“Bir bayrak rüzgâr bekliyor”

“Bir bayrak rüzgâr bekliyor”
Allah (c.c.),  vatan ve istiklâl aşkıyla canını ve kanını sebîl eden şehitlerimizinAl-bayrağımıza verdiği “kan kırmızısı renkle”;“hilâl”le “yıldız”ın terkîbinden meydana gelen   ve “Tevhid’in...

Allah (c.c.),  vatan ve istiklâl aşkıyla

 canını ve kanını sebîl eden şehitlerimizin

Al-bayrağımıza verdiği “kan kırmızısı renkle”;

“hilâl”le “yıldız”ın terkîbinden meydana gelen   

ve “Tevhid’in remzi” olan mükemmel âhenkle;  

yüreğimizin ahfâ tepelerine sevdâ kınası yakan

  “dîn ü devlet mülk ü millet” aşkından gelen kutsiyetle

gökkubbenin ve gönüllerimizin zirvesinde dalgalanan

şanlı “Türk Bayrağı”na en kalbî muhabbetlerimizle…

 

* * * 

Hâsıl-ı kelâm; Türk Bayrağı; böylesine mukaddes, mübârek ve muazzez üç sembolün muhteşem terkîbinden oluşmaktadır. Şanlı bayrağımız “hilâl” ve “yıldız”la Kelîme-i Tevhid’i remz ederken; “kan kırmızısı rengi”yle de Âkif’in “Çanakkale Şehitleri”ne yazdığı şiirde;

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,

Bir Hilâl uğruna yâ Rab,  ne güneşler batıyor.” 

diye anlattığı, vatana can, bayrağa kan veren şühedânın rûhâniyetini ve Türk Milleti’ni ifâde etmektedir. “Cündullah” (Allah’ın ordusu) diye tesmiye olunan, 7’den 70’e hepsi asker olan ve şâirin “İslâm’ın son ordusu” diye vasfettiği Türk Milleti’nin İstiklâl Harbi’nde muzaffer olması için şiir diliyle Cenâb-ı Hakk’a yalvaran Yahya Kemâl ise, -doksan yıl öncesinden- bu asil millet hakkında;

 “Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yâ  Rabbi!

Senin uğrunda ölen ordu budur Yâ Rabbi!

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,

Gâlib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın!”

demektedir.

Netice olarak şunu söylememiz gerekir ki; Türk Bayrağı’ndaki “hilâl”, mecazen ve sembol olarak Kelime-i Tevhîd’in başlangıç kısmı olan “Lâ ilâhe illallah” hükmüne, “yıldız” da ikinci kısma, yâni “Muhammedü’r-Rasûlullah” cümlesine tekâbül etmekte; bayrağımızın “al” rengi ise;   şühedânın mübârek kanını ve Tevhîd’in şehâdet makâmından seslenişini simgelemektedir.

Bilindiği gibi Suudî Arabistan Devleti’nin bayrağında da Kelime-i Tevhid yeşil zemin üzerine Arapça harflerle yazılmıştır. Ancak bidâyette de belirttiğimiz gibi; yüksek bir kültürün tezâhürü olarak bâzı kavramların sembollerle mecaz olarak anlatılması, lâfzen ifâdeden daha derin, daha mânidâr, daha latîf ve İslâm’ın rûhuna daha uygun bir anlatım biçimidir. İşte böylesi ince bir anlayış ve sanatkârâne bir letâfet neticesi mübârek ecdâdımız Mârifetullah’ı ve Muhabbetullah’ı insanımızın zihninde ve yüreğinde kıyâma durdururken; Cenâb-ı Allah’ın adını al-sancakla semâlarda bayraklaştırmış; “Lafzatullah”ı kalem gibi minârelerle göklere, “Î’lâ-yı Kelimetullah Aşkı”nı da Horasan Erenleri vâsıtasıyla gönüllere nakşetmiştir. Zâten şâir de;

 “Denildi mi bir yerin adına Türk beldesi

Gözüm Al-Bayrak arar, kulağım ezan sesi”

dizelerini beyhûde söylememiştir.

Baştan beri ifâde etmeye çalıştığımız hususları özetlemiz gerekirse,  Türk Bayrağı; vatanımızın, istiklâlimizin, hürriyetimizin, hâkimiyetimizin ve devletimizin sembolü olduğu kadar; İslâm’ın, îmanın, Tevhidin, şehitliğin, Aşkullah’ın ve Muhabbet-i Rasûlullah’ın da remzidir. Bu îtibarla Türk Bayrağı; sadece Türk Devleti’ni temsil eden ve yalnızca Türk’ün hükümranlığını gösteren bir kesret simgesi değil, aynı zamanda “Kelime-i Tevhid”i çok veciz bir biçimde sembolize eden bir vahdet sancağı ve bir “İslâm Bayrağı”dır.

