Batı’nın Oğulları

Batı’nın Oğulları
Türkiye’de Müslüman kimliğinden utananlara, Osmanlı-İslâm medeniyetini hâkir görenlere, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar Batı “uygarlığından” gözleri kamaşanlara, Batı’nın toplum düzenine, edebiyat ve düşüncesine...

Türkiye’de Müslüman kimliğinden utananlara, Osmanlı-İslâm medeniyetini hâkir görenlere, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar Batı “uygarlığından” gözleri kamaşanlara, Batı’nın toplum düzenine, edebiyat ve düşüncesine hayran olanlara, modernizmin, materyalizmin, pozitivizmin yayılmasına yataklık edenlere, İslâm’ın kamu ve devlet idaresindeki varlığının gereksiz olduğunu söyleyenlere Batı’nın oğulları denir. 

Batı’nın oğullarının alâmet-i fârikası, konuşmalarına daima azılı Batıcılardan Kılıçzâde Hakkı’nın aşağılık sözüyle başlamalarıdır: “Bağıra bağıra halka anlatacağız ki, değil Asya’ya çekilmek, kutuplara firar etsek, Avrupalılar gibi düşünmedikten, Avrupalılar gibi çalışmadıktan sonra orada dahi yakamızı bırakmazlar, mevcudiyet-i mukaddese-i diniye ve milliyemizi muhafaza ettirmezler. Bugün Avrupa’dan tardettiler, yarın dünya yüzünden kaldıracaklardır.”

BATI’NIN İLK OĞLU REŞİT PAŞA’DIR

Mustafa Reşit Paşa’yla başlar zihniyet değiştirerek Batı’nın oğullarından olmak. Medeniyetini yetersiz bulanların, Avrupa’nın zihniyetine ve fikrîyatına iltica edenlerin ilk temsilcisidir. Batı’nın ilk oğlu Reşit Paşa’nın pozitivist felsefeci Auguste Comte ile bağlantıları vardır. Comte, 1853’de Reşit Paşa’ya “Pozitivist dinin kutsal formülü” başlıklı bir mektup gönderir. “Beyefendi” diye başlar mektubuna. “Saygıdeğer istifanızın boş zamanları, yeterince ilgi ile evvelâ doktrinimin genel özetini size sunacak olan ‘Pozitivizm İlmihâl’ini, sonra da onu kesinlikle düzenleyen ‘Pozitif Sistemini’ kabul ve tasdik edeceğinizi ümit etmeme izin veriyor. (…)  Asırlardan beri, Doğu ve Batı, eşit iştiyakta, şu ana kadar elde etmeye asla muktedir olamadığı evrensel dini arıyor. (…) Bu büyük gayeye Allah’ın yerine insanlığı geçirerek, daha iyi ulaşılacağını yakından göreceklerdir.”

Ustasının yolundan giden Şinasi de o yıllarda maddeci Ernest Renan ile dostluk içerisindedir. Böylece Batı’nın ilk oğulları Dekartçı anlayışla inançları şüpheyle karşılarlar. “Yaratıcıyı” akla irca eder ve imanın asıl yerinin akıl olduğuna hükmederler. Kitap ve peygamberlerden hiç söz etmezler. Bu fikirlerin tesiriyle Recaizade Ekrem, Abdülhak Hâmid Tarhan ve Tevfik Fikret gibiler de “Efkâr-ı Frenge tebaiyet” ederek Batı’nın oğulları kervanına katılırlar ve Batı’nın oğulları çoğalmaya başlar.

BATI’NIN OĞULLARINDAN OLMAYA İLK KAYDINI YAPTIRANLAR JÖNTÜRKLERDİR

  

Batı’nın oğullarından olmaya ilk kaydını yaptıranlar Jöntürklerdir. Âli Paşa, Ali Suavi, Şinasi, Beşir Fuat, Mithat Paşa gibi aydınlar, Reşit Paşa’dan sonra Batı’nın oğulları olanlardır. Devlet-i âli’den nefret edip Paris’te mûkim olmakla özürlüdürler. Batı’nın oğullarından olma tâlimlerini Paris’te, Londra’da sürdürdüler. Laikliği, faizciliği ve pozitivist aklı savundular.

