Bre Muarızlarım! Size Bir Türk Anlatayım da Dinleyin
Ey azizan!
Şahitsiniz ki, dört yıla yakındır muarızlarım Ömay, Cemay, Hunu ve yandaşlarının bu mazlum ve mazrur muharrire attıkları iftiraların, aleyhlerin haddi hesabı yok.
Müslümanlığımı beğenmeyip “Hükümetçi Müslüman” dediler. İslâmlaşmış Türklüğümü, içinde Müslüman olmayan sözde güçlü Türk (!) olarak gösterilen Cengizhan, Atilla vb. hükümdarlar, Hunlar, Atsız ve Ergenekon gibi unsurlar yok diye eksik buldular. Kendilerine “Türk”, fakire “siz Müslümanlar” diye hitap ettiler. “İslâmlaşmış Türk Milletindenim” dedim, “Hayır! Bu millettensin” dediler.
Hattâ “Büyük Türk düşmanı” ilân ederek sağa sola tezvirat yaptılar. Habervaktim’de yazdığım için akrabalarıma suç duyurusunda bulundular. Hâsılı, ilmin, izanın ve târihin kabul edemeyeceği ne kadar yafta varsa yapıştırmaya çalıştılar.
Sadede geleyim. Muarızlarım ve yandaşları, içini dolduramadıkları halde Türklük deyip dururlar. Onlara günümüzde bir Türk nasıl olurmuş göstermek istiyorum:
Desteksiz atıp tutan bre muarızlarım! Türk deyip durursunuz. Size bir Türk numunesini anlatayım da dinleyin.
İsmail Göktürk gibi Kuzey Türklüğünün meseleleri için Deşt-i Kıpçak’a, yâni Tataristan’ın başşehri Kazan’a gittiniz mi? (Deşt-i Kıpçak’ın geniş mânası, Hazar’ın batısı olan Kıpçak bölgesi bozkırı, çölü demektir).
Kazan Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü’nde yapılan “Kazanlı Âlimler Sempozyumu”nda Kuzey Müslüman Türklüğünün fikir önderlerinden İsmail Gaspıralı Bey hakkında tebliğ sundunuz mu? İsmail Gaspıralı Bey’in torunu Gülnâra Hanımefendi ile oturup merhum dedesini yâd ettiniz mi?
Mimarisiyle Kazan Türklerinin en büyük Câmii olan Kul Şerif Câmii’nde Kazanlı ve Türkiyeli Türkler olarak saf olup, tekbir ve salâvat-ı şerifelere eşlik ettiniz mi?
Tataristan Başmüftüsü ve üç kıtadan gelen Türk ûlema ile birlikte Kul Şerif Câmii Kütüphânesi’nde yapılan sohbet meclisine dahil oldunuz mu?
O güzide mekânda, câmie adı verilen Kul Şerif’in mübarek bir müderris ve mücâhid olduğunu, Korkunç İvan denilen 4.Vasili adlı Rus Çarı’nın Kazan’ı kuşatmasında son talebeleriyle birlikte çarpışarak şehid düştüğünü öğrenip kendinizden geçtiniz mi?
İsmail Göktürk gibi Kazan’da İdil (Volga) Irmağı kıyısındaki Bulgar Türk Hanlığının Merkezi’nde oturup Osmanlı Türk ecdadınızın eli ve yüreğinin nerelere uzandığını düşünüp “vay!” dediniz mi? Sahabeden Üzeyir Bin Câde hazretlerinin Kazan’da medfun olduğu kabrini ziyaret edip, Fâtiha okudunuz mu?
Son Kazan hanlarından Giray Han’ın eşi Süyümbike, yâni Sevim Hanım minaresine sarıldınız mı? Kocası Giray Han Ruslar tarafından öldürüldükten sonra esir alınan ve Kazanlıların gönlünde efsaneleşen mücahide Süyümbike Hanım’ın, ülkesinden esir olarak ayrılırken halkına söyledikleri anlatılınca hüzünlendiniz mi?
Kazan Irmağı, diğer adlarıyla Kazanka veya Kazansu’nun buz tutmuş suyuna dokundunuz mu? Kazan’da Türk ûlemasının giydiği Kazan kalpağını giyerek Türkiye’ye döndünüz mü?
İsmail Göktürk gibi üç kıtadan Türklerle musafaha edip, bire bir halleştiniz mi? Kırgızistan’a gidip hâlâ Müslümanlığını koruyan Isık Göl kenarında Türklerle Kur’ân tilaveti dinleyip, sonra çay içip, türkü söylediniz mi? Balasagun’a gidip Yusuf Has Hacip’in kabrini ziyaret ettiniz mi?
Sarı Saltuk derviş ve müridlerinin Müslümanlaştırdığı, yâni Türkleştirdiği mazlum Bosna’ya varıp, Balagay Tekkesi’nde diz çöktünüz mü? Mostar Köprüsü’nden Fâtih ecdâdınız gibi geçtiniz mi?
Saraybosna Gâzi Hüsrev Bey Câmii’nde ezan okudunuz mu? Aliya İzzet Begoviç ve askerlerinin kabri başında dua ettiniz mi? Srebrenitsa’da katledilenlerin ailelerine başsağlığı dileyip onlarla dertleştiniz mi?
Bosnalıların bayramı olan Ayvaz Dede Şenliğine katılıp ata bindiniz mi? Bosna Meşayih Meclisi’ni ziyaret ederek, onların Osmanlı Türk medhiyesini dinlediniz mi?
