Âkif, islâm milleti; M. Kemal, laik ulus diyordu
Mehmed Âkif, İstiklâl Marşı’nda “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklâl!” mısraı ile İslâm mânasına gelen millet kavramını kastetmektedir. Milletin istiklâlinin kazanılması ve din ü devlet olması “Hakk'a tapmanın tabiî sonucunda” gerçekleşebileceğini ifade ediyor. Bu noktada millet, din, yani şeriat üzere tutulan yol ve bu yol istikâmetinde giden topluluk demektir.
Âkif’te “millet”, Atatürk ilkelerinin belirlediği laik “ulus” değil, din etrafında oluşan millettir. “Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın” diye hitap ettiği millet, umumi olarak İslâm milletleridir. Zımnındaki mâna bakımından hususen Türklerin temsilciliği ve siyasetinde bütün Müslümanların içinde yaşadığı Devlet-i Âliyye’yi meydana getiren millettir:
“Türk eriyiz, silsilemiz kahraman / Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman”
Âkif’in en çok kullandığı bir kavram olan “millet”, “Medeniyet denilen kahpe” nin karşısına duran Müslüman bir toplum ve cephedir. Millet, bu “sinenin/cephenin” unsurlarıdır, yani “efrad-ı millet” tir: “Değil mi ki cephemizin sinesinde iman bir / Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir / Değil mi ki koşan Çerkez’in, Laz’ın, Türk’ün / Arap’la, Kürt ile bâkidir ittihadı bugün / Değil mi sine de birdir vuran yürek… Yılmaz! / Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!”
Onun “millet” mefkûresini “ulus” mânasında milliyetçilik zannedenler de var. D. Mehmet Doğan’ın ifadesiyle “Ulus değil millet! Çünkü bu iki kelime birbirinin yerine ikame edilemez. Millet ve Millî kelimeleri, sonradan yaygınlaşan ve günümüzde daha çok kullanılan ‘nasyon’, ‘nasyonal’ mânaları dışında, ‘dinî topluluk’ ve ‘dinî’ mânalarıyla bilinmekte ve kullanılmaktadır. Yâni ‘İslâm Milleti’nden bahsedilmekte, ‘milletimiz’ denildiğinde ‘Müslüman toplum’ anlaşılabilmektedir. Dini dışlayan bir millet tanımlamasının Türkiye’nin başına ne büyük gaileler açtığını görmek zorundayız.”
ÂKİF’TE DİN MİLLETİN ZEMİNİ, M. KEMAL’İN “ULUS”NDA DİN UNSUR BİLE DEĞİL
Âkif, “Hakk’a tapan Millet” ifadesiyle İslâm dini üzere yol tutan Selçuklu ve Osmanlı devletleriyle İ’lâ’yı Kelimetullah’ı yayan, İslâm’ın bayraktarlığını yapan, İslâm milletlerinin hâmisi ve mümessili olan Türklerin “en son ocak” olarak millet hüviyetini temsil etmesi gerektiğini söylüyor. Kestirme ifadeyle, Âkif’te din, milletin zeminidir; M. Kemal’in “ulus” projesinde ise din unsur bile değildir.
M. Kemal ise, dinin devlet ve kamudaki varlığını “ferdî vicdan”la sınırlayan hem pozitivist, hem seküler “ulus” modelini gaye edinmiştir. “Medeni Bilgiler” kitabında İslâm’ı, milletin temel unsurlarından biri olarak kabul etmediğini, “Dinin niçin milletin bir unsuru olmaması gerektiğini” ifade ederek şöyle diyor:
“Ulusu ulus yapan, ilerleten ve yükselten kuvvetler vardır: Düşünce ve toplumsal kuvvetler. Düşünce, anlamsız ve mantıksız safsatalarla dolu olursa o düşünce sakattır. Toplumsal hayat ve mantıktan yoksun, faydasız ve zararlı bir takım inanışlar ve geleneklerle dolu ise felçli olur.”
M. Kemal bu ifadeleriyle İslâm dinini “anlamsız, mantıksız safsata” olarak târif ediyor. Fransız Ernest Renan’dan kopya ettiği bu düşünceleriyle, “zararlı inanış ve geleneklerden” (Müslüman değerlerini kastediyor) arınmış ve yönünü Batı’ya dönmüş laikçi ulus modelini devletin ilkeleri hâline getiriyor.
