir kısmı İran’a göçerken, bir kısmı da Kürtler arasına karışarak Kürtleşmiştir. Bazı Türkmenler de Osmanlının Kürtlere tanıdığı ayrıcalıklardan yararlanmak için Kürtleşmiştir.

II- Bu Türkmenler Neden Kendilerini Kürt Sanıyorlar?

Kurmanca konuşan bazı Türkmenler, bir yandan konuştukları bu dili gerekçe göstererek, bir yandan da kullandıkları ve etimolojisi bozulan isimlerle isim sandıkları lâkapları gerekçe göstererek Kürt olduklarını sanıyorlar.

 

III- Türkmen Olduklarını Bildikleri Halde, Kurmanca Konuşan Türkmenler Neden Kendilerini Kürt Olarak Tanıtıyorlar?

 

a)  Horlanmadan Dolayı Oluşan Kin,

Konuştukları Kurmanca nedeniyle horlanan ve hakir görülen Türkmenler, Kürtlüğe sahip çıkarak, bu kimliği benimsemişlerdir.

 

b)  Rollerin Gerçeğe Dönüşmesi,

Son zamanlarda Avrupa devletlerinin Kürtleri himaye etmesi, yurtdışında çalışmak isteyenlerin büyük bir kısmının, bölücü örgütlerin yurtiçindeki yasal ve illegal teşkilatlarının referanslarını kullanmasına neden olmuştur. Bu şekilde yurt dışına çıkanlar, önceleri bir rol icabı, kendilerini Kürt olarak tanıtıp, onlar gibi görünmüşlerse de zaman içinde bu rollerini iyice benimsemişlerdir. Neticede, daha önceleri Türk Milliyetçiliği yapacak kadar vatansever olan bu insanlar, illegal örgütlerin yoğun propagandası sonucunda maalesef onların safında yer almışlardır. Dahası, onlardan aldıkları zehri, özellikle camiada konuşulan Kurmanca’yı gerekçe göstererek, etraflarındaki cahil kimselere zerk etmektedirler.

 

c)  Yoğun Propaganda ve Sindirilme

Son zamanlarda, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da bulunan Türkmenler, terör örgütünün ve yöre halkının baskı ve sindirmeleri sonucunda kendilerini Kürt olarak tanıtmaya başlamışlar.

 

IV-    Dilin Değişmesi Mümkün mü?

Dilbilimciler, dilin yaşayan bir varlık olarak değişmeye muhtaç olduğunu, kültürel, ekonomik ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak değişmekte olduğunu söylemektedirler. Toplumun ihtiyaç duyması halinde dili değişir. Genellikle sosyolojik bir süreç içinde, yapılan kelime alış-verişiyle diller önce kısmen, sonra da tamamen değişir. Bu konuda birçok örnek veren Prof. Dr. Faruk SÜMER, Urfa’da Karakeçili ve Dögerlü adlı Türk aşiretlerinin Kürtleştiğini, Kürt kökenli İgirmi-Dört isimli aşiretin de Türkleştiğini söylemektedir. Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ise, 1500-1600 yılları arasındaki Osmanlı tahrir kayıtlarına dayanarak; “Bugün kendini Kürt olarak bilen bazı ailelerin 16. yüzyıl kayıtlarına göre Türkmen olduğu görülüyor.” demektedir.

