YÜREĞİMDEN DÖKÜLENLER 1
Yüreği her daim aşkla kavrulan gönlü güzel insanlara selam olsun. Bu yazıyı yazmamdaki gaye Bahaettin ve Abdurrahman KARAKOÇ ağabeyleri henüz tanımamış tanıyamamış gönlü güzel bütün insanlar ve memleketimizin geleceğimizin yarınlarımızın umudu sevgili genç kardeşlerimin tanımalarına vesile olmak içindir. Bahaettin ve Abdurrahman KARAKOÇ ağabeyler, ruhları şad, mekanları cennet olsun, iyi ki tanıdım onları ve ölümsüz eserlerini… Konu itibarıyla yüreğimizin sol cenahından yazan Atilla İLHAN vb. şair ve yazarlarımız da baş tacıdır, lakin KARAKOÇ kardeşler ürettikleri eserleriyle, hak ettikleri değerin karşılığını, üzülerek tam olarak görmediklerini belirtmek isterim. Niyetim polemik oluşturmak değil hele bu yazının konusu hiç değil sadece bir durum tespiti ve ince bir sitemdir hepsi bu kadar…
Kıymetli okurlarım ben bir edebiyatçı değilim hele söz üstadı hiç değilim. Lakin günümüzde aşk ve sevgi üzerine yaşanan/yaşatılan bir dejenerasyon hepinizin malumudur. Sanki sevmek suçmuş gibi hep sevenin kendini suçlu ve pişman hissettiği / hissettirildiği, gerçekten yürekten sevmenin yanlış, boş olduğu hissinin güçlü bir değer algısına dönüşerek yaygınlaşmaya başladığı, seveni zavallı,ezilmiş gibi gösteren gözden düşürüp bu kavramların içini boşaltmaya çalışan bu zihniyeti görünce bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Acaba gerçek sevgi ve aşk bu yazılanlar gibimiydi gönül penceremizde… Memleketimin iki güzide şair ve yazarının şiirlerini, fikir yazılarını okuyan biri, gerçek aşkın ‘lambada titreyen alevi bile üşüttüğünü, aşkın sadece kağıtlara yazılmadığını yüreklere nakşedildiğini, mitolojik bir varlık olan Zümrüd-ü Anka kuşunun tüylerine dokunabilecek kadar yakınlaşıp,tılsımı bile bozup sevda duvarını aşıp,başka bir gezegende evrende de olsa dönüşün hep aşık olunan sevgiliye ulaşabilmek olduğunu anlayabilirdi…
Bu yazıda Abdurrahim ağabeyin ‘Mihriban’ şiirlerindeki mânâyı,aşkı aklımdan gönlüme düştüğü kadar kaleme dökmeye ve yüreğinize acizane dokunabilmeye çalışacağım. Yazı uzadığından sizleri sıkmamak adına Bahaettin ağabeyin ‘Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman’ şiirini bir sonraki ‘yüreğimden dökülenler’ yazı dizisinde yazmaya çalışacağım. Bu şiirin hikâyesini kısaca Oğuz KARAKOÇ hocam "Amcam gençlik döneminde yaşadığı bir olayı destansı bir şekilde anlatıyor" demiş, şunları anlatmıştı;''Kişinin ismi gerçekten Mihriban mı? Saçları gerçekten sarı mı? Biz onu bilemiyoruz. Amcam o kadar seviyor ki, bunu kalbine gömüyor ve kimseye söylemiyor. Ölünceye kadar da bunu hiç bir şekilde, hiç bir yerde kimseye anlatmadı. Buna rağmen internette aslı astarı olmayan şekilde senaryolar yazılmış. Doğrusu amcamın aşkı ölümsüz ve tertemiz bir aşktır. Amcam gerçekten kimseyi incitmeyen bir insandı. Bir röportajında, Mihriban'ı kast ederek, 'O bana mektup yazardı, ben onun bulunduğu bölgedeki gazetelere şiirimi gönderirdim. O beni şiirlerimle takip ederdi' diyor. Yani Mihriban amcama, 'Unutmak kolay mı?' demiştir. Amcamda şiirinde, 'Unutmak kolay mı? deme