Bir “Gül” Cemresi Bekliyoruz

Bir “Gül” Cemresi Bekliyoruz
                      BİR “GÜL” CEMRESİ BEKLİYORUZBundan ondört asır evvel, Mîlâdî 571 yılının20 Nisan (12 Rebîülevvel, Pazartesi)  sabahındagüneş doğmadan az...

                      BİR “GÜL” CEMRESİ BEKLİYORUZ

Bundan ondört asır evvel, Mîlâdî 571 yılının

20 Nisan (12 Rebîülevvel, Pazartesi)  sabahında

güneş doğmadan az önce dünyayı şereflendiren,

bütün zaman ve mekânları Hakk’ın nûruyla aydınlatan,

“Âlemlere Rahmet” olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in

“Velâdet”ini idrâk ettiğimiz bu “Gül Mevsimi”nde;

  Cenâb- ı Allah’ın gönüllerimize “Gül” Cemresi düşürmesi niyâzıyla.

* * *

“Gül” yaprağıyla örtün yüreğimi...

Yüreğim üşüyor… “Gül”den ayrı düşen yüreğim, buz dağına döndü, üşüyorum. Kanadı kırık sevdâların şehbal açtığı yüreğimde, “Gül” Yetimleri’nin hüznünü bölüşüyorum.

“Gül” yaprağıyla örtün yüreğimi...

Üşüyor yüreğim… Yüreğimi gül yaprağıyla örtün ki, her yanımı “Gül” kokuları bürüsün. “Gül” esintileriyle handân olan yüreğim, âteş-i aşka düşüp “Gül”ün gölgesinde yürüsün. Rûhum gülistana dönerken; yüreğim “Gül” aşkıyla kavrulsun ve Muhabbetullah’ın âsûde ikliminde inşirâh bulsun.

“Gül” yaprağıyla örtün yüreğimi...

Yüreğim üşüyor... “Gül”ün nefesiyle kor hâline gelen bir ateş düşsün ki yüreğime, ılık bahar meltemlerinin getirdiği ebr-i nîsan ile kalbimdeki buzlar kelep kelep çözülsün. Kalplerden taşıp, göz pınarlarından çağlayan “Gül” kokulu şebnemler, rahmet olup yanaklardan süzülsün.  Erisin “Gül” Cemresi’yle yürek yaylasındaki karlar. Yıllardır beklediğimiz bu son cemreyle kalbimize demir atsın cennet-âsâ baharlar.

Üşüyor yüreğim… Bir bahar tebessümüdür özlediğim. Bir “Gül” Cemresi’dir beklediğim. Can evime öyle bir cemre düşsün ki, yüreğim sevgi çerağıyla “gönül” hâline gelsin. Gönüldeki sevdâlar, cezir vakti kanat çırpan bir ak güvercin olup Mâverâ’ya yükselsin. Kalpteki mâsivâ ateşi sönsün. Kıble’den gelen ışığın İlâhî tecellîsiyle süveydâ-i kalp nûra dönsün. Hakk’ın inâyetiyle; beşeriyeti varlık bestesine kavuşturan, insanlığı kendi fıtrat yüzüyle tanıştıran ve Âdemoğlundaki muhabbeti, Muhammedî sevdâlarla buluşturan bir “Gül” Cemresi düşsün yüreğimize...

Bir “Gül” Cemresi bekliyoruz.

Kalplerin, “Sonsuz Nûr”un rehberliğinde yeniden hayat bulması için… Yüreğimizdeki her hücrenin besmeleyle yeniden kendine gelmesi için… İlâhî aşkla yanan ve “Gül”e sevdâlanan gönüllerin yeniden yaratılış sırrında karar kılması için... Ve nihâyet sonsuzluk nağmelerini idrâk eden “Gül”e pervâne sînelerde gülün her dem canlı kalması,  ruhların ebediyen gülmesi için, bir “fasl-ı ganîmet” olan “Gül” Cemresi bekliyoruz.

Bir “Gül” Cemresi bekliyoruz.

O cemre ki, İlâhî sevdânın nûruyla gönüllerimizi gül-deste eden, efsûnkâr güzelliklerle kalplerimizi dil-beste eden bir muhabbet fermânıdır.

