Abdullah Taylan Hocaefendi : Türkiye Hepimizin
İslam âlimlerinden, Kahramanmaraş’ta hizmet eden Ülfet Vakfı’nın kurucusu ve bölgenin kanat önderi Abdullah Taylan Hocaefendi günümüzde cereyan eden olaylara ilişkin, sosyal ve İslami bir bakışla şunları ifade etti.
Türkiye’de bulunan tüm ırkların ve fikirlerin Türkiye’nin salahiyetine olması gerekir. Kendi aralarındaki fikir ve düşünce farklılığı Türkiye’nin kalkınması ve geleceği noktasında değer taşımalıdır. Yok, eğer bu farklılık Türkiye’nin huzur ve istikrarını bozar, Türkiye’nin vatan birlikteliğini dağıtıp aralarında kin ve nefret sebebi olacaksa, burada doğacak neticeyi çok iyi düşünmemiz gerekir. Bu neticeyi de bugün yanı başımızda Suriye‘de, Irak’ta ve son günlerde Mısır’da olan istikrarsızlıkla apaçık müşahede etmekteyiz. İdare istikrarsızlığının vahşeti her gün farklı bir tabloyla seyretmekteyiz. Kan, barut ve gözyaşı hâkimiyetiyle huzuru ve topraklarını kaybetmiş Suriyeli kardeşlerimize biz kucak açmışız. Bugün devlet ve millet olarak onlara el uzatan şefkat umudu olmuşuz.
Türkiye’mizin karşı karşıya olduğu şu iki büyük tehlikeyi göz ardı etmeyelim. Birinci tehlike, yurtiçi asayiş; ikinci tehlike ise dış güçlere karşı milli savunmadır. Birinci tehlikenin devreye sokulmasıyla dış güçlere karşı Türkiye’yi savunmasız ve zayıf düşürmek, yıllarca öngörülen bir plandır. Bugün ise hedef; birinci planın uygulanması için patlamaya hazır dinamit hükmünde olan çözüm ve barış sürecini sonlandırmak, kardeş Türkiye halkını birbirine kırdırıp, ikinci tehlike olan Ortadoğu cehennemine Türkiye’yi sürüklemektir.
Türkiye’yi böyle bir tehlikeden korumak hepimizin öncelikli sorumluluğudur. Şu kural bu konuda esas alınması gereken bir kuraldır. “Güvenliğin nimeti sıhhatin nimetinden üstündür.”
Bir memlekette huzur ve istikrar yoksa orada terör, anarşi, kan, barut ve gözyaşı varsa sıhhatten ve servetten hangi faydayı görürsün? Türkiye’ye kıymayalım. Pek akıl yormaya da gerek yok, komşu ülkelerimizden ders alalım. O ülkeleri cehenneme dönüştürenler Türkiye’nin dostları değildir.
Bu iki tehlikeye karşı sorumluluk taşımayan kişi, kimliği ne olursa olsun, taşıdığı misyon ne olursa olsun bundan sorumludur. İslam fıkhına göre de haram işlemektedir. Doğacak neticeden tarih ve Allah’ın huzurun da hesap verecek ve dökülen o kana ortak olacaktır.
Bir doğal afet neticesinde yıkılan bir baraj sorumluyu tartışmaya açmaz. Orada yapılması gereken bu zorluğa ve zarara toplumsal olarak göğüs germek ve sabretmektir. Nitekim bu millet kurtuluş savaşlarında bunu yapmıştır. Ancak barajda arıza hissedip, su sızdığını gören bir mühendisin, görmemezliği ve duyarsızlığı sorumsuzluktur ve hainliktir. Bunu iyi idrak etmek gerek.
Türkiye’mizin huzur ve istikrarı için; birlik, beraberlik ve kardeşliği için; kan ve gözyaşı olmaması için, elden gelen ne varsa yapılması ve dua edilmesi beş vakit namaz mesabeesinde farzdır. Çünkü namaz, güvenliğin güvencesidir. Namaz kılan insanlar birbirlerinin güvencesidir. Onlar birbirlerine zarar vermezler, onlar hiçbir insana zarar vermezler.
İslam fıkıh literatüründe kaide olarak (usul-ü fıkıhta) “İki fayda çakıştığında sen kişisel olanı değil toplumsal olanı tercih etmek zorundasın.” kaidesi vardır. Burada eğer, kendi çıkarın uğruna bir toplumun kaosa sürüklenmesine göz yumuyorsan, fıkhen sorumlu ve Allah katında da mesulsün. Bir diğer kaide ise “İki zarar çakıştığında sen toplumsal olanı değil kişisel olanı tercih etmek zorundasın.” Temsil ettiğin toplumun, milletin, vatanın ve bayrağın uğruna seve seve kendini feda edeceksin. Yok, eğer kendi can güvenliğine ve çıkarına zarar gelmemesi için bayrağa gelecek zararı tercih ediyorsan fıkhen sorumlusun ve Allah katında da mesulsün. Yine bir usul-ü fıkıh kaidesi olarak, “fesadı ve fitneyi önlemek faydaları elde etmekten daha önceliklidir.”
Bugün Türkiye göz önünde, içindeki fitne ve fesat apaçık görülüyor. Dış mihrakların Türkiye’ye bakışını siyasal ve sosyal alanda net bir şekilde gözlemliyoruz. Nitekim Kuran-ı Kerim’de de “Yahudi ve Hıristiyanlar, onların milletlerine (dinlerine) taabii olmadığı müddetçe asla senden razı olmazlar.” buyrulmaktadır. Evet, Yahudi ve Hıristiyanların çıkarına olmadığın müddetçe onlar seni kabul etmezler, sana dost olmazlar. Geçmiş tarihimizde ve günümüzde, onların, İslam coğrafyasında vahşice, acımasızca ve zalimce, İslam âlemine yaptıkları zulmü bariz bir şekilde bilmekteyiz. Bizim bizden başka kimsemiz yoktur. Biz de ikna icbardan öncelikli olamlıdır. Dikkat edelim, “Müminler, ancak kardeştirler. Onların arasını bulun ve Allahtan korkun. Umulur ki merhamet olunursunuz.” Yine diğer bir ayet-i kerimede “eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Rasulüne götürün.” buyrulmaktadır. Allah ve Rasulü’nden daha adil bir hakem kim olabilir?
Gelin, Üstad Bediüzzaman’ı (ks) dinleyelim: “Cedelin şe’ni, nefsaniyeyi tatmin hacet-i beşeriyeyi tezyiddir.” Yani tartışmalar ve iç çekişmeler, nefsanî (bireysel) doyumluluk olup, toplumsal sorunları meydana getirip çoğaltanlardır. Tartışmalarımızı bırakalım, Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım ve kardeş olalım.
Benim telaşım ne siyaset ve ne de cemaattir; telaşım Türkiye’dir. Türkiye ne ile huzur,- istikrar ve kalkınmayı elde ediyorsa onu sağlamak zorundayız. Herkes imanını, vicdanını ve vatanperverliğini hesaba çeksin. Dar görüş ve kişisel çıkarları terk etsin.
TÜRKİYE HEPİMİZİNDİR, TÜRKİYEMİZE KIYMAYALIM.