Güzel günler tez geçermiş ya, öylede oldu. Mübarek Kurban Bayramı sona erdi. Arife gününün tatil edilmesiyle birlikte beş güne çıkan bayram tatili o kadar güzeldi ki sanırım hiç kimseye yetmedi. Uzunca bir süredir Kasaplarda 30 – 35 Liradan satılan etten istediği kadar alamayan dar gelirli vatandaş bayram münasebetiyle hem dini vecibesini yerine getirmiş oldu hem de çoluğuyla çocuğuyla özlemini çektiği mangal keyfini gönlünce yaşadı. Bu arada yüz bin kadar Türk hacı oldu. Allah haclarını kabul etsin. Kazasız belasız dönmelerini nasip etsin.

 

Bayramın başlangıç günü hususunda İslam âlemi ne yazık ki bu sefer üçe bölündü. Aynı Allah’a, aynı kitaba ve aynı peygambere inanan bu insanlar sanki böyle değilmişçesine ayrı dünyaların insanları gibi davranarak ayrı ayrı günlerde bayrama başladılar. Bizim gençliğimizde yani 1970’li yıllarda bu durumla sık karşılaşılırdı. Sade vatandaşlar bu bayramda da olduğu gibi kendi hükümetimize uyarlardı. Ogün ki adıyla Refah Partili kardeşlerimiz ise Suudi Arabistan’a uyarlardı. O tarihlerde O Partinin Gençlik kollarında görev yapan bu gün ki AK Partinin (hükümetin) birçok üyesi, Ramazanın son günü oruçlu olan ana, baba, akraba ve dostlarına; “Bugün bayram, bilirsiniz ki bayramda oruç tutmak haramdır. Vebali benim boynuma, günaha girme ye şu orucu” diyerek birçok günahsız Müslüman’a oruçlarını bozdururlardı. İktidarda olan bu kardeşlerim ne hikmetse bu bayram kıllarını bile kıpırdatmadılar. Bugün bizim bayramımız değil “Biz Suudi Arabistan’a uyarız” diyemediler.

 

Ne yazık ki günümüzde hala; “Bayram gününü bile ayarlamaktan aciz” bir İslam âlemi var. Bu âlemin neresinden tutsan orası elinde kalıyor. Bu coğrafyada fakirlik, cahillik, terör ve kan var. Dün de böyleymiş bu gün de böyle. Nerden mi biliyorum, yarım asır önce Safahat’ın ve İstiklal Marşımızın yazarı Cennet Mekân Mehmet Akif söylüyor. Yaşantısının İslami yaşamla uzaktan yakından alakası olmayan, ama dindarlığı kimselere kaptırmayan, olaylara kendilerince birde “Tevekkül” anlayışı getirenlere en şiddetli silleyi vuruyor ve “Tevekkül” isimli şiirinde İslam’ın ruhundan uzaklaşan Müslümanlara şöyle sesleniyordu;

 

“Çalış” dedikçe şeriat çalışmadın durdun

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun.

Sonunda bir de “Tevekkül” sokuşturup araya

Zavallı, dini çevirdin onunla maskaraya

Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden

Yorulma öyle ya, Mevla ecir-i hasın iken

Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini

Birer birer oku tekmil edince defterini

Bütün o işleri Rabbin görür: vazifesidir

Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir.

Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak

Huda vekil-i umurun değil mi? Keyfine bak

Onun hazine-i inamı kendi veznendir.

Havale et ne kadar masrafın varsa verir

Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen o!

Levazımın bitivermiş değil mi? Ekleyen o!

Başın sıkıldı mı kâfi senin o nazlı sesin

“Yetiş” de ya kendisi gelsin, ya Hızır’ı göndersin!

Evinde hastalanan varsa, borcudur: bakacak;

Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak

Demek ki her şeyin Allah! Yanaşman ırgadın o.

Çoluk-çocuk ona ait: lalan, başın, dadın o!

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir! Ne saygısızlık bu!

Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Huda!

Utanmadan da“tevekkül” diyor bu cürete ha?

 

Allah aşkına, daha başka ne söylenebilir ki? Rabbim yar ve yardımcımız olsun.