“İYİ Parti Varoluş Gerekçesidir”
Merakla Beklenen İYİ Parti Elbistan İlçe Teşkilatı Elbistan’a “Merhaba” Dedi Geniş Katılımla Yönetim Kamuoyuna Tanıtıldı. Kurucu Başkan Av. Ali Kürşat Yıldırım Çarpıcı Mesajlar Verdi:
İYİ Parti Elbistan İlçe Başkanlığı, düzenlediği geniş katılımlı basın toplatışı ile merakla beklenen yönetim kurulu üyelerini kamuoyuna tanıttı. İYİ Parti Elbistan Kurucu Başkanı Kürşat Ali Yıldırım, yaptığı ilginç ve çarpıcı açıklamalarında iktidara yönelik eleştirilerde bulunarak, ilkelerini şu sözlerle ortaya koydu: “İYİ Parti Varoluş Gerekçesidir.”
İYİ Parti Kahramanmaraş İl Başkanı Dr. Faruk Atlı’nın da katıldığı İYİ Parti Elbistan İlçe Teşkilatı Yönetim Kurulu Tanıtım Toplantısı yoğun ilgi gördü. Yönetimde saygın ve seçkin insanların yer alması dikkat çekti. İYİ Parti Elbistan İl Başkanı Atlı, Akçırı Alabalık Dinlenme Tesisleri'nde yapılan toplantıda yaptığı konuşmada, mutlu ve güçlü Türkiye'nin yolunu açmak için görevde olduklarını söyledi.Fikrin ve rengin hiçbir önemi olmadığını belirten Atlı, "Önemli olan insan olmaktır, insan olmanın yolu da adaletli ve eşit vatandaş haklarını kullanmaktan geçmektedir. Biz İYİ Parti'yi iyilerle bir hep birlikte kurmak için yola çıktık, bu yolda da başarılı olacağımıza inanıyoruz" şeklinde konuştu.
Daha sonra katılımcılara yönelik kapsamlı, ilginç ve çarpıcı bir konuşma yapan İYİ Parti Elbistan Kurucu Başkanı Av. Kürşat Ali Yıldırım, şunları söyledi:
“ Mensubu bulunmaktan büyük bir şeref duyduğumuz, büyük Türk Milleti’nin, en ayırt edici vasfı yüksek bir teşkilatçılık kabiliyeti ile çağının en ileri devlet nizamını kurmuş olmasıdır. Kadimden beri devlet, törenin/hukukun, ananenin, kültürün, mukaddesatın hülasa millet varoluşumuzun temel ilkelerinin hem terkibi hem de teminatı olmuştur.
Tarih boyunca Türklerde devlet, bir zümrenin, kliğin, oligarşinin, aristokrasinin değil sadece ve bütünüyle Milletin olmuştur. Öyle ki ilk yazılı kaynaklarımız olan “Orhun Abideleri”nde Bilge Kağan, “Türk Milleti, vatan yaptığı ilini ve devletini, kağan yaptığı liderini kaybetmişti.” demektedir. Bu sözlerden, devleti bizzat kuranın, kağanına da kağanlık verenin millet olduğu anlaşılmaktadır. Tarih içinde farklı biçimlerde yönetilse de Türk Devlet Felsefesinde, devleti yönetmek milletin takdiriyledir. Bu minval üzere, Fatih Sultan Mehmet Han’dan sonra, taht mücadelesi veren iki oğlundan küçük olan Cem Sultan’ın devleti taksim ederek yönetelim teklifini, Sultan Bayezid-i Veli, “Arûs-i saltanat taksim kabul etmez” diyerek reddetmiş; devlet otoritesini geline benzetmiş, taksimini bir geline iki damat olarak görmüş, bunun ise namus ve kudsiyetle bağdaşmasının mümkün olmadığını vurgulamıştır. Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk de asıl olanın, devletin bekası ve varoluşu sadedinde, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” şeklindeki veciz ifadesiyle, Türk Devlet şuurundaki sürekliliği; millet hayatında devletin merkezi konumunu işaret etmiştir.
Tarihi şartları ve zamanın ruhunu en zor şartlarda dahi derin bir şuurla kavrayan Milletimiz, devletsizliği zillet olarak görmüş varlıkla yokluk arasında, ulu bir kahramanlıkla istiklal mücadelesi neticesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur. Bu yeni devlet, Anayasamızın 2.maddesinde ifadesini bulduğu üzere, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Hukuk Devleti, ancak demokrasi ile mümkündür. Demokratik hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ilkesiyle temel hak ve hürriyetler çerçevesinde toplumun iradesini esas alır ve meşruiyetini ona dayandırır. Hukuk devletinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve bu kapsamda “yargı bağımsızlığı” hayati önemdedir.