Âkif’in reddettiği kavmiyetçilik, M. Kemal’in altı ok ilkeleriyle projelendirdiği laik ulusçuluktur. “Hani, milliyyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne! / (…) / Fikr-i kavmiyyeti tel´în ediyor Peygamber” mısralarıyla kavmiyetçiliğin Batılı modern-seküler biçimi olan ulusçuluğa karşı çıkmaktadır
ÂKİF, MÜSLÜMANLARI DERT EDİNİYOR, M. KEMAL LAİK ULUSU…
Âkif, “Kim Müslümanların derdini kendine mal etmiyorsa Müslüman değildir” hadisinden ilham aldığı “Hakkın Sesleri” şiirinde “Artık ey millet-i merhûme, sabâh oldu uyan! / Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan / Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü! / Dinle Peygamber-i Zîşân´ın İlâhî sözünü / Veriniz başbaşa; zîrâ sonu hüsrân-ı Mübin: / Ne hükûmet kalıyor ortada billâhi, ne din!” mısralarıyla milletin, İslâmî bir muhtevayı sahiplendikçe güçlenebileceğini belirtiyor.
M. Kemal ise, İslâmların ve Müslümanca bir Türk devletinin dâvasını sahiplenmediği gibi 1923 itibariyle bu dâvaya sırtını dönüyor: “Türk milletini Allah için, peygamber için topraklarını, benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet içinde uyuttular. Arapların dini (...) Türk milletinin millî rabıtasını gevşetti, millî hislerini, millî heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabiî idi. Çünkü Muhammedin kurduğu dinin gayesi bu dini kabul edenlerin kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesini her yerde yükseltmeğe hasretmeğe mecburdurlar” (Medeni Bilgiler, s. 365).
Âkif, İstiklâl Marşı dahil bütün şiirlerinde Hakk, Allah, Hüdâ, Kur’an, Hz. Peygamber, ashab-ı kiram, İslâm, kelime-i tevhid, kelime-i şehadet, şüheda, câmi, minare, İlâh, ezan, hilâl, bayrak, ilahî adalet gibi bir baştan bir başa İslâmî dil kullanır.
M. Kemal, Batı’nın kültür ve düşünce dilini kullanır. Laiklik, muasır Avrupa, çağdaşlık, ilericilik, bilimsellik onun temel argümanlarıdır. Pozitivizmin kurucusu Comte, laisizmin taraftarı Fransız felsefeci Renan, maddeciliğin felsefecisi Büncher temel müracaat kaynaklarıdır. İslâmî dilin kaynaklarına ve değerlerine muarızdır. Türkçe ezan okutturur, İslâm’ı Protestanlaştırmaya çalışır. Câmilere sıra konulması gibi bir dizi reform yapmaya teşebbüs eder.
Âkif, İslâmlar parçalandıktan sonra 20. asırda İslâmî bir cumhuriyete taraftar olsa da İslâm’ın bayraktarlığını yapan Osmanlı-Türk devletinin devamından yanadır: “Müslüman mülkünü her yerde felâket vurdu... / Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu! / Bu da çiğnendi mi, çiğnendi demek şer’-i mübîn / Hak-sar eyleme ya Rab, onu olsun...”
M. Kemal ise, devlet anlayışında İslâm’ı esas almaktan şiddetle kaçınmıştır. “Bizim devlet programımızın prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Bu esinlerimizi, gökten ve gaibten değil, doğrudan doğruya hayattan (Comte’un ‘Toplum Dini’ni kastetmektedir) almış bulunuyoruz” (TBMM Beşinci Dönem Üçüncü Toplanma Yılının Açış Konuşması, Cilt: II, s.1135).
ÂKİF, EFENDİMİZ (S.A.V.)’E SEVDALIDIR; M. KEMAL PEYGAMBERLİĞE İNANMAZ
Âkif, Efendimiz’e (s.a.v) sevdalıdır ve her üç şiirinden birinde Ondan (s.a.v.) yardım ister: “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi” şiirinde gözyaşlarını dökerek yalvarır: “Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed / Aylar bize hep Muharrem oldu! / Akşam ne güneşli bir geceydi... / Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu! / Âlem bugün üç yüz elli milyon / Mazlûma yaman bir âlem oldu: / Çiğnendi harîm-i pâki şer’in / Nâmûsa yabancı mahrem oldu! / Beyninde öten çanın sesinden / Binlerce minâre ebkem oldu /Allâh için, ey Nebiyy-i ma’sum / İslâm’ı bırakma böyle bîkes / İslâm’ı bırakma böyle mazlum.”
