Cümle güzellikleri “Gül”den öğrendik

Cümle güzellikleri “Gül”den öğrendik
Bizler;İnsanoğlunu, yaratılış gâyesiyle buluşturan,Beşeri, kemâl ufkunun zirvesine ulaştıran,Mü’minleri, Son İlâhî Dîn’e kavuşturan,Müslümanları, “Gül Devri”nde yaşama mutluluğuna eriştiren,Dünyayı Cennet’e,...

Bizler;

İnsanoğlunu, yaratılış gâyesiyle buluşturan,

Beşeri, kemâl ufkunun zirvesine ulaştıran,

Mü’minleri, Son İlâhî Dîn’e kavuşturan,

Müslümanları, “Gül Devri”nde yaşama mutluluğuna eriştiren,

Dünyayı Cennet’e, ukbâyı da ebedî saâdet iklimine dönüştüren,

İslâm olmak, dolayısıyla da insan olmak için gerekli her şeyi;

Güzîn-i Beşer,

Mürşîd-i Ekber,

En Kutlu Rehber,

Yegâne Önder,

Emsalsiz Lider

Ve Son Peygamber olan

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Îmandan îtikâda,

İlimden ibadâta,

Ticâretten muâmelâta,

Ahlâktan hayır-hasenâta,

Kazâdan mukadderâta,

Nazariyeden icraata,

Fertten cemâata,

Ölümden hayata kadar;

Dînimizin her türlü ahkâmını, tatbik esaslarını

Ve muhkem kıstaslarını

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler,

İslâm’ın;

Kapısının Kelime-i Şahâdet,

Zemininin ihlâs ve hidâyet,

Temelinin îman ve ibâdet,

Duvarlarının Hakk’a hürmet ve muhabbet,

Direklerinin namaz ve itâat,

Çatısının vakar ve izzet,

Penceresinin de hüsn-ü zan ve zarâfet olduğunu

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Allah(c.c.)’ı tanıma ve O’na, O’nun istediği şekilde kulluk yapma mükellefiyetini,

Müslüman olma ve her şeyi Kur’ân’a göre târif ve tanzim etme mecbûriyetini,

Her işe “Allah adıyla” başlama ve her şeyi “Allah adına” yapma şiâr ve iftihârını,

Hayatın her karesini Besmeleyle fethetmenin azim ve kararını,

İslâm’ı anlama, anlatma, yaşama ve yaşatma husûsundaki en mükemmel ölçüleri,

Dînimiz ve dünyamız hakkındaki en doğru bilgileri,

Ve Kur’ân’ın günlük hayata tercümesini

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Îman dâiresinde kalmanın ve Rahmet-i Rahmân’a râm olmanın erişilmez kutsiyetini,

Hayatı madde-mânâ bütünlüğü içinde ve aslî mânâsıyla kavrama keyfiyetini,

Ömrümüzün her ânını İlâhî emirlere göre tanzim etme plân ve programını,

Nefis muhâsebesiyle ebedî hayat murâkabesini birlikte yapmanın nizâm ve intizâmını,

Dünya ağırlıklı âhiret yolculuğuna değil, cennet menzilli ebediyyet seferine çıkmayı,

Rızâ-i Bârî’ye ulaşmak için Hakk yolunda çile çekmeyi,

Allah(c.c.)’a inandım de”yip, 

sonra da Allah (c.c.) aşkıyla “dosdoğru ol”mayı,[1]

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

İnsanların dindarlığı nispetinde sıkıntıya uğradığını,

Mükâfâtın büyüklüğünün de,belânın derecesiyle mütenâsip olduğunu,

Dindar olmayanın bu dünyadaki sıkıntısının da hafif olacağını,

Mütedeyyin kulların; günahlardan arınana kadar belâdan kurtulamayacağını [2]

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Varlığın vâr olma sebebinin sevgi olduğunu,

Vâreden’e sevgiyle erişildiğini,

Hakîkî aşka hicret etmekle ‘Besmeleli sevdâlara’ varıldığını,

“Aşk-ı Mecâzî”den “Aşk-ı Hakîki”ye yol bulunca Muhabbetullah iklimine girildiğini,