Dikkat çeken önemli bir husus da Kürt tarihçilerin dil değişikliği konusunda daha detaylı bilgiler vermesidir. Kürt tarihçilerden Mehmed Emin Zeki Beg, “Kürdistan Tarihi”nde; “Karakeçi: Yaklaşık 1.700 aileden oluşur ve Siverek beldesine yakın bir bölgede yarı göçebe bir hayat sürer. Bu boyun çoğu Zazakî lehçesiyle konuşur. Ayrıca Turabidin ile Diyarbekir arasında Karakeçi yöresinden gelip burada yaşayan birçok Kürt boyu var. Bazı iddialara göre bunların soyu, Sultan I. Selim’in Karacadağ çevresine yerleştirmiş olduğu Türkmenlere dayanır. Nitekim bu Kürt bölgesine Türkmenlerin yerleştirilmesi, Zirki, Tirkân ve diğer bazı Kürt aşiretlerinin de Anadolu’nun batı bölgelerine göç ettirilmelerine neden olmuştur. Ancak buraya yerleştirilen Türkmenler bir süre sonra buradaki Kürt aşiretleriyle tamamen kaynaşmış ve zamanla Türkmence dilini unutup tam bir Kürt aşiretine dönüşmüşler.” demektedir. Yine (Rusya Kürtleri) Zengezer, Civanşir, Cebrail ve Araş Kürtlerinden bağımsız bir kaza oluşmaktadır. Bu Kürtler Rus Azerbaycan’ındaki Türklerle kaynaştıklarından dolayı, dilleri üzerinde Azeri Türkmencesinin etkisi büyüktür. Erükçili Aşireti için, “… Aslen Yörük-Türkman aşiretlerinden olduğu sanılıyor.” Eloş Aşireti için, bu aşiret; Arapça konuşur, ancak lideri Kürt’tür. Hellaci Aşireti için “… bu aşiretin içinde biraz Türk ve Ermeni de yaşar.” Berazi Aşireti için “… bir kısmı Araplara karışarak yok olup gitmiş, Arapçadan başka bir dil konuşamaz hale gelmiş.” Delmam kân için “Bu aşiret Arapça konuşur. Asılları Kürt’tür.” Aluş aşireti için “… bu aşiret aslen Kürt oldukları halde Arapça konuşurlar.” Sinamenili için “3500 aileye varırlar. Malatya yakınlarında otururlar. Alevi mezhebindendirler. Şiveleri biraz Farsçaya yakındır.” Karahasan için “Besni’nin batısında otururlar ve asıllarının Türkmen olduğu mümkündür.” demektedir.

Diğer bir Kürt tarihçisi Şerafeddin Han (Şerefname/Kürt Tarihi) isimli eserinde; (1597) Tunceli ve yöresindeki beyliklerin soy bakımından Türkmen olup, Selçuklu hükümdarı Melikşah’a dayandıklarını söylemektedir. Şerefeddin Han ayrıca, “Kentlerde ve işlenmiş topraklarda yaşayan ve Acemler (Arapça bilmeyen barbarlar) ile Perslerden oluşan yerli halklara komşu olarak yaşadılar. Orada kendi (ana) dillerini terk etmişler ve dilleri barbarca (Acemce) olmuştur. Böylece her tür Kürt için kendilerine özgü bir dil oluşmuş, buna Kürtçe denmiştir.” demektedir. Ayrıca, “Tur ve Heytem Bölgesinde büyük çoğunlukla Ermeni uyruklu vatandaşlar otururlar. (….) Şah bölgesinde Ermeniler yaşar ve bir kalesi vardır. Mükemmel narlar yetişir ve Şiluyi ya da Şilevi kabilesinin ikametgâhı hizmetini görür. Tiş Etel ya da İtil’e bağlı bölgede ve Eremşat Kalesi civarında Büyük Bahti Aşireti’nin en önemli kolu olan Berasi Kabilesi oturur. Buradaki Ermenilerin çoğu Arapça da konuşur.” diye belirtmiştir.

Bu örneklerden anlaşıldığı üzere toplulukların, cemaatlerin, aşiretlerin ve hatta milletlerin dil değiştirmelerinin mümkün olduğu görülmektedir. Bazı topluluklar, dillerinin değiştiğinin kabul ederek asıllarını korumuşlardır. Ancak, bu gerçeği kabul etmeyen bazı topluluklar, mevcut dillerini esas alarak farkına varmadan asimile olmuşlardır.

 

V- Toplumların Dili Nasıl Değişir?

  • Okuma yazma kültürünün bulunmaması,
  • Baskı yoluyla başka bir dili kullanmaya mecbur edilmesi (asimilasyon),
  • Başka toplumlarla gönüllü ya da zorunlu olarak bir arada yaşanılması,
  • Başka bir halkın dilinin benimsenmesi,
  • Değişik coğrafyalarda yaşamak zorunda kalınması,
  • Yoğun bir kültür alışverişinin bulunması,
  • Ekonomik ve teknolojik gelişmelerin mevcut olması,
  • Başka bir etnik yapıda görünmek için, o etnik yapıya ait dilin kullanılması (kendini gizleme),
  • Toplumların kendi dillerini küçük görmesi (kompleks),
  • Toplumların ihtiyaç duyması,
  • Sosyolojik süreç içinde, kelime alış-verişlerinin yapılması,

Hallerinde toplumların dili değişir.