O cemre ki,  yüreklerimizdeki küllenmiş sevdâları kor hâline getirip tutuşturan, gönüllerimizdeki firkat ateşini rahmet deryâsına kavuşturan, “Kevser akan, ‘Gül’ kokan” güzelliklerle hissiyâtımızı buluşturan bir vuslat çağlayanıdır.

O cemre ki,  dilin söyleyemediğini anlatan, sözün ifâde edemediğini âşikâr eden bir “Hüsn-ü Aşk” destânıdır.

O cemre ki, Hz. Âdem(a.s.)’in niyâzı, Hz. İbrahim(a.s.)’in duâsı, Hz. Îsâ(a.s.)’nın müjdesi, Hz. Âmine(r.anha)’nin rüyâsı olup, hilkat sırrının tercümanıdır. Hülâsâ o cemre, gönül yaralarımızın “Gül” mushaflı dermânıdır.

Bir “Gül” Cemresi bekliyoruz.

“Gül” Cemresi düşen yürekler; hidâyet bularak hayâtiyet kazanır, kıyısı olmayan rahmet ummânına yelken açarak “Mutlak Hakîkat”i tanır ve sevgilerin en yücesi adına “Gül” yüzlü sevdâlarla hemhâl olarak âyet âyet yıkanır. O halde gelin hep berâber, “Gül” dalından bir mızraba râm olup, gönül tellerimizi “Gül” aşkıyla akort edelim ki, gönlümüz “Gül”le meftûn olsun, hazâna eren kalbimiz bu kutlu cemreyle yeniden baharı bulsun. Yüreğimizde katmer güller açılsın, ömür defterimizdeki “sedir”den sayfalar boş kalsın ve her hâlimiz “gül” yapraklarına yazılsın. Ve böylece bizler de; “Gül Mevsimi”nin ferah-fezâ ikliminde yeni bir bahara uyanalım ve mest ü mâhûr bir hayata yeniden merhabâ diyelim…

Şâirin; “Esti nesîm-i nevbahar, açıldı güller subh-dem”[1] dediği bir zaman dilimindeyiz. Şimdi  “Gül Mevsimi”ndeyiz. Bahardaki dirilişi yaşıyoruz. Her bahar, gülün goncaya durmasına; her gül de, bir dirilişe, bir uyanışa, bir rahmete vesîledir.  Zâten baharın bir adı da “gül mevsimi” değil midir? Bu sebeple bahara; “vakt-i gül, mevsim-i gül, devr-i gül” denilmemiş midir? Bu bahar; Ay ve Güneş’in “Gül” faslına berâber şâhitlik ettiği müstesnâ bir bahardır. Çünkü “seyyidü ezhârü’l cenneh” (Cennet çiçeklerinin serveri) diye vasfedilen katmer gülün açılma vaktiyle, Kâinâtın Solmayan Gülü’nün dünyaya teşrifleri aynı zamâna tevâfuk etti...  İnşallah bu güzel buluşma;  beşeriyetin gönlünde “Gül”  tomurcuklarının açılmasına, yeni bir müjdeli şafağın sökmesine ve hasret kaldığımız gerçek baharların yeniden gönül semâlarımızda tulû etmesine vesîle olur.

Gündönümünü yaşadığımız bu zaman dilimindeki niyâzımız, gündönümlerinin artık  “Gül” dönümü olması… Bu “Gül” Mevsimi’nde; hem başı dik dağın, hem de boynu bükük sümbülün hâlet-i rûhiyesiyle, her ölçümüzü “Gül”den alalım; kalbimize, aklımıza, irâdemize ve duygularımıza “Gül”ün gösterdiği istikamette yön verelim. Mânânın vârisleriyken, maddenin köleliğinde körelip âmâ hâline gelen gözümüzü ve gönlümüzü “Gül”ün nûruyla ışığa kavuşturalım.  Eğer bizler; hayatın her karesini besmeleyle fetheder ve “Yeşil köşkün lâmbası”“Gül”ün nûruyla yakabilirsek, işte o zaman; gönlümüz gülşen, çehremiz rûşen, çevremiz şen olacak; duygularımıza “Gül”e mümâsil bir renk, ölçülerimize “Gül Devri”nden bir mihenk gelecek ve dünyamız, “Gül” mihverli bir âhenkle gülecektir.