Hilkâtin de; muhabbet üzerine, sevgi üzerine, aşk üzerine halkedildiğini,

Hayatın sırrı olan aşkın, bir fânîye fedâ edilemeyecek kadarüce bir duygu olduğunu,

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Aşkın, gönüllere şifâ olduğunu/olacağını,

Şifânın da “İlâhî Aşk”da bulunduğunu /bulunacağını,

Bu aşkın taşlaşmış kalpleri bile yumuşattığını /yumuşatacağını,

Sevgi anahtarının en paslı kalp kilitlerini bile kolaylıkla açtığını/açacağını,

Kalp katılığının şifâsının da; Fakirleri doyurmak ve

        yetimlerin başını okşamaktan[3] geçtiğini /geçeceğini

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

 

“Sevdiklerimize, sevgimizi izhâr etmemiz gerektiğini,

Sevgimizi söylemekle aradaki muhabbetin güçleneceğini[4],

“Îman sâhibi olmadan cennete girilemeyeceğini,

Birbirimizi kâmil mânâsıyla sevmeden gerçek mü’min olunamayacağını”[5],

“Mü’min; ülfet eder (iyi geçinir); ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyen mü’minde hayır yoktur”[6]düstûrunu,

“Allah’ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim… Allah’ım! Senin sevgini bana canımdan, âilemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!.. Rabbim! Beni sev; beni, sevdiğin kullarına sevdir ve sevdiğin kullarını bana da sevdir.”[7] duâsını

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

İnsanın;

“Ahsen-i takvîm[8] olarak yaratıldığını,

Emrine kâinâtın musahhar kılındığını,

Allah(c.c.)’ın yeryüzündeki hâlifesi olduğunu,

“Eşref-i mahlûkat” ve “ekmel-i mevcûdat” diye vasfedildiğini,

Âdemoğlundaki bu mükemmelliğin;

Ruh, beden, akıl, zekâ, şuûr ve irâdeyle anlamlı hâle geldiğini,

Hayatı muhteşem bir şiir tadında ve İlâhî emirler   

istikâmetinde yaşaması gerektiğini,

Kulun; kendi acziyetini idrâk etmeye başladığı an

Hakk’ın kudretini kavrayabildiğini,

Bütün yolların bidâyetinin de nihâyetinin de Allah(c.c.)’a vardığını,

Ve en büyük insanlık rütbesinin Hakk’a hakkıyla kul

        olmakla kazanıldığını

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

“Hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkmayı,

Zararlı söz söylemeyerek esenliğe kavuşmayı,

Ya faydalı konuşmayı yahut susmayı”[9]

Dinde iyi bir çığır açan kimseye,

Hem yaptığının sevâbı,

Hem de kendisinden sonra

O çığırda yürüyenlerin sevâbının verildiğini,

Üstelik her birinin sevâbından da

Hiçbir şey azalmadığını;

Dinde kötü bir çığır açana da

Hem bu yaptığının günâhı,

Hem de kendisinden sonra

O çığırda yürüyenlerin günâhının yazıldığını,

Üstelik her birinin günâhı    ndan da

Hiçbir şey azalmadığını”[10]

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Dünyanın Bir müddet kalınıp gidilecek bir ağaç

gölgesi[11]olduğunu,

Beşerîyetin; Bekâ Yurdu’na vuslat için bu fânî

âleme geldiğini,

“İki kapılı bu han”da insanoğlunun belirli bir süre

misâfir kaldığını,

Yüce Rabbimiz’in herkesi, yaptığı herşeyin hesâbını

vermekle mükellef kıldığını,

İnsanoğlunun yeni bir hayata merhabâ demek için

öldüğünü,

“Her nefsin mutlaka tadacağı ölümün[12]

ardından herkesin yeniden can bulduğunu,

Ölümün, mü’minin canını Rabbine hediye etmesi”

mânâsına geldiğini,

Ölümü; “şeb-i arûs” ya da “nev-rûz” bilenlerin

ebediyyen güldüğünü,

Kıyâmet sonrası“Sûr”a ikinci defâ üfleneceğini,

Gökten hayat veren bir su ineceğini”[13],

Ve Allah(c.c.)’ın izniyle

Kemikleri bile çürümüş insanların,

Hiç çürümeyen ‘acbü’z-zeneb’den

Yeniden canlanıp dirileceğini”[14]

