Bir Tefekkür Âbidesi: Nevzat Kösoğlu (2.Bölüm)
Kıble yürekli, Hilâl bakışlı, “Gül” gönüllü,
Turan düşünceli ve “Kitap Şuuru”na sahip;
Türk’ün yürek sesi, Türk Dünyası’nın ilim nefesi,
Türk milliyetçiliğinin son efsânesi, ülkücü hareketin bilgesi
ve bir Osmanlı çelebisi olan bu güzel insanın azîz hâtırasına…
2. BÖLÜM
O; Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın yarınlarına dâir ümitlerini hep diri tutmaya gayret gösteren; “Dünya ahvâli iyi okunup, hakkıyla yönetilebilirse, aziz Türk Milleti’nin hükümranlık günleri yeniden başlar”[1] diyen, rahmetli Dündar Taşer’in “Türk tarihinin sarkacı yükselişe geçmiştir; bunu artık kimse geri çeviremez” vecizesini sık sık tekrar eden, Türk Milleti’nin îmanına ve irfânına sonuna kadar güvendiği, dünyada yaşanan gelişmeleri derin bir tarih şuuruyla değerlendirdiği ve büyük bir inançla “Mâzi, istikbâlin süvârisidir.”[2] dediği için gelecekten ümitvâr olan büyük bir Türk milliyetçisiydi.
O; ömrünü, Türk Milleti’nin yeniden tarihî mefâhiriyle buluşmasına, Türk kültürünün ihyâsına ve İslâm Medeniyeti’nin yeniden inşâsına adayan, “Yaslı, yaralı Türklerin” dinmeyen sızısını, bitmeyen derdini, azalmayan çilesini yüreğinde duyan, nabzı Türk Dünyası’nda vuran, yüreği bütün Osmanlı coğrafyasını kucaklayan, güçlü bir Türkiye ve Türk-İslâm Dünyası hayâlini kuran; îmanla ideâlin, inançla asâletin, gönülle aklın, ruhla bedenin terkibini yapan “Yavuz” tavırlı, “Yunus” gönüllü bir Osmanlı çelebisiydi.
* * *
O; milleti; “Aynı dili konuşan, aynı dine inanan, aynı bayrağın altında, aynı geleceği paylaşmak arzusunu taşıyan insan topluluğu”[3] olarak gören; Türk’ü bir “ırk” adı değil; bir kültür mensûbiyetinin ismi olarak târif eden, “Türk olmak, doğuştan olmaktan daha fazla bir şeydir; bir idrâktir, bir heyecandır, bir cehttir, bir eğitim sürecidir.”[4] diyen, bu sebeple “Türk”ü bir etnik kimlik olarak aslâ görmeyen Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan ve Erol Güngör ekolünün son halkası olan bir sosyal bilimciydi.
O; Türk Milleti’ni; Anadolu’ya bin yıldır hükmeden Selçuklu ve Osmanlı’nın tarihî tecrübesi ve vatan coğrafyası içinde mayalanan, İslâm Medeniyet dairesinde ve aynı zaman ikliminde bir arada bulunan, hep birlikte aynı geleceğe ve hedefe yönelen insanların kültür ve kimlik müştereklerini ifâde eden, ortak yaşama irâdelerinin bir tezâhürü olarak hayat bulan, tarihî gelişim sürecini tamamlamış sosyolojik şuura sahip bir topluluk olarak târif etmiş; Türk milliyetçiliğini ise; bir mensûbiyet şuuru, bir kültür meselesi ve toplumları millet yapan değerler manzûmesi olarak görmüş, farklılıklarımızı İslâm kardeşliği ve müşterek vatan içindeki kültürel zenginlik olarak değerlendirmiş olan fâzıl bir âlimdi.
O; “Türk Milleti’nin tarihin hiçbir döneminde sömürge olmadığı için, Türk milliyetçiliği anlayışının da kimseyi ötekileştirmediğini, bu yönüyle Batı’daki nasyonalizmle eş anlamlı olmadığını” ifâde eden ve “menfî milliyetçilik” olan “ulusalcılık”ı şiddetle reddeden bir “aksakal”dı. O; “Batılı toplumlarda özellikle günümüz Avrupa’sında milliyetçilik kelimesinin yüksek sesle söylenmediğini; çünkü milliyetçiliğin iki hastalıklı tezahürü olan Nazizm ve Faşizm’i Batı Kültürü’nün ürettiğini ve bunun bedelini de insanlığın çok ağır bir şekilde ödediğini.”[5] ifâde eden ve yüreği bu topraklar için çarpan bir Anadolu insanıydı.
O; kültür ve medeniyet konularındaki tahlilleri, tespitleri, teşhisleri, teklifleri; sosyal olaylar karşısındaki büyük düşünme ufkuyla günümüz meselelerine sosyal gerçeklere uygun rasyonel çözüm yolları gösteren, en zor sosyal meselelerde ve en çetrefilli konularda bile çok sağlıklı ve önemli hükümler veren, çok çarpıcı değerlendirmeler yapıp çok net yorumlar ortaya koyan ve millî düşüncenin fikrî muhtevâsını yükselten sıra dışı bir erbâb-ı kalemdi.
