Ben Beyaz Kartalın Kanatlarında Uçtum Şiire...
ŞAİR MUSA GÖÇER'İN TÜRK ŞİİRİNİN BÜYÜK USTASI BAHAETTİN KARAKOÇ İLE YAPTIĞı SÖYLEŞİ...
(ÖNCELİKLE BÜYÜK USTAYA AKABİNDE OĞULLARI BAHADIRHAN KARAKOÇ VE OĞUZ KARAKOÇ AĞABEYLERİME YOL ARKADAŞLARIM VASİ KÖSE VE PİRİM ŞEMSETTİN ARIK'A.
BİZİ KARŞILAYARAK YOLDAŞ OLAN DEĞERLİ USTAM TAYYİP ATMACA'YA TEŞEKKÜRLERİMİ SUNARIM...)
BEN BEYAZ KARTALIN KANATLARINDA UÇTUM ŞİİRE...
Mevsimin ilk yağmuru merhaba diyordu toprağa göç ederek göklerden. Ve geceyi selamlıyordu inceden inceden. Vaktin tam da karanlığın en koyu olduğu aydınlığa dönüşeceği demleri yaşıyordum. Serin seher yeli esiyordu,birazdan erkenci sabah kuşlarının şarkısı başlayacaktı.
Yol vardı gidilecek. El vardı öpülecek.Bir kitabı ilişti gözüme karşı raftan gülümseyerek.Ben de gülümsedim kalktım usulca aldım yerinden. Hafif tozlanmıştı,kendime kızdım yerime dönerken deriden derinden.
Açtım ayracın sürekli baki durduğu yerden, ilk mısra döküldü dilimden. Sanki büyük usta benim yerime sesleniyordu.
-Geleceğim diyordu geleceğim...
“Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman”
Tatlı bir his,usul usul gönlümün koridorlarında şarkılar söylüyordu.Bıraktım kitabı kenara,son kez notlarımı kontrol edip hazırlıkları gözden geçirdim.Artık hazırdım Beyaz Kartalın kanatlarında şiirin semasındaki yolculuğa.
Gün doğdu şarkılarını bitirdi sabahın kuşları… Güneyin bir kentinden başka bir kentine başladı şiire yolculuk.
Yol boyu sükut hakimdi. Susarak yürüdüm içimde,dilime dolanan bir dörtlüğe tutundum.Gülümsedim kendime, aklıma gelen mısra ile daha varmadan selam edip geliyorum ustam dedim.Şiiri böylesine seviyorsam sebebi bu toprakların şairleri dedim, sebebi sensin.
“Bir renk cümbüşüyle sular ışıdı,
Düş bahçeme kuşlar bahar taşıdı,
Kurbanlık koç güldü, bıçak üşüdü,
Hep esrik gezdimse sebebi sensin”
Yeter ki sen varmak iste,her menzil kolay olur gönle.Vardım Beyaz Kartal'ın kapısına,durdum eşiğinde.Bir küçük isimlik kapının üstünde.İsimlik küçük üstünde ki isim büyük.Usulca bir metalin üstüne dizilmiş harfleri yan yana getirip okudum içimde bir mutluluk.
BAHATTİN KARAKOÇ...
Açıldı kapı girdim içeri.Daha önce görüp sarılmıştım çınara. Lakin ilk kez görüyor gibi heyecanlıydım yeniden.Bir kartalın kayaya konduğu gibi oturmuştu koltuğa.Gülümsedi bana şiirin gönlüme gülümsediği gibi.İlerledim eşiğine susuz toprağın yağmura hasreti ile.Eğildim usulca tuttum o güzel eli, öptüm hasretle.
Kırış kırıştı dağınık beyaz saçlarının altında ki alnı.Gülümsedi küçülmüş gözleri ile...
-“Hoş geldi evlat hoş geldin” dedi.
-Gir koluma kaldır beni.Önce yaşadığım yeri gezdireyim sana.