Batı’nın oğullarından olmanın tarihi 1832'de "Tercüme Odası"nda başlar. Burada inançlarını kaybetmeye başladılar. İslâm hüviyetlerini küçük görmeyi, Batı’nın oğlu olmayı ilk burada telaffuz ederler.

Şinasi, Batı’nın oğullarının ilk edebiyat ve gazetecisidir. Batı’dan tercümeler yapar. Hepsi Fransızcadır. Batı’nın oğullarından olmak Fransızca’yla başlar. Şinasi, Reşit Paşa’yı, “Medeniyet resûlü”, yani Batı’nın oğullarının öncüsü ilân eder. “Acep midir medeniyet resulü dense sana / Vücud-u mucizin eyler taassubu tahzir (sakındırma).”

BATI’NIN OĞULLARININ İLK ZAFERİ TANZİMAT, İKİNCİSİ CUMHURİYETTİR

Batı’nın oğullarının merkezleri Paris ve Londra’dır. Mustafa Fâzıl Paşa’nın bir Fransız gazetesine yazdığı mektupta, Jön Türk mânasına gelen “Jeunes Turcs” tâbirini kullanmasıyla ve tâbirin daha sonra Nâmık Kemâl ve Ali Suavi tarafından benimsenmesiyle Batı’nın oğulları kimliği tescil edilmiş olur. Yeni aidiyet matbuata taşınır ve Batı’nın oğullarının sözcülüğü aleniyete dökülür.

Batı’nın oğullarının ilk zaferi İngilizlerin isteğiyle yapılan Tanzimat Fermanı’nın ilânıdır.  İkinci zaferi Âli Paşa’nın Fransız elçisiyle oturup hazırladığı Islahat Fermanı’dır. Üçüncü zaferi İttihat ve Terakki eliyle Abdülhamid Han’ın Hal edilmesi ve İkinci Meşrutiyet’in ilânıdır. Dördüncüsü yine İngilizlerin doğrultusunda 1923’de M. Kemal’in eliyle Cumhuriyet’in ilânıdır. Beşincisi ise 1946’dan bu yana Amerika’nın güdümüne girilmiş olmasıdır.

1923’DEN SONRA BATI’NIN OĞULLARININ “ÖNDERİ”M. KEMAL’DİR

Cumhuriyet döneminde Batı’nın oğullarının en şedidi ve öncüsü M. Kemal’dir. Baştan beri ruh ve tabiatıyla Batı’nın oğullarından olmaya gönüllü bir süvaridir. Onun izini takip eden İsmet İnönü, 27 Mayısçı, 12 Eylülcü, 28 Şubatçı generallerin alayı zihnen ve aidiyet olarak Batı’nın oğullarıdırlar. Kemalizm ve Atatürkçülük, Batı’nın oğulları olmanın ideolojik sistemleridir. Atatürk ilke ve inkılâplarını tasdik eden ulusalcılar ve sentezci milliyetçiler zihniyet olarak Batı’nın oğulları taifesindendir.

CHP, BATI’NIN OĞULLARININ ÜRETİM MERKEZİDİR

Hâşâ, Allah’sızlığı ve pozitivizmi yaymak gayesiyle Chp’nin kurucusu M. Kemal tarafından dikte edilen “Vatandaş İçin Medenî Bilgiler Kitabı” nın (1931) yazarı Afet İnan gibi kafatası ölçen, Mahmut Esat Bozkurt gibi İslâm’a “14.asırlık sakat din” diyerek hakaret eden Chp yetiştirmesi pozitivistlerle, M. Kemal’in “Yolumuz Şark’ın çürümüş medeniyeti değil, bilimci, rasyonalist Batı uygarlığıdır. Parti programımız gökten indiği sanılan ilâhî ölçülerden alınmamış, muasır Avrupa’nın aydınlanmacı görüşlerinden esinlenmiştir” sözlerini 1937’de parti programına koyan Chp, Batı’nın oğullarının üretim merkezidir.