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Adâletin güzel,

Fakat ümerâda (idârecilerde) daha güzel;

Cömertliğin güzel, fakat zenginlerde daha güzel;

Haram olduğu şüpheli şeylerden kaçınmanın güzel,

 fakat âlimlerde daha güzel;

Sabrın güzel, fakat fakirlerde daha güzel;

Tevbe etmenin güzel, fakat gençlerde daha güzel;

Hayânın (utanmanın) güzel,fakat kadınlarda daha güzel”[15];

Bir haslet olduğunu “Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Nefse “hoş” gelen şeylerin “boş”luğunda kalmamayı,

Üç günlük dünya ticâretinde ömür sermayesini beyhûde tüketerek “müflis” olmamayı,

Hayatın zorlukları karşısında “sabır-şükür-zafer” diyerek “muhlis” olmayı,

Allah’ı görüyormuşçasına ibâdet etmeyi,

Dünyada bir garip gibi yaşamayı”[16],

Dünyada karınlarını tıka basa doyuranların,Kıyamet günü uzun süre aç kalacağını[17]

Dünyada yükselen bir şeyi alçaltmanın,

Allah’ın değişmez kanunu olduğunu”[18];

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Şu altı husûsa titizlik göstererek:

Konuştuğu zaman yalan söylememeye,

Söz verdiğinde sözünden dönmemeye,

Kendilerine bir şey emânet edildiğinde, emânete

hıyânet etmemeye,

Gözünü haramdan sakınmaya,

Elini harama uzatmamaya,

İffet ve namusunu korumaya”

Söz verenlerin;

“Cennet’e gireceklerini”[19]

Ve “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah”  sözünün

Cennet hazînelerinden bir hazîne”[20] olduğunu

Ve Cennet’in de,

“Allah’a karşı gelmekten sakınmakla,

Ve güzel ahlâka( sâlih amele)sâhip olmakla”[21]

kazanıldığını

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Sayılı nefeslerin sâdece beşikle mezar arasında tüketilen bir hazîne olmadığını,

Hayatın; âhiret günü mizâna çekilip, hesabı sorulacak şahsî bir sermâye olduğunu,

İnsanın da bu sermâyeden müteselsîlen sorumlu tutulduğunu,

“Ölümü en çok hatırlayanların

Ve ölüm sonrası için en iyi şekilde hazırlananların

En zekî mü’minler” olduğunu,

Onların,“Ölmeden nefsini hesâba çektiğini,

Âciz insanın de hevâ ve hevesine uyduğunu” [22]

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

“Ölüm gelmeden önce hayatın,

Hastalık gelmeden önce sıhhatin,

Meşgûliyet gelmeden önce boş vaktin,

İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin,

Fakirlik gelmeden önce zenginliğin,

Kıymetini bilmeyi”[23]

“Gül”den öğrendik...

 

 

Bizler;

“İyiliğin; (mü’min) kalbinin uygun gördüğü

Ve yapılmasına onay verdiği şeyler;

Kötülüğün ise, kalbi tırmalayan,

Başkaları sana yap diye fetvâ verse bile,

İçine sinmeyen şeyler olduğunu”[24]

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

“Yalan söylemenin,

Sözünde durmamanın,

Emânete ihânet etmenin;

Münâfıklığın üç (büyük) âlâmeti olduğunu”[25]

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Her işi tek sayılarla yapmayı,

Günlük hayatı üçe bölmeyi,

Suyu üç yudumda içmeyi[26],

Abdest alırken uzuvları üç kere yıkamayı,

Bir eve girmeden üç defâ seslenmeyi,

Yapılan duâyı ve nasîhati üç kere tekrar etmeyi,

Rükû ve secdede üç, beş, yedi, dokuz gibi

tek sayılarla Rabbimiz’i tâzim etmeyi,

Ve namaz sonrası tesbihâtı üç-otuzüçe tamamlamayı[27]

“Gül”den öğrendik...