Fakat ne çâre ki, yıllardan beri “Gül Mevsimi”nin gül-efşân güzelliklerini idrâk edemiyoruz bir türlü... Ne yazık ki, hazân eriyor hayatımıza, bahar gelmeden... Ve şimdi, “Senetü’l-hüzün”[2] (Hüzün Yılı) nın en hazîn günlerinden daha kederli bir zamanı yaşıyoruz. Kutlu Emânetin Emîn Mimârından bize kalan ve “İki Emânet”[3] olan “Kur’ân ve Sünnet”e hakkıyla sâhip çıkamıyoruz. Kur’ân sâdece evimizin duvarında asılı kaldı; Sünnet ise ne acıdır ki önemsenmez oldu, tartışılır hâle geldi ve inkâra başlandı. Heyhat!  Bizler bu emânetlere sâhip çıkmak şöyle dursun, “Gül” mushaflı sevdâmızı yok etmek isteyenlere bile sesimizi çıkaramıyoruz; yalnızlıktan, yılgınlıktan, yorgunluktan ve âcizlikten...

“Gül”ü gerçek mânâsıyla gönlümüze hâkim kılamadığımız, O’nun mübârek “İz”inden ayrıldığımız için; yalnızız, yılgınız, yorgunuz ve âciziz.

Yalnızlığımız; Müslüman olarak birbirimizi kâmil mânâsıyla sevememekten, vahdetten ayrılıp kesrete düşmekten ve kardeşliği unutup tefrikada karar kılmaktan...

Yılgınlığımız; madde ile mânânın, ilim ile îmanın, akıl ile kalbin terkibini yapamamaktan; kalem, kılıç ve âsâyı, alınteri ve duâ ile yoldaş edememekten...

Yorgunluğumuz; “Gül”ün gölgesinde nefeslenmeyip, nefsin peşinde bîtap düşmekten ve maddeye esir olup dünyayı kalbimize yüklemekten…

Ve âcizliğimiz ise; “En Azîz” olanı unutup, “..Emrolunduğun gibi dosdoğru ol..”[4] ölçüsünü terk etmekten; İslâm Hakîkati’nin insana yüklediği keyfiyeti hakkıyla anlamayıp, bunun yerine, nefsânî arzularımızı ikame etmekten; Kur’ân ve Sünnet çizgisini bırakıp, “Gül”ün muazzez ikliminden uzaklaşmaktan…

Yâ Rabbî! Hakk’ı bilmeyi, Hakîkat’i ölçü almayı, “Gül”ün gölgesinde kalmayı, “Gül” aşkını gönlümüze hâkim kılmayı, “Gül”ün emrettiği gibi kardeş olmayı, “Gül” yaprağıyla dünyadaki bütün mazlumların gözyaşını silmeyi ve “Gül” ikliminde kendimizi bulmayı bizlere yeniden nasîp eyle... Yâ Rabbî! Dünyayı elimizden alma, fakat kalbimize de koyma…

Ey En Güzel “Gül”! Ey Şâh-ı Rusül!Sen Rabb’inden “Eşyânın hakîkatini öğrenmeyi[5] talep ederken, bu muazzam duânın sırrına eremeyen biz kalbi vîrâneler ise; hakîkatini bilmediğimiz eşyâlara sâhip olmak için ömür sermâyemizi boş yere tüketiyor ve evlerimizdeki eşyâ kalabalığı içinde “Hakîkat Sırrı”nın farkına bile varmadan beyhûde yere yorulup tükeniyoruz.

Aslında bizler; Efendimiz’in teri gül koktuğu için, gülü her kokladığında salâvât getiren; gül yaprağının yere dökülmesini dahi günah addederek, kitap sayfaları arasında îtinâ ile gül yaprağı kurutan bir medeniyetin vârisleriyiz.