Bu sebeple Türk Bayrağı’nı hedef alan saldırılar sâdece Türk Milleti’ne ve Türk devletine değil, aynı zamanda İslâm’a yapılmış demektir. Bu konuyu büyük bir vukûfiyetle dile getiren Rahmetli Seyyid Ahmet Arvâsî; çok veciz bir tespit yapmış ve; “Türklüğe düşmanlığın olduğu yerde muhakkak İslâm’a, İslâm’a düşmalığın olduğu yerde de muhakkak Türklüğe düşmanlık vardır.”   demiştir. Arvâsî Hoca bu mevzûyla alâkalı olarak ayrıca; şunları da söylemiştir: “Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk Milleti ve onun devleti güçlüyse, İslâm Dünyası da güçlüdür. Aksi bir durum varsa, bütün Türk Dünyası ile birlikte İslâm dünyası da sömürgeleşmektedir. Galibâ, bu durumu en iyi idrâk edenler de düşmanlarımızdır. Onun için bütün İslâm Dünyası’nı esir almak isteyen ‘şer kuvvetlerinin’ ilk hedefi, Türk devleti ve Türk Milleti olmuştur. Tarihten ibret almasını bilenler, bunu ayan-beyan göreceklerdir.  Durum günümüzde de aynıdır. Onun için diyorum ki, Türk devletini yıkmak ve Türk Milleti’ni parçalamak isteyen bölücüler, yalnız Türklüğün değil, İslâm’ın da baş düşmanıdırlar ”

* * *

 Al Bayrağım!.. Ay Yıldızım!..

Biliyorum, son günlerde ziyâdesiyle kederli ve çok üzgünsün… Biliyorum, gözlerin bulutlu, çehren solgun ve mahzunsun… Gözyaşını yüreğine döktüğünü,  büyük acılar çektiğini ve hüzün dolu nazarlarla Türk Milleti’nin gözünün içine baktığını biliyorum…

Biliyorum, bütün mukaddesâtımızın simgesi, millî duygularımızın remzi ve en ulvî değerlerimizin ifâdesi olan Türk Bayrağı’na, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne âit bir kışlada bölücü eşkıyanın el uzatmaya cesâret etmesi ve bu hâin teşebbüsü yapan ellerin kökünden kırılmaması / kırdırılmaması elbette hepimizin kalbini kanatmıştır. Bundan daha vahimi ise, yetkili makamların bu saldırı karşısında inanılmaz bir aymazlık içinde olması, büyük bir pişkinlik sergilemesi ve “serinkanlı davrandıklarını” beyân etmesi milletimizi çok daha derinden yaralamıştır. Büyük Türk Milleti, târihî serencâmında elbette kaht-ı rical yaşamıştır, ancak böylesini hiç yaşamamıştır.  Son yıllardaki; eşkıya karşısındaki tâviz siyâsetiyle, “çözüm süreci” (!) denilen millî birliği çözme garâbetiyle, teröristlerle müzâkere zilletiyle ve yaşanan/yaşatılan güvenlik acziyetiyle devletin îtibârı hiç bu denli irtifâ kaybetmemiş ve hiç bu kadar ayakaltına gitmemiştir…  Bütün bunlar; olması gerekirken olmayanlar, olmaması gerekirken olanlar, milletin gözünün içine baka baka söylenen yalanlar, bile bile aldatanlar, göre göre aldananlar,  gönüllü olarak aldatılanlar ne hikmetse “süreç”te hep kol kola girmiştir.  Bütün bu olanlar ve son olarak bayrağa yapılan menfur saldırılar; başta  “Bayrak Şâirimiz” merhum Ârif Nihat Asya olmak üzere, cümle ecdâdımızın ve şühedânın kemiklerini sızlatmıştır.