 

Bizler;

Kâinât kitabını hakkıyla okumayı,

Hilkatin esrarındaki aşkı, gönül gergefine dokumayı,

Evvelen Yaradan’ı sevmeyi ve O’na hakkıyla ibâdet etmeyi,

Sâniyen “Yaradan’dan ötürü” “yaratılan” her şeye muhabbet beslemeyi,

Sâlisen dünyayı sevdâ çiçekleriyle süslemeyi,

Râbien, sevginin hakkını vererek gönül seferine çıkmayı,

Âhiren, sevgi nâmelerine gönül gözüyle okunan “bir güzîde mektup” diye bakmayı,

Velhasıl; gönül fethi için “Cân özünden besmele çekmeyi”,

Kin ve nefretten nefret ederek yüreklerde sevgi çerağı yakmayı,

İnsanlığın istikbâli için ebedî bahar besteleri terennüm etmeyi,

İfrat ve tefritten arınmayı, îtidâl zırhına bürünmeyi,

Aşkı vatan edinip; edebi, gönül toprağı yapmayı,

“Saltanat aşkından, aşk saltanatına” yükselmeyi,

Kâmil mânâsıyla sevmeyi, sevilmeyi,

Ve dünyayı bir gül bahçesine çevirmeyi

“Gül”den öğrendik...

 

Hâsılı Kelâm,

Bizler cümleten;

İnsanı insan yapan

Cümle erdemlerin

Cemî cümlesi olan

Bilcümle güzellikleri;

“Gül”den öğrendik...

 

Hatm-i kelâmı Fehîm-i Kadîm’in diliyle yapalım ve Kâinatın Solmayan Gülü’ne yeryüzünde açılan gül yaprakları sayısınca salât ü selâm olsun diyelim:

“Mihr ü meh devr eyledükçe âlemi her subh u şâm,

Sad selâm olsun revânı-ı pâküne her rûz u şeb…”[28]

(Ay ve Güneş, sabah akşam âlemleri devrettiği sürece,

Senin o tertemiz rûhuna gece gündüz yüzlerce selâm olsun.)

 

                                                                       Dr. Mehmet GÜNEŞ

 

[1]Müslim, Îman, 93; Tirmîzî, Kıyâmet, 56; İbn-i Mâce, Duâ, 5

[2] Tirmîzî, Zühd, 54; İbn-i Mâce, Fiten, 23; Dârimî, Rikak, 67

[3] Hanbel, Müsned, II, 263-387

[4] Ebû Dâvûd, Edeb, 112; Hanbel, a.g.e., III, 140-141

[5] Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66

[6] Hanbel, a.g.e., II, 400, V, 335

[7] Tirmîzî, Daavât 72; Hanbel, a.g.e., V, 243, Hâkim, Müstedrek,  I, 702, 708

[8] Tîn,  95/4

[9] Hâkim, Müstedrek,  IV, 286,287 

[10] Müslim, Zekât, 69;  Nesâî, Zekât, 64

[11] Hanbel, Müsned, I, 301; Tirmîzî, Zühd, 44

[12] Âl-i İmran, 3/185; Enbiyâ, 21/35; Ankebut, 29/57)

[13] Müslim, Fiten, 28,

[14] İbn-i Mâce, Zühd, 32,

[15] Seyyid Ahmet el Hâşimî, Muhtar’ul Ehadis, 100

[16] Buhârî, Rikak, 3; Hanbel, Müsned, II, 132; Tirmîzî, Zühd, 25

[17] Tirmîzî, Kıyâmet, 37; İbn-i Mâce, Et’ime, 50

[18] Buhârî, Cihad, 59, Rikak, 38; Ebû Dâvûd, Edeb, 8; Nesâî, Hayl,14,16

[19] Süyûtî, Câmiü’s-Sağîr, II, 832

[20] Tirmîzî, Daavât, 58;

[21] Tirmîzî, Birr, 62; İbn-i Mâce, Zühd, 29; 

[21] Hanbel, a.g.e., II, 291, 392

[22] İbn-i Mâce, Zühd, 31   

[23] Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, I, 166-167

[24] Hanbel, Müsned, IV, 228; Dârimî, Büyû’, 2

[25] Buhârî, İmân, 25, Şehâdât, 28, Edeb, 69; Müslim, İmân,107-108; Tirmîzî, İmân,14

[26] Müslim, Eşribe, 123

[27] Müslim, Mesâcid, 142

[28] Fehîm-i Kadîm, Kasîde-i Fehîm Der Na’t-i Hazret-i Cenâb-ı Risâlet-penâh, Büyük Türk Klâsikleri, V, 167