Kısaca arz etmeye çalıştığım üzere bu kadim, güçlü ve sürekliliği bulunan bir devlet idraki ve devlet varoluşumuz, maalesef sanki özel bir kastla yok edilmeye çalışılmaktadır. Gerçekten de bugün devlet kurumları, “adalet” ve “liyakat” ilkeleri dışlanarak, kişiye sadakat anlayışıyla işlevsizleştirilmiştir. Kurumsal yapının içi boşaltılmış, kişisel inisiyatiflere terk edilerek keyfilik had safhaya varmıştır.
Devlet, dernek, vakıf, şirket gibi yönetilemez. Devlet asgari seviyede ciddiyet demektir. Devlet imkân ve kadrolarını, “ne istediniz de vermedik” diyecek kadar, hukuku, siyaset etiğini, devlet bilinci ve sorumluluğunu göz ardı ederek veren bir zihniyet ile isteyip alanların “devlet telakkileri” özdeştir. Liderin devlet yönetiminde aldatılma lüksü yoktur; nitekim aldatılıp manipüle edilen, liderin şahsından ziyade bütün bir milletin hukukudur. Lider, başka bir ülkenin liderine “kardeşim” diye hitap edemez, çünkü devlet politikaları anlık durumlara, kişisel, duygusal yakınlıklara göre değil, rasyonel ve ülke menfaatleri gereğince diplomatik bir dille ifade edilmelidir. Aksi durumda hep beraber yaşayıp gördüğümüz gibi “kardeş” hitabının muhatabı kısa bir süre sonra “katil” olmuştur. Bu türden çelişik tavır, dil ve üslup istisna olmaktan çıkmış, devlet yönetiminde yerleşik hale gelmiştir.
İktidarın, kendinden olmayanlara karşı, aşağılayıcı, horlayıcı, dışlayıcı ve kutuplaştırıcı şiddet dili Ülkemizin en ciddi sorunu durumundadır. En hafif bir eleştiriye tahammül edemeyen, dahası muhalif her söylemi “hainlikle” itham eden bir yönetimin sorunları çözme nosyonunu kaybettiği ve bizatihi “sorun” haline geldiği açıktır.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi fiilen iptal edilmiş, devlet fonksiyonları tek bir kişide toplanmış, bununla da yetinilmeyerek hemen hiçbir özerk ve sivil alan bırakılmamıştır. Gerçekten de bugün, üniversite, sanat, edebiyat, sinema, spor, medya otonomisini yitirmiş, katı otoriter hükümet etme biçimi nedeniyle bütün bu alanlar siyaset tarafından kuşatılmıştır. Ne yazık ki bilim ve teknoloji, rekabetçi bir eğitim, evrensel nitelikte sanat, sinem ve edebiyat üretimi olanaksız hale gelmiştir. Bürokrasi ehliyet ve liyakat ilkelerine göre değil; kişisel sadakat anlayışıyla düzenlendiğinden etkin, süratli ve kaliteli bir kamu hizmeti sunmak imkanı kalmamıştır.
Yola çıktıkları ilk günlerde “3Y ile yani, Yasaklar, Yolsuzluk, Yoksulluk ile mücadele edeceğiz.” diyenler, hiç olmadığı kadar bu sorunları derinleştirmiştir. Dış politikanın, gerçeklik temelinde, diplomatik usullere göre, uluslar arası hukuku dikkate alarak ve güç dengelerini ve bu bağlamda Ülkemizin uzun dönemli menfaatlerine uygun olması gerekirken; sanal korku ve “beka” sorunları söz konusu edilerek, dış siyaset, içteki açıkları kapatmak için araçsallaştırılmış ve kuru bir “hamaset” dilline mahkum edilmiştir.
İçinde bulunduğumuz bu karamsar tabloda en vahimi ise, akıl ve bilim itibarsızlaştırılmakta, şahsiyet ve ferd olma bilinci yok edilmekte, adaletsizlik yaşam biçimine dönüşmektedir. Eğer bir beka sorunundan bahsedileceksek bundan daha tehlikeli bir beka sorunu olamaz.