Şaşkındım. Küçük mütevazi bir Anadolu evi.Benden,sizden,hepimizden bir ev.Dolaştık odaları kol kola onun izahı ve cümleleri ile...Kitap kokuyordu her oda.Boy gösteriyorlardı duvardan duvara.Seksen sekizi devirmiş bir yüreğin hala nasıl çalışıp okuduğunu,dağınık notlardan,yerlerinden indirilmiş kitaplardan ve el yazısı ile tuttuğu notlardan anlamak o kadar zor değildi.Girdiğimiz her odada sadece kitaplar karşılıyordu beni. Duvarlardaki resimler yaşanmış koca bir hikayenin satır araları gibi yüzüme yüzüme çarpıyordu.Baş köşelerin birinden Mihriban'nın şairi küçük kardeş Abdurrahim Karakoç gülümsüyordu gözlüklerinin ardından.
Allah'ım dedim.Nasıl bir şey bu.Diken dikendi tüylerim,hazzın yücelerinde mutluluğun damıtılmışında yol alıyordum.
Terliyordum. Hani usta diyor ya;
“Kar altında terleyerek uyanmaktır aşk”
Aşk imiş şiir.Yeniden anladım.Ve ilk kez sevdim kendimi.Aşık olduğum için şiire ve şaire.Oturduk bir kenara açtım yelkenlerini gönlümün uçsuz bucaksız ummanın sularına.
-Ustam ilk şiir,ilk şiir ne vakit düştü gönlünüze hatırlıyor musunuz dedim.
Gülümsedi,başladı söze.
-On iki yaşındaydım,teyzemin gelin gittiği yer olan Cela’da(1983 de adı değiştirilerek Ekinözü yapılan yer) okula gidiyordum. Bir sınıf arkadaşım şiir yazmış sınıfta okumuştu.Ben o gün şiiri sevdim ve o ilk şiir o günden sonra çıktı bir daha da şiirden kopamadım.Sürekli okuyup yazarak devam edecek bir hayata merhaba dedim.Bir çok dergi ve gazete de yayınlanmaya başladı şiirlerim.1986 da çıkarmaya başladığım Dolunay dergisini çok sevdim.Dergiler edebiyatın pınarları dır bunu unutmayın.
-Hocam şiirlerinizden yola çıkarak şiirin sevdiğimiz güle koku verme sanatı olduğunu biliyoruz.Yirmiyi aşkın eserle şiir denen güle koku verdiniz.Bunu derken de aklıma gelen o güzel şiirden bir kaç dize geldi aklıma. Bu şiiri çok severim ben…
Ben sevda bölüğünde kıdemli bir askerim
Hizmetim sanadır ey tacidarım
Canı bir emanet bilir taşırım
Bir ırmak delirir geceleri
Bir yıldız kayar ötelerden
Bir bulut geçer Ay’ın önüne
Birden üşürüm
Ve seni daha çok düşünürüm
Kokunu en sevdiğim güle veriyorsun
-Kıymetli hocam yaşınız ilerlemesine rağmen görüyorum ki çalışmaktan ve üretmekten vazgeçmiyorsunuz.Yeni bir çalışma var mı? Merakla bekliyoruz.
-Elbette şair nefes aldığı sürece şiir de susmaz üretmekte bitmez. Çok yakında önemli kimselerle gerçekleştirdiğim mektuplaşmaların yer aldığı bir çalışmanın hazırlığı içerisindeyim.O kadar yol gelip kapımı çalmışsın.Hoş geldin beni mutlu ettin şimdi sana o mektupları göstereceğim.
Uzandı onlarca mektupların olduğu bir kutuyu açtı.Ve serdi üzerine masanın.Nutkum tutuldu.Sanki evreni muhabbet kokusu sardı.O nasıl bir el yazısı ya Rab...Şiirleri kadar özel şiirleri kadar güzeldi.Dokundum mektuplara titredi ellerim sustum baktım gözlerine.Şiirle emekle yoğrulmuş bir ömre sonsuz bir minnet doldu gönlüme.
-Yeni çalışmanın bir adı var mı hocam,kitabın adını koydunuz mu dedim.
Gülümsedi.
-Elbette var ama sabır güzel şey evlat.Bekleyeceksin,günü geldiğinde öğrenirsin elbet.
Derin insanların en güzel yanı sırlarının berk,yüreklerinin derinliğinden kaynaklandığını yine yeniden anladım.Hani diyordu ya büyük usta Neşet Ertaş;
“Sevda sırrınangurban olduğum...”
