Celalettin KURT’a ithaf olunur;

Kızma dostum anla; seni kızdırmak için yazmıyor ya da söylemiyorum. Anlatmaya çalışıyorum yalnızca aslında dünyanın çok küçük olduğunu ve küçük bir belde de yaşasak da dünyanın bizim yaşadığımız belde olduğunu. 

Zannediyor musun ki? Buraları terk eylesek başka diyarlara gitsek oralarda buradakilerle karşılaşmayacağız, hayır hayır emin ol oralarda aynı, sevmediklerimiz var. Sevemeyeceklerimiz var belki de buradakilerden çok daha fazla. 
 

Benzetiyoruz ya hani firavunlara, ümeyyeoğullarına, günümüz baskıcı, çalgıcı-çırpıcı zalimleri, bak dünküler bugünküler bile aynı. 

“Kendini okuyamayanlar, kendini sevmeyenler bilge kişi olamaz…”

Kendimizi okumamız gerekir her şeyden önce. Tanımak için dünyayı tanımamız gerekir kendimizi. 

Elbette yanlışa dur demek için yaşıyoruz. Doğruyu yaşabilmenin koşulu, çocuklarımıza geleceği bırakmanın yolu bu değil mi? Nereyi ne için terk ediyoruz durup bir kere düşünmemiz gerekmez mi?

 Terk etmemiz gereken yaşadığımız diyarlar mı? Yoksa kendimiz mi? Düşüncelerimiz mi? Değiştirmemiz gereken çevremiz mi? 

Neyi paylaşamıyoruz; bizim kızdığımız reddettiğimiz Firavunlara, Karunlara, Ümeyyeoğullarına kalmayan dünya kimlere kalabilir ki? Onlar bilmiyorlar kalmayacağını tamam da biz demi bilmiyoruz?

Ne yapalım o zaman boş mu verelim, karışmayalım mı hiçbir şeye? Kim ne yaparsa yapsın mı?. Yapmasın elbette. Yapamasın. Yapmamalı. Müsaade etmeyelim hem de. 

Bir araya gelince konuşuyoruz ya firavunlardan, kan emicilerden, Yıkılasıca tabulardan. Yani, günümüzde bizlerin oluşturduğu putlardan. Yani, maddeselden güçten. Paradan. Ya da makamdan. 

 İşte bütün mesele bu. 

Bizim vazgeçemediklerimiz, paramız, canımız ve beklentilerimizin içindeki makamlarımız. Yoksa olur muydu hiç firavunlarımız, saraylarımız.

Yüce yaradan demiyor mu? Gelecekten, rızktan, çocuklarınızdan emin olunuz diye. Bizim endişemiz ne o zaman. Sahi biz neye tapıyoruz? 

Haydi, hep birlikte Hüseyin oğullarından olalım. Yalnızca yaratılış gayesi üzere yaşayıp. Tüm hümeyyeoğullarına savaş açalım ta ki kalmayıncaya kadar. Gücümüz buna yeter mi? Elbette yeter. Biz doğruyu istedikten sonra. Biz para biriktirmekten vazgeçip makamlardan uzaklaştıktan sonra, beklentilerimiz için başkalarının önünde eğilmekten vazgeçtikten sonra önümüzde kim durabilir ki. 

Vazgeçebilir miyiz?  Apartmanlarımız dan, arabalarımızdan, önde olmak sevdasından, kısacası egolarımızdan, ihtiraslarımızdan ve de nefsimizden.  İşte o an kazanmaz mıyız? Hep yenik düşen bizleriz dediğimiz doğruluk savaşını.

Kızma be hocam, öfkelenme hemen. Ne yani mücadele etmeyelim mi? Terk edelim bizde! bu diyarları diye düşünme. 

Okuyalım kendimizi önce, sonra karar veririz.