unutursun Mihriban' diye karşılık vermiştir. Ama internette anlatıldığı gibi amcamın aşkı bir günlük aşk değildir. Bir günlük aşk böyle olmaz. Bu zaten kendi konuşmasından da anlaşılıyor. Mektuplaşmış, şiirleşmişler ancak takdiri ilahi yazmamış. Bu şekilde sonuçlanmıştır.'' Üstad Abdurrahim KARAKOÇ’ un şu beyanı da Oğuz KARAKOÇ hocamı doğrulamaktadır ‘elin kızının evine mektup mu yazılır onun(Mihriban) yaşadığı yerde bir gazete çıkardı ben oraya şiirler yazar gönderirdim herkes şiir zannederdi ancak Mihriban bilirdi ki onlar kendisine yazılan aşk mektupları idi. Bilinen tek şey bu aşk gerçekti üstadın yüreğini yangın yerine çevirmişti ve ölümsüz aşkı Mihriban şiirini yazdırmıştı, anlayacağınız masa başında yazmak için yazılmış bir şiir değildi yazdırılmış bir şiirdi üstada… Neyse bende onun aziz hatırasına saygıyla burada bırakayım yazılma hikayesini asırlarca okunsun aşıklarca aynı temizlikte ve ölümsüzlükte inşallah…
Başlamadan önce ‘aşık ve maşuk’ kelimelerinin geçmişte kullanım anlamlarına girmeden günümüzde yaygın olarak kullanım tarzı ve bu yazımızda kullanım anlamına kısaca değinmek istiyorum. Aşık; seven, maşuk; sevilen mânâsında kullanılmıştır.
‘Mihriban!’ Türküsünü her dinleyişimde içimi eriten şiir…
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban!
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!
Bu şiirin mânâsını gönül gözüyle görebilenlerden çözebilenlerden olabilmek lazım. Ben olamadım henüz. Bir yanda yârin sarı saçlarına deli gönül öyle bir bağlanacak ki, aşkla birbirine bağlanan âşıkların aşkını bir daha hiç kimse çözemeyecek ve de ebediyete kadar çözülmeyecek. Ayrılık acısı ölümden de zor gelecek cana, göz aşk acısının ıstırabından ölümle ayrılık acısı arasında bir fark görmeyecek. Maşuktan bu durumu hissetmesini anlamasını bekliyor bekleyecek aşık …
Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban!
‘Yâr’ deyince lambada yanan titreyen alevi bile üşütecek, ‘yâr’ uzakta da olsa elden kalemi düşürecek, ‘yâr’ aklı baştan alıp şaşırtacak, gözler bile görmeyecek ve de aşk, kağıda yazılmadan önce, yüreğe ilmik ilmik nakşedilip tüm hücrelerin sinir uçlarına değip, sevenin nefesini titretip, kelimelerini boğazında düğümletip, bedenini kasıp kavuracak bir aşk olacak…Velhasıl sevdi mi böyle sevecek yandı mı böyle yanacak gerçek aşkı yaşamayı becerebilen aşıklar… Sahi, madden ve manen kirlenen şu dünyamızda bende dahil olmak üzere kaç aşık kaldı maşuğu böyle sevebilecek kendi sevda aleminde…
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban!
Önce naz yap sonra söz ver aşığın yüreğini yak sonra işin kat içine hile. ‘Sevilen seveni düşürür dile’ derken hep böyle olmadı mı uluorta yerlere saçılmadı mı sevenin aşk sözleri sevilenin elinde. Ey maşuk böyle mi olmalıydı seneler asırlar değişse de sevilen seveni kırk sene değil bin sene de geçse düşürmemeliydi hiçbir zaman dile … Nafile, eski düzen töre bozulmuyordu aşık çekiyordu hep gönül yarasının acısını ve düşüyordu hep maşuğun dilinden yerden yere…
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!