Bu “Gül Mevsimi”nde ellerimizi yaprak yaprak semâya açarak; milletimizin gönlünün yeniden “Gül”e yâr olması için duâ edip yalvaralım. Güzelliklerin hicret ettiği,  huzûrun terk-i diyâr edip gittiği bu mübârek vatan topraklarında yeniden “Gül” fidelerinin filiz vermesi için Hakk’ın dîvânına gözyaşlarıyla varalım. Çünkü “Gül” kokusundaki aşk rüzgârlarından nasîpdâr olanlar, seher vakti sevdâ yaylasının yollarını gözyaşlarıyla aşındırırlar… Öyleyse gelin hep birlikte, gönlümüzün sesini, gözyaşıyla ıslattığımız “Beyaz Dilekçe”lere cümle cümle dökelim: Yâ Erhame’r-râhimîn! Yeni bir “Gül” Cemresi düşür Ademoğlunun gönlüne… Bu garip ümmete baharı soluklat yine… Yeniden döndür, azîz Türk  milletini tarihî mefâhirine’ duâsını Cenâb-ı Allah’a arz edelim.  “Âlemlere Rahmet”[6] olan “Kâinâtın Efendisi”den de şefâat isteyelim: ‘Ey Emsâli Olmayan Gül! Kalmadı bu mazlûm ümmette, bu azîz millette artık tahammül, ne olur bize de bir gül, tebessümünle şâd olsun her mü’min gönül’ diyelim…

Duâlarımız odur ki, son nefesinde bir demet gül isteyip, onu koklayarak rûhunu teslim eden Hz. Ali (r.a.) [7] gibi,  bizim ömrümüzün bidâyeti de, nihâyeti de, ilk faslı da,  son faslı da  Fasl-ı Gül olsun… Ve gönlümüz dâimâ  “Gül” aşkıyla dolsun...

“Gül Mevsimi”nde, “Gül” Yetimleri’nin “Gül”e sevdâlı yüreklerini “Gül” Cemresi’nden mahrûm bırakma Yâ Rabbî!..

“Gül” Efendim,  gülümse bize… “Gül” yüzünden nur yağsın yüreklerimize… Yalnızız, yılgınız, yorgunuz, âciziz, perîşânız, günahkârız, öyle muhtacız ki şefâatinize... Ne olur imdâd eyle bize...

“Gönül hûn oldu şevkinden boyandım Yâ Resûlallâh,

Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım Yâ Resûlallâh          

Ezel bezminde bir dinmez figândım Yâ Resûlallâh

Cemâlinle ferah-nâk et ki, yandım Yâ Resûlallâh…

 

Yanan kalbe devâsın Sen, bulunmaz bir şifâsın Sen    

Muazzam bir sehâsın Sen, dilersen reh-nümâsın Sen

Habîb-i Kibriyâ’sın Sen, Muhammed Mustafâ’sın Sen             

Cemâlinle ferah-nâk et ki, yandım Yâ Resûlallâh..

 

Gül açmaz, çağlayan akmaz, İlâhî nûrun olmazsa           

Söner âlem, nefes kalmaz, felek manzûrun olmazsa             

Firâk ağlar, visâl ağlar, ezel mestûrun olmazsa                  

Cemâlinle ferah-nâk et ki, yandım Yâ Resûlallâh…

   

Erir canlar o Gül-bûy-ı revân-bahşın hevâsından,

 Güneş titrer, yanar dîdârının bak, ihtirâsından,

 Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından,

 Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resûlallâh…”[8]

 

                                                                           Dr. Mehmet GÜNEŞ

                                                                                                 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Nef’î, Kasîde, Büyük Türk Klâsikleri, V, 105

[2] Bi’setin 10. yılında; Hz. Peygamber(s.a.v.)’in 4 yaşındaki büyük oğlu Hz. Kâsım ve diğer oğlu Hz. Abdullah’ın vefâtının

ardından Amcası Ebû Tâlib ve “Ümmetin Kadınlarının En Hayırlısı”  Hz.  Hatîce (r.anha) peş peşe dünya değiştirmiştir…

Ard arda vûkû bulan bu acı hâdiseler Allah Resûlü(s.a.v.)’nün kalbinde derin bir teessür bıraktığı için, Efendimiz bu

seneye (M. 620) “Hüzün Yılı”  demiştir..

[3] Mâlik, Muvattâ, II, 899; Hanbel, Müsned, I, 384; Müslim, Sahîh-i Müslîm, II, 889-890; Ebû Dâvûd, Sünen,  I, 442; Tirmîzî,

Sünen, V, 662-663

[4] Hûd, 11/112; Şûrâ, 42/15

[5] Mustafa İslâmoğlu, Yürek Devleti, İnsan ve Evren

[6] Enbiyâ 21/107

[7] TDV İslâm Ansiklopedisi, XIV, 221

[8] Yaman Dede, Dahîlek Yâ Resûlallâh, Ali Budak & Ali Belbağı, Kâinâtın

      Efendisi’ne Na’t Antolojisi, 156-157