M. Kemal ise, “Medeni Bilgiler” kitabında “Hazret-i Muhammed ve İslâmiyet” başlığıyla “Peygamberliğin sosyolojik bir gelişme olduğunu, vahiy fikrine karşı çıktığını ve Kur’an sûreleri açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde birdenbire inmiş değillerdi. Muhammedin söylediği sûreler uzun bir devirde dini düşüncelerinin ürünü olmuştu. Muhammed bu sûrelere birçok çalıştıktan ve incelemeler yaptıktan sonra edebî bir şekil vermişti...” diyor.
ÂKİF, KURÂN’A İNANIR; M.KEMAL, MEDENÎ BİLGİLER KİTABINA
Âkif, devleti için Allah’a (c.c.) yalvarır, Kâbe ve Kur’an’ı Kerim’den şefaat ister: “İçinde kaynamasın çırpınıp duran İslâm! / Bu secdegâha kapanmış yanan yürekler için / Bütün solukları feryat olan şu mahşer için / Harîm-i Kâbe’n için: sermedî kitabın için / Avâlimindeki âyât-ı bî-hesabın için / Nasîb-i dâimi hüsran kesilmiş ümmet için…” (Safahat, s. 682)
M. Kemal, Medeni Bilgiler Kitabı’nda “Allah’ın doğuşunun sosyolojisi” başlığı altında “Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allahları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir Allah fikrini kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir. Allah’ı da sultanla birlikte tahtından indirdik” diyor.
ÂKİF’TE TÜRKLÜK İSLÂM’DADIR; M. KEMAL’DE İSE “DİNDE DEĞİL, ALPİN IRKINDADIR”
Âkif’in târif ettiği Türklük İslâmla aynileşmiştir. M. Kemal de ise, Türklüğün kaynakları ve ataları Eti, Sümerdir. Türkler brakisefal Alpin ırktır. Arapların dini Türk milletinin rabıtasını gevşetti. Türk milleti millî hissi, dinî hisle değil, fakat insanî hisle yan yana düşünmekten zevk alır. Türk yalnız tabiatı takdis eder. Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Türkçe ile konuşan, Türk ülküsünü benimseyen her kişi, hangi dinden olursa olsun, Türk’tür.”
M. Kemal’in proje olarak sunduğu Türk, bin yıldır İslâmlaşan “Tabiî Türk” değildir. Çünkü “Tabiî Türk” ün madde ve mânası olan İslâmiyet'i Türk’ün ana esaslarından kaldırmaya çalışmıştır. Onun “öngördüğü” Türk, her bakımdan Müslüman Türk değildir. M. Kemal, “Tabiî, yâni İslâmlaşmış Türk’ü değil, Batılı şablona göre tasavvur ettiği Türk’ü dayatmıştır.
Âkif, İslâmlaşmış bir Türk dilini kullanır ve savunur. M. Kemal, Türk dilinin kaynaklarını Güneş Dil Teorisi’nde, Moğolca’da ve Hititlerde arar ve uydurukça Türkçeyi cebren resmîleştirir.
Âkif, İslâm medeniyeti taraftarıdır. “Medeniyet denen tek dişi kalmış canavar” mısraı ile Batı medeniyetine temel olarak karşıdır: “Heriflerin teknik ve sanayilerini almalı ama kendilerine kanmamalıdır. Bunların insanlara, özellikle Müslümanlara besledikleri öyle kinleri öyle düşmanlıkları vardır ki, unutmaları mümkün değildir. Bunlar vicdan hürriyeti diye dünyayı aldatırlar.”
M. Kemal’in gayesi ise, pozitivist ve seküler muhteva taşıyan “Muasır medeniyet seviyesi”dir: “Uluslar dağınıktır, fakat medeniyet birdir ve bir ulusun ilerlemesi için de bu biricik medeniyete (Batı medeniyeti) katılması gerekir. Türk ve İslâm dünyasına bakın. Fikirlerini, medeniyetin emrettiği değişiklik ve yükselmeğe uydurmadıklarından büyük felaket içindedirler” (Liseler İçin Tarih kitabı, 1931).
Prof. Dr. Hamza Eroğlu’nun cümleleriyle M. Kemal’in hedefi, “Kökten Batılılaşma, inkılâbın hedefidir. Batı’yı ilim ve tekniğiyle birlikte zihniyet ve görüşüyle, hayat şartları ile birlikte almaktır.”