Yüreği aşkla yanmış bir insan hangi tabipte ilaç bulabilir gönül yarasına, hangi su söndürür yüreğinin yangınını… İnsan aşk deyince, aşk değince susar, lal olur arayamaz söyleyemez ötesini, her nesnenin bir sonu olsa da, yürekteki aşk baki kalıp hiçbir sınıra kalıba sığmamakta tıpkı hiçbir gönle sığmadığı gibi…
Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!
Bülbül gülüne öyle bağlanmıştı ki güle her sarılışında aşk sarhoşluğundan, küçücük yüreğine batan dikenlerin acısını hissetmeden bir damlacık kanı çekilince, can verip düşermiş toprağın kara bağrına… Aşkın külü, karı öyle bir eritir ki köz eder de, şaşırır aşık kendi tahammülüne ve taşa da çalsa yerden yere de vursa ezemez aşkını aşık.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban!
Hiçbir tarif hiçbir dil aşkı anlatamamış söyleyememiş anlamını tam olarak bugüne kadar. Aşk derdinin ıstırabını acısını ancak çeken bilirmiş başı sonu kördüğüm etmiş yüreğini… İçine düşen hiçbir âşık çözememiş ve çözemeyecek aşk girdabını…
Kıymetli okurlarım modern çağ tabirini çok kullanmak istemesem de maalesef bazılarımızın bilerek, bazılarımızın bilmeyerek aşk ve sevgi kavramlarının içini boşalttığı bir çağ olmuştur.Her günahın adına aşk denmiş ve o püri pak(tertemiz) sevdalar kirletilmeye çalışılmış. Oysa ilk insan hz. Adem’in yüreğine düşen Havva anamıza duyduğu arı duru aşk, sevgiyi, sevdayı ve tertemiz aşkı bugüne taşımıştır. Asırları aşıpta gelen insaoğlunun varoluşunda yekvücut olan bu değerlerin değerinin günümüzde düşürülmeye çalışılması çokta iyi bir niyet taşımamaktadır. O halde dilim döndüğünce size gerçek aşkı anlatabildiğim kadar anlatmaya çalışayım ; insan aşık olduğunda sevdiğinin adı geçtiğinde yüreği kıpır kıpır olmalı, bazen sevdiğinin bir bakışı bir sözü onu ‘kırkyıl’ öncesine götürebilmeli ya da birkaç saniye göz göze gelip yüreğine yazdığı bakışları bin yıl ötesine taşıyabilmeli. Herkesin gönlünde kimi zaman çocukluğunda kimi zaman gençliğinde kimi zaman orta yaşlarında saklı kalmış bir ‘Mihriban’ı vardır ve bunu öyle bir saklamalıyız ki kendimizden bile sakınmalıyız. İnsan evlense de çoluk çocuğa karışsa da o yalansız fakatsız sevdiği ‘ilk gözağrısının’ hatıraları sevda aleminde canlandığında, hala kelimeler boğazına düğümlenip hala sesini titretip sözlerini kekelettiriyorsa, hala dizlerinin bağını çözüyorsa ‘kırkyıl’ değil bir ömür de geçse unutamaz aşkını. İşte bu aşka vakıf olabilenler gerçek aşkı bulabilir ve yüreklerinde maşuka bile hesap vermeden ‘beşinci mevsimi’ yaşayabilirler.