Karşıda gözüme yeniden Abdurrahim Karakoç'un portresi ilişti.Ve sorduğuma pişman olduğum o deli soruyu sordum. Nerden bileydim ki hem benim hem onun hem de hazırda bulunanların yanakları ıslanacak kesilecek nefesleri.
-Hocam rahmetli Abdurrahim Karakoç'u en son nerede gördünüz ve ne konuştunuz?
Değişti yüzü.Yüce dağlara kar yağıyor dağ değil o üşüyordu sanki.Titredim o yüz ifadesi değdi bam teline gönlümün.Hüzün çöktü kanatlarına kartalın.Sanki zemheriye açılmıştı perde.Kış dayanmıştı kapıya.
-Ben Abdurrahim'i çok severdim.O beni hiç kırmadı.Herkes onu babamın kitaplarını okuyarak büyüdü diye anlatır.Hayır o benim kitaplarımı okuyarak büyüdü.Benim çok kitabım vardı.Kütüphaneleri gezer kitaplar toplardım.Kimse beni kırmaz kapılarını açar,kütüphanelerini benim önüme açardı.Onu kaybettiğimiz yıl.Ben İstanbul'da o Konya'da,küçük kardeşimiz Ertuğrul Adana'da zatürreden hasta yatıyorduk.Ben iyileştim ve kalkıp bir abi edası ile önce Abdurrahim'i sonra Adana'ya Ertuğrul'a ziyarete gittim.Hastaneye gittiğimde dertleştik sohbet ettik.İyiyim ağabey dedi merak etme beni.Tam çıkarken seslendi bana
-Karakoç,Karakoç
-Bana hiç böyle seslenmezdi.Bu ses tonunda bir veda havası vardı.İlk kez bana Karakoç diye seslendi.Döndüm Efendim Abdurrahim dedim.Hiç ağabey yok bir şey dedi.Sanıyorum ki hissetmişti ve vedalaşmak istiyordu.Peki dedim ve çıktım odasından.İçime bir ateş düştü.Kim bilirdi ki bu onunla son cümlelerimdi. Bu olaydan sonra son kez yoğun bakımda bir camın arkasından baktım ona. Yanına girmeme izin vermediler.Mekanı cennet olsun onu çok özledim.
Gözlerim doldu bunları dinlerken.Yanağımda ıslak bir coğrafya oluştu.Resimlerimizi çekip konuşmamızı kayıt altına alan oğlu sevgili ağabey Oğuz'un da yanaklarının ıslandığı sonradan fark ettim.Tükenmiştim,hızla kalkıp kendimi balkona attım.Bir sigara dalıp gidene diyen ustanın mısralarına nazire yapa gibi dudaklarımın arasında ki sigarayı süzülen yaşlarımla birlikte ciğerime çektim.
O da susmuş dalmıştı.Konuşmadı kimseyle,bir matem havası sardı mekanı söz söylemek gayrı ahmaklıktı.Kendimi toparlayıp geriye dönüp odaya duvardaki resmin önüne geçip avuç içimi dayadım göğsüne Abdurrahim Karakoç'un.Gülümseyerek içimden bize bıraktıklarına şükranlarımı sundum içimden.Yanına döndüm.Elini kalbime koydu ...
-“Merak etme iyi ol evlat” dedi. “Ölümün bir özgül ağırlığı vardır,ağır gelmesin sana.Dik dur bir duruşu olmalı yiğidin. En güzel şiirdir şairin duruşu”
Ne diyeceğimi bilemiyor yaşadıklarımın şaşkınlığı ile küçük bir serçenin çatıda üşüdüğü gibi üşüyordu yüreğim sol yanımda.Ve döküldü dilimden bir mısra;
“Ayrılıktan zor belleme ölümü”
Bu soru yormuştu yaşlı yüreği.Sormayı planladığım bir çok sorudan vazgeçtim.Topladım dilimi.Keşke mümkün olsaydı da günlerce otursaydın dizinin dibine.Ve dinleseydim en ince detayına kadar o güzel ömrün hikayesini mısra mısra.
Dostlarım bilir atlara olan sevdamı.O da sevdalıydı atlara.Kazakistan’dan armağan edilmişti o koca yüreğe güzel bir at.
-Atların sizde ki yerini ve şu duvarda asılı duran fotoğrafta ki yavuklunun hikayesini dinlemek isterim ustam.