KEMALİST CUMHURİYETİN YANDAŞLARI CÜMLETEN BATI’NIN OĞULLARIDIR

İmanını kaybedenlerin, yani Batı’nın oğullarının üretim yerlerinin başında Bâb-ı âli ve Darü’l fün ilk sırada yer alır. Batı’nın oğullarının ikinci nesli olan Jön Türkler, Osmanlı-İslâm vatanından sarf-ı nazar ederek Paris’te bir araya gelirler ve yeni aidiyetlerini toplantıyla ikrar ederler. Batı’nın oğulları olarak nam yapanlardan Abdullah Cevdet gibi pozitivistleri, Celal Nuri İleri gibi agnostikleri, Peyami Safa ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi â’raf’takileri hatırlayınız. Hepsi de “Osmanlı Türk aklının yetersizliğine”, “Din-i İslâm’ın devlet ve medeniyetteki gücünün azaltılmasına” ve “İslâm Birliği’nin zamanının geçtiğine” inanıyor ve “Devir, Avrupa’nın medeniyet ve içtimâî zihniyetine katılmak devridir” diyorlar.

DERS KİTAPLARI BATI’NIN OĞULLARI OLAN YAZAR VE ŞAİRLERİN İŞGALİ ALTINDADIR

 Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri, Halide Edib Adıvar ve benzeri yüzlerce yazar Millî Eğitim ders kitaplarına sokulmuş Batı’nın oğullarıdır.  Osmanlı kültürüne yakın bir edebiyatçı olarak bilinse de, câminin penceresinden bakıp içeriye giremeyen, Osmanlı’dan “cahil alayı” diye söz eden, “Garblıyım, Hıristiyanlığın daha zengin miraslarla ve daha derinden işlendiğine eminim” diyen, 27 Mayıs darbecilerine “Vazifenizi yaptınız, hem de ülkeyi tam zamanında kurtardınız” diye yazan, M. Kemal ve İnönü’yü eski Yunan tanrılarına benzeterek övgüler düzen, Chp’den mebus olan, Kemalist oligarşinin, yâni haramîlerin bahşiş ve ihsanlarıyla geçinen Ahmet Hamdi Tanpınar da Batı’nın oğullarındandır.

LAİK TÜRKÇÜLER BATI’NIN OĞULLARI OLDULAR

Din ü millet değerlerine ihanet fiilinin en hızlandığı dönem olan Cumhuriyet’in ilk yıllarında Batı’nın oğulları kervanına katılan katılana idi.  Sözde Türkçü geçinen Yusuf Akçura, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Ağaoğlu, M. Fuat Köprülü ve sonrasında Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve benzerleri, dillerinden “Türk” kelimesi çokça çıksa da medenî ve içtimaî anlayış olarak Batı’nın oğullarından oldular. Muhalifliği, bakış farkından neşet eden Rıza Nur da Batının oğullarındandır. Bu taife Kemalist Cumhuriyet’in kanlı inkılâplarına ses çıkarmamakla, bin yıllık İslâm mâzinin ve Kur’ân harflerinin tasfiyesine, ezan ve ibadetin Türkçeleştirilmesine karşı durmamakla Batı’nın oğullarından yana olduklarını ikrar etmiş oldular.

BATI’NIN OĞULLARINDAN NE ZAMAN KURTULACAĞIZ?

   

Etrafımızda ne kadar çok Batı’nın oğulları var? Bu ülkenin medyasında, siyasetinde, edebiyatında, sanatında sömürge aydınlarını, yani Batı’ya temenna edenleri gördüğünüzde bilin ki onlar Batı’nın oğullarıdır. Dilleri ve kalemleriyle Batı virüsü taşırlar. Yüzleri maskelidir, iyi tanıyın; zararları dokunur.