Genç kardeşlerimiz için bir iki konuya değinmek istiyorum, şu teknoloji çağında lütfen teknolojiyi doğru kullanalım, unutmayın ki insan hangi ortama girerse o ortamın izlerini taşır hayatında. Şöyle ki mutlaka insanı anlama,sevgi,aşk gibi evrensel değerleri tam manasıyla bilmeye vakıf olunuz. En çok gördüğüm birbirinize yaptığınız şu ‘ifşa’ zorbalığınız hiç hoş değil. Düşünün bir arkadaşınızın açığını size zevkle getiren bir arkadaşınız, unutmayın ki sizinde açığınızı çok rahat bir şekilde başkasına götürebilir bu yüzden ‘sır’ olarak sizde kalması gereken durumlar başkasına anlatıldığında ‘sır’ olmaktan çıkar. Hiçbiriniz sevginizi aşkınızı başkasının dilinde yerden yere vurulmasını istemezsiniz ve bütün hatalara yanlışlara rağmen önünüzde henüz el değmemiş geleceğiniz, yepyeni jelatinden yeni çıkmış tertemiz hayat sayfanız var lütfen geleceğe umutla bakalım, gözlerinizdeki ışıltı o kalbe dokunuş hiç tükenmesin buna izin vermeyin. Mevlana’ nın dediği gibi ‘dün dünde kaldı cancağızım şimdi yeni şeyler söylemek lazım’ evet, hayatta artık yeni şeyler söylemek yeni sayfalar açmak saygıyı sevgiyi kaybetmeden umutla geleceğe hazırlanmak lazım. Ben gençlik aşklarını asla küçümsemedim çünkü gerçekten seven, aşkından sararıp solan, yanan birisini ancak bunları yaşayan anlayabilir ölçü budur benim için ve her zaman saygıyı sevgiyi koruyabilmeli insan. Birkaç hususu belirteceğim sadece, ergenlik henüz duyguların tam oturmadığı sağlam zemin aradığı bir dönem olduğundan ben gençlik aşklarını ilk yağan yağmurların toprakta oluşturduğu kaygan zemine benzetirim. Çünkü o dönemde toprak üzerinde bir örtü yoktur zemini hep oynak ve kaygan olur bilirsiniz. Zamanla ilk yağmurlardan sonra topraktaki tohumlar filizlenir otlar yeşerir ve o boş toprak üzerinde bir tabaka halinde yeşil örtü oluşur ve artık yağan yağmurlardan sertleşen oturan sıkılaşan toprak örtüsünü kolay kolay kayganlaştırmaz ve taşır üzerindeki yükleri her daim. İşte bu aşamaya gelene kadar o toprak gibi olgunluğa ulaşıncaya kadar biraz sabırlı olmak lazım.Maşuk aşkına istediğini verseydi KARAKOÇ üstatlar nasıl yazarlardı hangi ruh haliyle yazrlardı ‘Mihriban,Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman,Tut Ellerimden ,Aşk ve Sebep’ gibi başyapıt şiirleri. Bazen sizde saklı kalmalı koklamamalı yad eller misk-i amber kokulu aşk güllerinizi… Günü geldiğinde üstatların dediği gibi zaten ıhlamurların çiçeklendiği yerden çağıracak sizi hayallerin en ötesinden sevdiğiniz merak etmeyiniz. Sözlerime şimdilik burada son vermeden önce üstad Serdar TUNCER’in ‘imtihan’ eserini de paylaşmak istiyorum. Sürçülisan ettiysek affola bir sonraki yazıya dek kalın sağlıcakla…
‘İMTİHAN’ ... ÇOK GÜZEL BİR AŞK HİKAYESİ - SERDAR TUNCER
İnsan arar... bazen bulur, bazen buldum zanneder, bazen buldum zannetmişken bir imtihanla kaybediverir aradığını, bazen bir çift gözün derininde bulur, bazen kaybeder kendisini insan, bir çift göz bebeğinin taa içinde genç adamda ararmış aşkı ararmış…