VI-            Kurmancanın Ortaya Çıkması

Türkmenlerin Anadolu’ya gelirken ilk durak olarak kullandıkları, Horasan ve Doğu Anadolu’da özellikle şehir dili olması sebebiyle Farsça, bölgeye gelen toplumların dili üzerinde diğer dillere göre daha etkili olmuştur. Farsça, önce kelime, sonra da gramer unsurları bakımından burada yaşayan Türklerin dillerini sömürmüştür. Selçuklular döneminde Farsçanın resmi dil olması ve Osmanlılar döneminde de Türkçeyi yaygınlaştırma hedefi veya politikasının bulunmaması sebebiyle Farsçanın bu etkisi günümüze kadar devam etmiştir. Bölgede Farsçadan sonra en önemli dil Arapçadır. Sıralamada bu dilleri Türkçe takip etmektedir. Neticede bu üç dilin bir arada konuşulduğu bölgede Osmanlıcanın terkibinden oluşan, yeni bir lehçe olan Kurmanca ortaya çıkmıştır. Bu yüzden de Kurmancaya “Doğu Anadolu Osmanlıcası” denilmiştir.

VII-  Kürtçeyi ve Kurmancayı Oluşturan Kelimelerin Kökeni

Kürtçe/Kurmanca, Osmanlıca gibi ağırlıklı olarak, Türkçe, Farsça ve Arapça terkibinden meydana gelmiş karma bir lehçedir. Bu konuda yapılan tüm araştırmalar bunu doğrulamıştır.

Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY, Kurmanca lehçesi için  “Doğu Anadolu Osmanlıcası” demektedir. (Aslında, Osmanlıcanın Azeri lehçesiyle söyleniş biçimidir dersek daha doğru olur.) GÜLENSOY, hazırladığı etimolojik çalışmada da Kürtçe içindeki 7000 dolayında kelimenin Türkçe olduğunu tespit etmiştir.

 

Yusuf Ziyaeddin Paşa tarafından hazırlanan Kürtçe-Türkçe Sözlükte yer alan 5900 kelimenin, %22’sinin Farsça, %21’inin Arapça, %17’sinin Türkçe, %8’inin özel isim ve %33’ünün de Süryanice, Ermenice, İtalyanca, Rusça, Yunanca, Fransızca ve kaynağı tespit edilemeyen dillerden geldiği ortaya çıkmıştır.  

 

Rusya Bilimler Akademisi tarafından hazırlanan Kürt Dilinin Etimolojik Sözlüğü’ne göre de Kürtçenin söz varlığının % 99’dan fazlasının kökeni başka dillere ait olduğu görülmüştür. (% 40.96’sı Arapça, %39.09’u Farsça, %14.96’sı Türkçe, % 2’si de Ermenice kelimelerden oluşmaktadır. Daha küçük oranlarda kelimesi olan dilleri de katınca bu oran %99’u geçmektedir.)

VIII- Asimile Olmuş Türkmenlerin Kimliklerinin Geri Kazandırılması İçin Yapılması Gerekenler

Kürtleşen Türkmenler için;

  • Yöreye ait araştırmacılar, Kürtleşen ya da Kürtçe-Kurmanca konuşan Türkmenler üzerine yoğunlaşmalı,
  • Üniversitelerin Tarih hocaları, bir kısım tez konularını bu alandan seçmeli,
  • Bu konuda araştırma yapanlar, ulaştıkları bilgi ve belgeleri birbirleriyle paylaşmalı,
  • Dilin değişmeye müsait bir yapıda olduğu ve Kurmancanın, Kürtçenin değil Türkçenin bir lehçesi olduğu üzerinde durulmalı,
  • Bu konuda bilgi sahibi olan akademisyenler, araştırma yapanlara yardımcı olmalı,
  • Araştırma yapanlar, mümkünse bölge dışından olmalı,
  • Kültür dernekleri bu konuda araştırma yapanlara yardımcı olmalı,
  • İlgili kurum ve STK’lar üniversitelerle işbirliği yaparak, mümkünse çeşitli bölgelerde sempozyumlar düzenlemeli,
  • Araştırma sırasında zayıf bilgi ve belgelerden uzak durulmalı,
  • Araştırma sonuçları basılarak, hedef kitleye ulaştırılmalı,
  • Çocuklara yönelik kitap ve görsel yayınlar hazırlanmalı.