İsmail Göktürk gibi Halep’te, Şam’da Müslümanlarla ve Müslüman Türkmenlerle sohbet edip haldaş oldunuz mu? “Osmanlı Türkleri bizim büyüğümüzdür, dün olduğu gibi bugün de bizi Türkiye idare etsin isteriz” dendi mi gözlerinize bakılarak?
Bre muarızlar! Bunları yapmadıysanız “Türklük” üstüne daha ne konuşup durursunuz. İşte size teorik olmayan, gaye ve fikrini kuvveden fiile çıkarmış has bir Türk.
----------------------------
İLÂVE YAZI:
GÖNLÜMÜN İNŞİRAH BULDUĞU BİR VAK’A
Ey azizan!
Bu hafta gönlümün inşirah bulduğu bir vak’a yaşadım ki kalp ve dimağıma şifa geldi. İkindi akşam arası, gözlerime iyi gelen güneşsiz gri ve hafif serin bir havanın varlığıyla elimde kitap ve çay, sükûnetin güzelliğini yaşıyorken, telefonumun “mesaj” ziliyle sekerat hâlinden savh hâline geçtim. Mesajı okudum birkaç kez. Kafam geç şarj olduğundan anlayamadım. “Ne demek istiyorlar, ne yapmam lâzım?” diye heyecanlandım. Malûmunuz dostlarım olduğu gibi muarızlarımda var; Paralelciler gibi oyun kurabilirler.
Sonunda aslımı, yâni kelimelerimi hatırladım. Kelimelerden bildim mesajın dostlarımdan geldiğini. Kelimeleri tanıyınca çölde susuz kalan birinin su içtiği gibi kana kana okudum ve kendime geldim:
“Birimiz diğerimizin anlattığı kitaplı bir hastane hikâyesini dinlerken, bir kentin bir mahallesinin bir sokağında, bir sitenin bir blokunun önünde, iki meczup gözlerimizi bir apartmanın son katındaki bir dairenin balkonuna çakılı hüzün devşirmedeyiz. O kent ne kadar ‘Şen’ şimdi ve o site. Hürmetlerimizle.”
“Bildim sizi ey dost kelimeler! Bunu yazanlar fikir ve gönül dostlarımdır!” diyerek cezbeye kapıldım. Mesajı kapatmadan telefon elimde kanatlı kuş misali evimin parka bakan balkonuna koştum. İki gönül dostu Mehmet Yaşar ve H.Ahmet Eralp binanın önünde, Yemen Seferleri’nden gelip de dostlarını görmeye gelen gurbetçiler gibi mahzun mahzun oturuyorlardı. Sesim çıkmıyordu ama yürek gücümle nida ettim onlara. Telefondaki mesajı havaya tuttum; geliyoorum!..”
-------------------------------
DOSTUMUZ DURDU GÜNEŞ, HASAN EJDERHA GİBİ BİR REDAKTÖRÜ BULUNCA KİTAP ÜSTÜNE KİTAP YAYINLIYOR
Durdu Güneş; fıkra anlatımını mizahî bir metne dönüştüren kitap dostu bir hukukçu. Ankara’da mukim olan bu nezih dost son yıllarda peş peşe mizah ve fıkra kitapları yayınlıyor. Bunun sebebi ne olabilir diye düşündüm ve sonra buldum. Şair ve hikâyeci dostumuz Hasan Ejderha onun metinlerini tashih ediyor, mizanpajını ve sayfa düzenini yapıyor, kapağını hazırlıyor ve bir cd içinde kitap olarak basılmaya hazır hâle getiriyor. Oh ne âlâ! Böyle hasbî bir redaktörü olan elbette peş peşe kitap yayınlar. Ne mutlu ona.
Durdu Güneş dostumuz 2014 yılı içinde Kuğu Kitap / Sage Yayıncılık tarafından neşredilen 8. ve 9. kitaplarını göndermiş: “Hayatın İçinden Fıkralar “ ve “Emekli Mehmet Efendi’den Fıkralar-Nükteler-Dersler-Sohbetler.” Bir solukta okunan gülüşlü ve düşündürücü kitaplar bunlar. Canı sıkılan, hayattan bizar olan her vatandaş okumalıdır.
“Hayatın İçinden Fıkralar” kitabının arka kapağından tadımlık cümleler: “Fıkralar sohbetin neşesi, tadı tuzudur. Zor bir konuyu anlatırken, fıkralar bize keyifli bir şekilde yardım eder. Fıkraları okurken kafanızda bir dimağ lezzeti, yüzünüzde tatlı bir tebessüm hissedeceksiniz. Ben yazarken keyif aldım. Öyle inanıyorum ki siz de okurken keyif alacaksınız.”
“Emekli Mehmet Efendi’den…” kitabının arka kapağından tadımlık birkaç satır: “Zaman zaman insan ilişkilerinden, hayatın açmazlarından bunaldığınızda bir bilge adama gidip aydınlanmak istersiniz. Emekli Mehmet Efendi böyle bir bilge kişidir. Sözlerinde hikmet vardır. Emekli Mehmet Efendi’nin sözlerinde sanki Sokrates, Nasrettin Hoca, Mevlânâ bir araya gelmiş bir kişilik oluşturmuş gibidir. Emekli Mehmet Efendi zengin, makam sahibi, şöhret sahibi değildir. Erdemli, akl-ı selim, nüktedan, kendi hâleinde yaşayan ama hayatın içinden biridir. Hayatınızda bir Emekli Mehmet Efendi bulunsun. Onunla sohbet bir terapi gibidir. Onu tanıdıktan sonra psikoloğa ihtiyaç duymazsınız.”