-Atları çok severim ben.Kazakistan'a gitmiştim bir proğram için.Bir at getirdiler.At deli dolu.Dizginleri zul geliyor ona.Ben at üstünde büyümüşüm köyde.At binmek eskimeyen töredir biz de.Ben bineceğim ona dedim.Bir telaş sardı oradakileri.Rezil olmak vardı ortada. Ben gözümü esirgemem budaktan. Vardım deli tayın yanına,eğildim fısıldadım kulağına.Mahcup etme beni,seviyorum seni.Gülümsedi,herkesin harcı değil boy göstermek atın üstünde.
Aldım gönül haneme yazdım bu dipnotu...
-Sıçradım bindim üstüne. Süt köpüğü ateş kısılınca nasıl dinerse öyle dindi yavuklu.Hayretle izlediler bizi.Dolaştım sırtında dertleştim biraz rahman edasıyla.Döndüm.Dediler ki
-Sen ne dedin de at duruldu öyle.
-Benimle onun arasında çok merak ediyorsanız gidin sorun ona.Adam yerine koyarsa sizi söyler elbet size ne dediğimi kendisine.
Ben Beyaz Kartal'ın kanadında uçuyordum şiire...
Serin yayla rüzgarı saçlarımda,soğuk pınar suları içimde Anadolu’nun,yol alıyordum içten içe.Ah ne çok mesut ne bahtiyar bir adamdım ben. Sustum gömdüm gönlümü bir şiirin en derinine.Keklik gibi sektim ustanın mısra mısra bir güzel şiirinde.
Hangi yayla serin, nerde bühtan yok,
Gel seninle orda uçalım çocuk.
Meşeler, ardıçlar, çamlar yan yana
Biz kanat çırpınca dursun divana.
Bir çift beyaz kartal, hey bu da nesi?
Diyerek şaşırsın çobanın hepsi;
İlk kez görüyoruz desin görenler,
Bütün oymaklarda dolaşsın haber.
Keşiş dağlarından görünsün İstanbul,
Bütün dağ gölleri ışırken pul pul.
Güzel dost, ey hüzne âşina yürek,
Gel gidelim keklik gibi sekerek.
Vakit daralıyor,yormamak gerekiyordu çınarı.Sağlık el vermiyor yaş kurtarmıyordu Musa Göçer’i çekmeyi.Yedi Güzel Adam, Tük şiirinin içinde bulunduğu matem, sanal kirlilik,yozlaşan şiir konuşuldu hep.Yeni bir tartışma açmamak adına hep güzel olduğu gibi yine susmak gerek.
Veda vakti geliyordu.Gönle hüzün çöküyordu.Daha önce kendi şiirini okumuştum kendisine.Yine bir şiiri ile veda etmek istiyordum ulu çınara. Elimi attım omzuna, gözlerini dikti gözlerime.Zaman durdu sanki akrep küstü yelkovana.Titreyerek başladım söze,belki de bir daha şiir okuyamayacaktım ona.Basıldı düğmelere kayıt altına alındı o kutlu an.
Tepeler gözüme şakul görünür
Ay bir civan, bulut kakûl görünür.
Hangi atın eyerinden doğrulsam
Her yaprak sarı bir bülbül görünür.
Tarifi zor gönlümdeki güzelin,
Kaşları yay, saçları tül görünür.
Görende mi hüner, görünende mi?
Isırgana baksam sümbül görünür.
Ufku boylar her busenin alevi
Ve her ateş kızıl bir gül görünür.
Gönül, dostun kokusunu alınca
Değnekten at yahşi düldül görünür.
Aşkın darasını düşsem özümden
Kuru ömrüm bir avuç kül görünür.
Aşk merkezli KARAKOÇ'un gözüne
Bütün yorgun aylar eylül görünür…
Bitti şiir sarıldım ele. İki yorgun el bastı beni bağrına.Ah be usta canım gurban olsun içinde ki ağrına.Vedalaştım iki damla yaş aktı içimdeki susuz toprağa.
-Güle güle git evlat,hakkın yolundan yürü şiire.Beni mutlu ettin, rabbimde mutlu etsin seni...
Musa GÖÇER
Kaynak: Hatay Özyurt Gazetesi