Leş mi kesildiniz!
Dün akşam küçük oğlum odama geldi. ‘Biraz konuşabilir miyiz?’ dedi. ‘Elbette’ dedim. Yanıma oturdu. Elleri titriyordu. Oğlumu hiç bu denli üzgün görmemiştim…
Lice’de Bayrağımızın gönderden indirilmesine canı fena halde sıkılmış küçüğümün. Tanık olduğu ihanet karşısında dertlenmiş, içerlemiş. Kurban olduğumun ‘kurt bakışlı gözleri’ ıslanmış, ağlamaktan kızarmış.
‘Bu ne hal evlat’ dedim. Sabrının sonuna gelmiş insanların sergileyebileceği bir samimiyet ve kararlılıkla anlatmaya başladı.
“Babacığım daha beş yaşımda bana ‘Bayrak’ şiirini ezberletmiştin. Hatırladın mı? Elimden tutup götürdüğün törenlerde bana mutlaka Bayrak şiirini okuturdun. Şiir bitince ellerin kızarıncaya kadar alkışlardın. Kimseler duymazdı ama içinden ‘işte benim oğlum dediğini ve benimle gurur duyduğunu’ ben anlardım.
Ne günlere kaldık canım babacığım. Sağıma, soluma hangi yana baksam Mehmet Akif Ersoy’un seslendiği o soysuz o duyarsız insanları görüyorum. Hani vatan müdafaasına yanaşmayan o soysuzlara:
‘His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin’
Diyordu ya Akif, bende bu gün kendi ülkemde ‘yol kesenlere, polis ve asker kaçıranlara, iş makinelerini yakanlara, kışlaya girerek gönderdeki şanlı bayrağı indirenlere, açıkça Devlete Başkaldıranlara ’ çıt çıkartmayan zihniyete aynı cümlelerle seslenmek istiyorum:
‘His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildiniz?
Hayret veriyorsunuz bana... Siz böyle değildiniz.’
Ve Ülkemin Tüm Vatan Sever İnsanlarına sesleniyorum:
Ey uğrunda öldüğüm, can verdiğim Ayyıldızlı Bayrağım!
Seni gönderinden indiren o pisliklerden hesabını soracağım.”
Yanıp tutuşan küçüğümün başını omzuma yasladım. Bir yandan ipeksi saçlarını okşarken bir yandan da bu haklı feryatları karşısında vereceğim cevabı bulmaya çalıştım. Uzun süren bir sessizliğin ardından kısık bir sesle; ‘Sen daha çok ufaksın, küçüğüm. Bu ihanetin hesabını soracak kişilerin ve kurumların tamamı etkisizleştirilemedi, sayıları çok azalsada henüz var diye düşünüyorum. Bu ihanetin hesabını da o kişi ve kurumlara bırakmalıyız’ deyiverdim.
Kimin oğlu? Babasına çekmiş. Söylediklerimle ikna olmadığı bakışlarından belliydi. Ama başını okşamam biraz rahatlatmıştı. ‘Tartışmak amacıyla değil ama benim çok ümidim yok babacığım’ diye fısıldadı. Sanki duyulmasından korkuyordu. ‘Ergenekoncu diyerek Asker, Paralelci diyerek Polis tasfiye edilmedi mi? Gerektiğinde hesap soracak kimi kaldı Allah aşkına bu Milletin?’
Soru gerçekten çok çetindi. Cevap verilecek bir yanı yoktu. ‘Söz gümüş ise sukut altındır’ demiş Atalarımız. Her soruya cevap vereceksin diye bir kuralda yok ki. İnsan bazen susma hakkını da kullanmalı. Bu düşüncelerle Oğlumun son söylediklerine cevap vermedim. Oğlumun söyledikleri gerçeğin taa kendisiydi. Cevap vereceğim diye saçmalamaktan korktum ve uzun bir süre sustum… Başını okşamaya devam ettim. Belli ki O da benim gibi derin derin düşünüyordu. Beş dakika kadar süren bu uzun sessizliğin ardından Cennet Mekân Mehmet Akif Ersoy’un şu mısraları geldi dilimin ucuna;
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!”
Sen merak etme benim küçüğüm; ‘Allah’ın izniyle gerek Bayrağımıza el uzatanlardan gerekse her fırsatta açık açık bu vatanı bölmekten söz edenlerden ve sadece söz etmekle kalmayıp yol kesen, can yakan bu gulyabanilerden ve soyu sopu bellisiz bu hainlerden mutlaka hesap sorulacaktır, canını sıkma, kederlenme sen’ dedim…
Bu Devlete bu Millete karşı yapılan bu ihanetler karşısında gıkını bile çıkartamayan ıkınana, tıkanana kadar yalayıp yutan siz vurguncular siz soyguncular;
Sahi leş mi kesildiniz?