Bunların dillerine aldanmayın. Temel fikr ü zihniyetleri hiç değişmez. Çeşitli kisve altında arz-ı endam ederler. Bazan ulusalcı, Atatürkçü, milliyetçi dil ve düşüncelerle çıkarlar karşınıza. Kimi zaman sağcı ve muhafazakâr kimlikle dolaşırlar. “Din-İslâm-Türklük” kelimelerini bir araya getirip olta olarak kullanırlar. Bir de aşikâre Batı’nın oğullarından olduklarını söyleyenler var.

Batı’nın oğullarından ne zaman kurtulacağız? Ders kitaplarından, mekteplerden, askeriyeden, Ankara’dan, siyasetten ve bütün hayatımızdan Batı’nın oğullarını ne zaman kovacağız?

----------------------------------

İLÂVE YAZI

ALİ YURTGEZEN HOCA “DOSTLUK DEYİNCE”

Ey azizan!

Semerkand dergisinin Mart 2014 sayısında Ali Yurtgezen hocanın Ahmet Nafiz Yaşar müstearıyla yazdığı “Dostluk Deyince” yazısını okuyunca cezbeye kapıldım, gönlüme ve kalbime şifa geldi. Müslümanların hem cemiyet, hem ferd olarak bugün en çok muhtaç oldukları ciddî bir mevzuudur dostluk. Dost, Dostluk ve Dostluğun Müslümancasını anlatan bu muhterem yazıda dostluğun gayesi, âdâbı, hukuku ile alâkalı en temel meseleler anlatılıyor.

“Kardeşliğin de ötesinde”, “Hukukun nedir?”, “Kimlerle dostuz?”, “Bir gönül işi”, “Müminlerin hakiki dostu”, “Dostluğun amacı”, “Zamanı ve mekanı aşan dostluk”, “Dost sohbeti”, “Kimlerle dost olunmaz”, “Taşıtan değil taşıyan”, “Nerde o eski dostluklar!” başlıkları altında önümüze dostluğun İslâmca ölçülerini koyan yazıyı her mü’min, sahte dostlukların çoğaldığı bir dünyada muhakkak ki okusa iyi olur, derim. Gönüllerimizi gerçek dostluk şiarıyla daha da tahkim edeceği temennisiyle iki pasaj sunuyorum:

“Kolay değildir dostluk. Gönül ister, samimiyet ister. Dost dostu tanımlar, târif eder. İnsanın kim olduğu dostundan belli olur. Dost bir aynadır; hem insana kendisini, hem insanı âleme gösterir. Gönüllerin çözülmeye yüz tutup menfaatlerin öne çıktığı şu ahir zamanda dönüp kendimize sormamız gereken sorular var elbet. Bugün dostluk deyince ne anlıyoruz? Dost deyince kimleri, ne sebeple hatırlıyoruz? Dosttan saydığımız kimselerin kaç tanesi gerçekten dost? Bize ne oldu da gerçek dost olmaya, gerçek bir dost bulmaya hasret kaldık?”

“İslâm'ın istediği, hayra vesile olabilecek sahih dostluklar, gönüllü yakınlıklardır. Böyle dostlukların, dostluğun adap ve erkânına riayet etmek dışında başka bir yaptırımı yoktur. Gönül işi olmayan dostluk ve arkadaşlıklar nefsanî çıkarların, hevanın eseridir ve çoğu zaman kalıcı değillerdir. Gerçek ve doğru arkadaşlıklar madem ki gönül işidir, iman nuruyla aydınlanmış diri bir kalp gerektirir. Çünkü kalpler arasındaki her ülfetin yegane şartı imandır. Kalp tasfiyesi ile iman olgunlaştıkça, müminin mümine olan ülfeti artar.”