ÂKİF, DİNDAR; M. KEMAL POZİTİVİSTTİR
Âkif dindardır, Allah ve resûlünun ölçülerine inanır. M. Kemal ise, esasta pozitivist (fizikî ve maddî dünyanın gerçeklerini tek gerçek kabul eden, dinî kavramları ve metafiziği reddeden) olmasına rağmen bazı düşünceleriyle “yaradancı (deist) ve determinist zihniyete sahip” biri olarak, “İslâm gelişmeye mânidir” diyor. (Prof. Mete Tunçay, Tek Parti Dönemi)
M. Kemal, Millî Mücadele’de ve Cumhuriyetin başlarında siyaset icabı İslâm’ı övücü sözler kullansa da, sistem olarak Protestan bir İslâm taraftarıydı ve temelde kendisi dine karşı olup Comte’un fikirlerine inanıyordu. Bu mânada 1930’larda yazdırdığı iki kitap (Liseler İçin Tarih Kitabı ve Medenî Bilgiler Kitabı) onun dine inanmadığını gösteriyor. Yüzlerce sözlerinden sadece biri bunun delilidir:
“…Din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve sırla karışık emellere körü körüne bağlılıktan başka bir şey değildir. (…) Bütün dinler milletlerin cehaletlerinin yardımıyla utanmaksızın tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.”
Hâl böyleyken, mekteplerde Âkif’le M. Kemal’in portrelerinin bir arada olması tuhaf değil mi? (Habervaktim.com)
--------------------------------------------
İLÂVE YAZI:
MUARIZIM ÖMAY HAVLU ATMAK İSTER GİBİ YAPIYOR AMA YİNE İFTİRA EDİYOR
Ey azizan! Muarız Ömay’a geçen hafta hakikatlere sâdık olun artık diye birkaç söz söylemiştim. Yine rahat durmamış iftira salvoları atmış. Oysa bu fakir, muarızlarını hiçbir zaman Amerikalılara hizmet etmek ve Türkiye’yi yabancılara ihbar etmekle itham etmemiştir. Muarızlıklarını mertçe yapmadıklarını söyledim. “Türklük, Müslümanlık ve Şeriatladır. Yâni Türkiye İslâm Cumhuriyeti Devleti’ni sahiplenmesiyle var olur” şeklindeki fikrime itiraz edip, “Türklüğü değil, Müslümanlığı savunduğumu…” ileri sürdüler ve Cemay gibi yandaşlarıyla birkaç yıldır iftira kampanyası başlattılar. Hiç ilgisiz olarak “Amerikancı”, “hükümetçi”, “bu milletçi” gibi yaftalarla kalemimi gözden düşürmeye çalıştılar.
En çok da Cemay’la birlikte psikolojik harekatın yıpratma taktiklerinden olan “Siz Müslümanlar, biz Türkler” ifadesini sıkça kullandı. Dilime ucuna bunların Türklük anlayışı hakkında bir şey geliyor da mevzu uzar gider şimdi.
Muarızlıklarını, Türklüğün asıl hüviyeti hakkında yazdıklarımı dikkate alarak yapsalar inanınız muhalefetleri zoruma gitmez. Bakın, Ömay yine aynı çamurları atmış. Güya iftirasına “ Ebedî ağabeyime” diye başlamış ki, “Muarızlarım nihayet havlu atıyor, hakkımı teslim ediyorlar” sandım bir an:
“Ebedi ağabeyime, Biz dostlarımızı yolda buldukları ile değiştirenlerden olmadık, dostları can bildik, can olduk, yeri gelirse onlara tabure de oluruz, bundan da zerrei miktar gocunmayız. Sizin ''patronundan' 'ifadenizi bu dönemin getirdiği bir zihni patinaj olarak telakki ediyoruz. Hülasa i kelam, biz Şamanımızı geri istiyoruz (Bakın bir de Şaman diye iftira atıyor). Biz artık tahriklere gelmiyoruz. Siz İslamcıların şu hâli, bizim ruhumuzu büzüştürüyor. Mazoşist olmadığımıza göre, bu hâlimizi Allah için olmaklığımızdan başka neyle izah edeceksiniz. Bize ne oluyor ki, biz on sene evvelinden, inşaallah biz haksız çıkarız diyerek bu günleri dile getirmiş, sizin tarafınızdan, Ergenekoncu, Allah'ın takdirine boyun eğmeyen kimseler olarak yaftalanmış idik. Böyle olmasına rağmen siz de takdir edersiniz ki, hiçbir zaman sizin gibi, Amerika için Allah'tan razılık dilemedik.”
Gördüğünüz işte yine “Amerika’dan râzılık dilemekle” itham ediyor. Ne diyelim, konuyu saptırmadan mertçe, Müslüman Türklük nasıl olurmuş deyi meydana çıkmıyorlar ki…