O kitaplarda okuduğu, filmlerde seyrettiği , hayalini kurduğu , rüyalarda gördüğü aşkı aramış yıllar boyu, bir gün bir kütüphaneden bir kitap almış, oturmuş sabaha kadar okumuş, yutmuş o kitabı ezberlemiş, bazen sayfaları birbiri ardınca cevirmiş, tekrar okumuş, tekrar okumuş ve o kitaptaki aşka vurulmuş genç adam, sonra kitabı kapatmış sabaha karşı düşünmeye başlamış, acaba böyle aşklar gerçekten var mıdır? Böyle bir aşık? Böyle bir maşuk? Böyle bir çift göz gerçekte de var mıdır? Kitabın kapağını kaldırıp bakmış ki, kendinden önce okuyanların isimleri var, bir tane bayan ismi ! Acaba demiş bir ömür beklediğim, aradığım acaba bu olabilir mi? O da bu kitabı okurken filan sayfada benim düşündüğümü düşünmüş müdür ? Falanca sayfayı okurken böyle bir tebessüm etmiş midir? Falanca sayfada gözlerinden yaşlar süzülmüş müdür… Bir bir hayaller kurmaya başlamış sabah olduğunda genç adam aradığım sevgiliyi buldum demiş. O kadın benim bir ömür aradığımdan başkası değil, göreceğim onun gözlerini, onun gözlerinin kapısından gireceğim yüreğine… Sabah olunca o isimdeki herkese birer tane mektup yazmaya başlamış göndermiş mektupları ve beklemeye başlamış... 1...2...3.... Günler günleri kovalamış haber yok bir sabah eve geldiğinde posta kutusu !!! Kalbi güm güm atmaya başlamış çıkartmış bakmış ondan bir mektup… Cevap: genç adam sizi tanımıyorum bir kez bile görmedim yüzünüzü zaten görmemde gerekmez… Bir tek gördüğünü sevmez gözler ama itiraf edeyim yazdıklarınıza vuruldum. Sizde benim hoşuma gittiniz adam hemen bir cevap karalamış oracıkta cevabını beklemeye koyulmuş 2 3 gün koşmuş gelmiş bakmış posta kutusunda bir mektup daha... Böylece 5 yıl boyunca karşılıklı mektuplaşmışlar birbirlerinin ne yüzünü ne gözünü görmemişler o zaman diliminde delikanlı dayanamamış artık yakmış hasret yüreğini ve yazmış, hanım efendi sizi görmek istiyorum ‘yüzünü görmeden özüne vurulduğum’ kadını merak ediyorum ne olur buluşalım. Ve cevap gelmiş... ‘Hay hay falan gün filan sahil kasabasında falan yerde bekliyorum, beni tanımanız için yakamda kırmızı bir gül olacak’ Nihayet o sabah geldiğinde genç adam 2 saat önceden koşturup o sahil kasabasına gelip beklemeye başlamış. Martıların sesi bir başka dalgalar bir başka vurmakta sahile, yüreği alt üst, pır pır, vakit yaklaştıkça karşıdan gelenlere acaba o mu belki de budur hepsinin yakasına bakıp yok o değil o değildir en son bakmış ki karşıdan birisi geliyor… Muhteşem bir endam saçlar bellere kadar dökülmüş, bakışlar insanı alıp asırlar ötesine kıtalar ötesine götürecek kadar güzel ve o kadar tatlı bir tebessümle genç adama doğru geliyor ki işte demiş genç adam biliyordum o o ona doğru yürümeye başlamış yaklaşmış tam karşı karşıya gelmişler göz göze bakmışlar genç kız bir tebessüm edip delikanlının önünden sıyrılıp geçmiş ki arkada 50 li yaşlarda kalın camlı gözlükleri olan yüzü çiçek bozuğu 80 kğ kadar 1,50 boylarında yakasında kırmızı bir gül olan bir kadın…Dönüp bakmış giden kıza GEL der gibi bakmakta o güzellik… Diğerinin gözlerine bakmış yalvararak bakıyor… Hayır demiş genç adam ‘ben bir anda vurulduğuma değil yüzünü görmeden özüne vurulduğum kadına gideceğim’ ihtiyar kadının önüne gelmiş elini uzatmış merhaba demiş ben falanca kişi kadın tebessüm etmiş. Delikanlı sizi tanımıyorum ama şu karşı kaldırımdaki kız var ya sizi görünce gözleri ışıl ışıl oldu yakasındaki gülü çıkartıp benim yakama taktı ve dediki ; şşşş teyze ‘İMTİHAN ... İMTİHAN ..İMTİHAN…’ Delikanlı dönüp baktı ki genç kız kollarını açıp kendisine doğru gelmekte… Bazen yıllar sürer bir gözün kapısından içeri girmek bazen de bir an....
İsa ÖZSOY
Eğitimci