O; “Kültür, maddesi ve üslûbuyla hayatın bütünüdür.”[6], “Kültür, hayatın maddesinden çok üslûbudur.”[7], “Her kültür, tabii olarak bir kimliktir.”[8], “Bir kültürün bütün kavramları îmanla şekillenir ve içerik kazanır.”[9], “Hayatı, yâni kültürü yapan şey ise amellerimizdir; amellerimiz, anlam kazanan bütün eylemlerimizdir.. ..Îman ile amel arasındaki ilişki, toplum hayatının tarihî gelişmesini, yâhud medeniyetin seyir çizgisini belirler. Îman güçlü olduğu sürece ameller ölçülerine uygun olarak tecellî eder; sosyal gerilim artar. Îman zayıfladıkça ameller ölçülerinden sapmaya başlar; sosyal gerilim düşer.”[10] diyen; “Her kültürün, îmanın şiddeti ile belirlenen ve tezâhürleri farklı olan ‘kuruluş’, ‘olgunluk ve durgunluk’ ve ‘soğuma’ diye üç ana safhadan geçtiğini”[11] çok geniş îzahlar ve ilmî değerlendirmelerle dile getiren bir bilge insandı.
O, kültürü; “Toplum hayatının belli bir îman çevresinde gerçekleştirilmesi”[12] olarak târif eden, İbn Haldun’un kullandığı “asabiye” kavramını, millî kültür vasatında temellendiren, “Millî kültürün, belli bir toplumun bir îman manzûmesi çerçevesinde, maddesi ve üslûbu ile gerçekleştirdiği hayat”[13] olduğunu ve “Millî kimliği, millî kültürün oluşturduğunu”[14] söyleyen, “Millî kimlik, bir millî kültüre mensûbiyetin ifadesidir. Bu mensubiyetin yarattığı gerilimler de milliyetçilik duygusunu meydana getirir.”[15] hükmünü çok veciz bir biçimde bütün eserlerinde dile getiren ve “Milliyetçilik duygusu; bir âileye, bir şehre mensûbiyet duygusu gibi doğal bir duygudur.”[16]; “Milliyetçilik; ‘bir mensubiyet asabiyesine sahip olmaktır’ bir duruştur, milletinden yana tavır koymak, milleti için, milletine göre düşünmek ve milleti millet yapan değerleri savunmaktır.”[17] diyen bir ilim adamıydı.
O; “En çorak gönülleri yeşertecek bir ses yağmuru yâhut ışık seli, bir demet çiçek, bir top gül”[18] diye târif ettiği türkülerimizi çok seven; “Türküler; tarihimizdir, coğrafyamızdır; bizim en derin mâcerâmızdır.”[19] diyen, gençlere hitap ederken; “Türk kalmak için, Türk olmak için türkü söyleyin. İçerde, dışarıda, yabancı kültürler karşısında en büyük gücümüz budur. Büyük lafları, ‘millî’ vesaireleri bir kenara koyun; küçük işlerle uğraşın, küçük şeyleri kurtarın, derinden, inceden bir türkü tutturun. Türk olmak için de, Türk’ü anlamak için de durmayın türkü söyleyin.”[20] tavsiyesinde bulunan, “Eğer yarın, o Mahşer Günü’nün kalabalığında milliyetinizden insanları özlerseniz, türkü söylemeye başlayın.”[21], “Mahşerde bile türkülerle birbirimizi tanıyacağız.”[22] sözünü sık sık tekrar eden, “Bilin ki, türkü bilmeyenin kimliği yabancıdır; türkülere düşman olanlar var ise düşmanlarımızdır.”[23] ve “‘Huma kuşuuu...’ diye başlayan biri, bizden başka kim olabilir?”[24] sözünü dile getiren; Türk’e, türküye ve Türkiye’ye kara sevdalı olan su katılmamış bir dadaştı.
Devamı haftaya 3. Bölümde
[1] Nevzat Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, 208
[2] Nevzat Kösoğlu, Kitap Şuuru, 42
[3] Seda Şimşek, Nevzat Kösoğlu’yla Röportaj, Bugün Gazetesi, 10 Ocak 2011
[4] Nevzat Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, 25
[5] Nevzat Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, 4-21
[6] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, 31
[7] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 70
[8] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 27
[9] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, 21
[10] Nevzat Kösoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler, 12
[11] Nevzat Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, 191
[12] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 9
[13] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 93
[14] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 38
[15] Nevzat Kösoğlu, Küreselleşme ve Milli Hayat-Türk Olmak ya da Olmamak, 69
[16] Nevzat Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, 64
[17] Nevzat Kösoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, 26
[18] Nevzat Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, 63
[19] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 64
[20] Nevzat Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, 23
[21] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 26
[22] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 26
[23] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 65
[24] Nevzat Kösoğlu, a.g.e., 26