Bu asil millet bayrağına sâhip çıkamayan devlet ricâline müstehak değildir. Türk Milleti, büyük millettir, bu aziz millet beş bin yıllık tarihinde nice fetret dönemleri yaşamış ve nice büyük sıkıntıların üstesinden gelmiştir. Elbette ki bu bâdireyi de atlatacaktır...  Âzerîlerin dediği gibi; “Yel kayadan ne aparır?” Sâdece rüzgâr eken, fırtına biçer... Ancak;  görevini yapmayanlar, milletimizin nâmusu mesâbesinde olan şanlı Türk Bayrağı’na dokunmaya kalkan kirli ellleri cezalandır/a/mayanlar; utançlarıyla baş başa kalacak, mâşerî vicdanda ve târih önünde mahkûm olacaktır. Zîrâ bayrak namustur; namus onu korumaya muktedir ol/a/mayanlara bırakılmayacak kadar mukaddestir. Ve Türk Milleti’nin; ona uzanan karanlık elleri kökünden kesecek ve yapılan hayâsızlığın bedelini misliyle ödetecek evlatları vardır...

Elbette ki bunlar devlete meydan okuma, millete ve milletin mukaddesâtına apaçık bir saldırıdır. Etnik fitneyi ateşleyenler ve çanak tutanlar bu ülkede her türlü imkâna sâhip olarak yaşayıp, bu vatanın nîmetleriyle âbad olurken; ihânetle dâlâleti yol arkadaşı yapabilirler…  Türk Bayrağı’na da, onun şehit kanlarıyla telvîn edilmiş al rengine de, Hilâl’ine de, Yıldız’ına da düşmanlık edebilirler… Ancak; diyetini ödemek kaydıyla…

Kendilerinde güç hissedenler, arkalarında güç var, zannedenler, başka başka  hayâller kuranlar, vatanımızı bölmek, milletimiz parçalamak ve bayrağımızı gönderden indirmek isteyenler; şunu çok iyi bilmelidir ki, dünkü Ermeniler gibi Batı’nın tahrikiyle pembe rüyâlar görenler, bir anda simsiyah bir geceye uyanırlar ve düşlerinde değil, gerçek hayatta karabasan görürler… Osmanlı tokadı yemeyenler, kendi yumruğunu balyoz sanırlar… Ve bir de tarihin şehâdet ettiği, Türk Bayrağı’nın;  “Savaşın kartalı,  barışın da  güvercini”  olduğu gerçeğini bir daha aslâ unutmazlar/ unutamazlar…

Şâirleri Allah (c.c.) söyletir, bundan 74 yıl önce;

“Sana benim gözümle bakmayanın

Mezarını kazacağım.

Seni selâmlamadan uçan kuşun

Yuvasını bozacağım.”

diyen şâir de bir temenni sadedinde değil, bir tespit hükmünde bu mısraları Cenâb-ı Hakk’ın ilhamıyla yazmıştır... Ve “Millî Şâirimiz” o büyük insanı da elbette Allah (c.c.) söyletmiştir.   Mehmet Âkif Ersoy da, 1921 yılında çok ağır sıkıntılar içinden geçtiğimiz bir dönemde yazdığı İstiklâl Marşı’yla milletimizin duygularına ve fıtratına tercüman olmuş ve şu önemli îkâzı herkes için yapmıştır:

 “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.”

Şunu da herkes bilmelidir ki, Anadolu topraklarında bin yıldan beri dalgalanan; altında doğduğumuz, gölgesine sığındığımız ve uğrunda ölmeye yemin ettiğimiz Ay-Yıldızlı Al-Bayrağımız’ın üstüne Allah(c.c.)’ın izniyle hiçbir zaman başka bayrakların gölgesi düşmeyecek ve “şehitlerim, gâzilerim emin olsun” ki Türk Bayrağı ilelebet göklerden inmeyecektir; “son nefer, son nefes, son damla kana kadar…”

Çünkü Ay-Yıldızlı bayrağa sarılarak ölmenin rüyâlarını her çağda yeniden gören Mehmetler/Mehmetçikler yeni bir rüyaya daha yatmadan, yanlış hesap yapanlar aklını başına devşirmelidir. Haçın, Havra’nın ve Altı Köşeli Yıldız’ın günahını sırtlayan bölücüler ve materyalist tezgâhlarda yüreği paslanan ırkçılar; Türk Milleti’nin ve devletinin büyüklüğü ve azametini test etmeye kalkışmamalıdır… Ateist kimlikle kör karanlıklarda gözlerine gaflet, dalâlet ve ihânet sürmesi çekenler, bin yıllık kardeşlik hukukunu gözeten bu milletin sinir uçlarına daha fazla dokunmamalıdır. Asırlık tecrübeler neticesi Çinliler tarafından söylenmiş olan; “Türk gülerse, felek ağlar.” hakîkati herkesin ve özellikle de Marksist bölücü eşkıyânın kulağına küpe olmalı ve tarihin nelere şâhitlik ettiği de aslâ unutulmamalıdır…  Birileri devletin âl-i cenaplığını âcizlik sanıp da boş hayâllere kapılmamalı, dînin, îmanın, tarihin, coğrafyanın, kültür ve medeniyetimizin bizi “etle-tırnak yaptığı” îmanlı Kürt kardeşlerimiz; AB/D’nin, Yahudi’nin ve Marksist düşüncenin oyuncağı aslâ olmamalıdır… Yüce Kitâbımız’ın buyurduğu gibi; “Muhakkak ki bütün mü’minler kardeştir.”  ve bizim bin yıllık bu kardeşliğimiz, -birileri öyle olması için uğraşa da- aslâ Hâbil ve Kâbil kardeşliği değildir ve olmayacaktır…

Hiç kimse unutmasın ki “Biz, hep birlikte Türk Milleti’yiz”; dünyanın en güzel ve en şerefli bayrağının sahibiyiz ve eşsiz bir vatanda asırlardır kardeş olarak yaşamaktayız. Ve sonsuza kadar da bu aziz vatanda, mübârek Ay-Yıldızlı bayrağımızın gölgesinde yaşamak için “Sonsuzluğun Sâhibi”ne duâlarımızla arz-ı niyâz etmekteyiz…

Duâmız ve niyâzımız; şanlı Türk Bayrağı’nın yeniden zafer burçlarına çekilmesi, yeniden bütün mazlumların gözyaşını “Gül” yaprağıyla silmesi ve Türk Milleti’nin yeniden tarihî mefâhirine avdet için dirilmesidir.

Bu diriliş, durgun göle dönmüş îmanın ve millî heyecânın yeniden kıyam etmesi; beyazı süt beyaz, alı kan kırmızısı olan, hilâlin göğsünde yıldız tuğralı bayrağımızın yeniden rüzgâr almasıdır.

Eğer bizler, onun rüzgâr alması için hakkını vererek çalışırsak, üretirsek ve ona şuurlu olarak sahip çıkmak için, alın, zihin, gönül teri ve göz nûru dökersek, Türk Bayrağı hep yükseklerden bizi selâmlayacak ve nazlı nazlı sonsuza kadar gökkubbede dalgalanacaktır.

Bu aziz millet; Dîni’ne, Kitâbı’na, îmanına, vatanına, bayrağına, milletine, devletine, istiklâline ve bütün mukaddesâtına sonuna kadar sâhip çıkacak; sa’y ü gayret ve duâ ile  “devlet-i ebed müddet” şuurunu yeniden kıyama durduracaktır.

Allah(c.c.)’ın izni ve ihsânıyla; Fahr-i Kâinat Efendimiz’in rahmet ve nusreti, şühedânın kudret ve rûhâniyeti, evliyânın medet ve kerameti, ecdâdımızın asâlet ve himmeti her zaman Hakk’ın yolunda yürüyen bu aziz milletle birlikte olacaktır…

Târih boyu yaptıklarıyla; dostu hayran, düşmanı giryan bırakan Türk Millleti; her türlü fitne ve tezgâha rağmen 21. yüzyılda millet-devlet bütünleşmesini mutlaka sağlayacak,  içimize sokulmak istenen fitneyi ve sun’i sıkıntıları ortadan kaldıracak,  kirli ittifakları bozacak,  Batı’nın Sevr iştahı kursağında kalacak; kalem, kılıç, duâ ve asâ beraber silah çatacak ve böylece al-bayrak beklediği rüzgârı mutlaka yakalayacaktır…

Ve inş’Allah duâlar kıyama duracak, akl-ı selim galebe çalacak, millî hisler şâhikalaşacak ve bayrağımız daha da yükseklerde dalgalanacak ve ay yıldızlı al bayrak, yeniden o beklediği tarihî rüzgâra kavuşacaktır… Bayrak Şâirimiz Ârif Nihat Asya da bu inançla;

 “Şehitler tepesi boş değil,

Toprağını kahramanlar bekliyor!

Ve bir bayrak dalgalanmak için;

Rüzgâr bekliyor!” 

demiştir.

Biz de, beklediği rüzgârı -bi-iznillah- mutlaka alacağına inandığımız ay yıldızlı al bayrağımıza gönül dolusu muhabbetlerimizi arz ediyor ve hatm-i kelâmı, Türk Milleti’nin asâletini, hürriyet ve bağımsızlık aşkını çok veciz bir biçimde kelimelerle resmeden İstiklâl Marşı’mızın son kıt’asındaki şu muhteşem mısralarla yapıyoruz:

 “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.

Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;

Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl…” 

21 Haziran 2014

Dr. Mehmet GÜNEŞ

.