Evet içinde bulunduğumuz bu ahval ve şartlar içinde birilerinin ikbal kaygılarını perdelemek için kendi siyasi gelecekleri ile Ülkemiz geleceğinin kader birliği içinde olduğunu kabul ettirmeye çalışması sadece kibirdir, menfaat düşkünlüğü ve bencillikten başka bir şey değildir. Karamsar olabiliriz, lakin kötümser olmaya hakkımız yoktur. Nitekim bir yiğit kadın, bir anne sayın genel başkanımız Meral Akşener hanımefendi çıkmıştır ve bu gidişata eyvallah etmeyeceğini, yese düşmeyeceğimizi, iyilik güneşinin Türkiye’yi aydınlatacağını ve Türkiye’nin İYİ olacağını haykırmıştır.
İYİ Parti, Türk Milleti’nin tarih sahnesine çıktığı günden beri vazgeçmediği adalet ve hürriyet idealinin siyasette tebarüz etmesidir. İYİ Parti’nin varoluş gerekçesi, Milletimizin değişmeyen karakteri yani iyiliktir. Siyaset iddiası, Mecellede hüküm altına alınan, “Def-i mazarrat, celbi menafidir.” Yani kötülüğün giderilmesi, iyiliğin gerçekleşmesidir. Bu itibarla İYİ Parti, bir karşıtlık düşüncesinden doğmamıştır, edilgen değildir; kendi orijinine dayanan ve özgün duruşuyla siyasetini inşa eden bir partidir.
Başkası üzerinden kendine alan açmak, olsa olsa kötünün iyisi olabilir; kendilik idrakini insani değerler üzerinden temellendirenler ise iyilerin en iyisi olmayı gaye edinir. Bir davanın başarısının ilk ve en önemli şartı sarsılmaz bir inanca sahip olmaktır. Hakikatten, bilgi ve adaletten sapmadan yürüyenler muvaffak olacaklardır.
İYİ, insandır, insanın varoluş gayesi iyiliktir; insana, onun inancına, düşüncesine, tercihlerine, hayat tarzına içten bir hürmettir. İYİ, kültür ve medeniyetimizi şekillendiren değerler manzumesinin özüdür. İYİ, adalettir; “insani duyarlılığını yitirmemiş her insan fıtratı gereği neyin adil olup olmadığını bilir, adalet insan olmanın kök ilkesidir.” Yerleri ve gökleri ayakta tutan adalettir. Adalet, kemaldir, mükemmelliğin öteki adıdır. İYİ, merhamettir; garibi, yetimi, gönlü kırık olanları görüp gözetmek, imkanını imkansıza sarf etmektir. İYİ, kardeşliktir, gönül yapmaktır. Yunus Emre’miz ne hoş söylemiş; Ben gelmedim kavga için, Benim işim sevgi ile Hakk’ın evi gönüllerdir, Gönüller yapmaya geldim
İYİ, hürriyettir. İnsan onurunun olmazsa olmazı, insanca bir yaşamın kurucu ilkesi hürriyettir. Nazım Hikmet’in dediği gibi;Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim.
İYİ, hakikate sadakattir; fanilere, liderlere, efendilere değil, Hakk’a bağlılıktır. Hakk’ın hatırını âli tutarak, ‘Hakk, ne der’ diyerek yürümektir. İYİ, akletmek, tefekkür etmek, şahsiyet sahibi olmaktır. İyi, paylaşmaktır, adaletle bölüşmektir, kamu görevinde liyakat, kamu hizmetinde eşitlik, emeğe derin bir saygı ve sömürülmesini engellemektir.
Başkalarının hayat görüşüne, moral değerlerine, kabullerine, hukukuna hürmet etmek; herkesin onur ve şerefini, temel hak ve hürriyetlerini aziz bilmek; sadece kendimiz gibi gördüklerimin değil, her düşünceden vatandaşımızın hakkını gözetmek ve rızasını kazanmaktır. Nefretin, kinin, kavganın, bozgunculuğun, zulmün, acıların, fakirliğin, hastalıkların, cehaletin, hülasa bütün kötülüklerin def’i İYİ’dir, iyiliktir.
Devleti, ülkeyi, milleti yönetmenin, yani siyaset etmenin varlık şartı ve nihai amacı iyiyi gerçekleştirmektir. Esas olan ilkelerdir, usule riayettir. Her görüşten insanımızın huzur ve refahı, cümlesini aynı ve bir görmekle gerçekleştirilebilir. Bunun için ihtiyacımız olan hukukun üstünlüğüne, temel hak ve özgürlüklere, demokratik ilkelere bağlı devlet nizamıdır.
Her hal ve şartta kazanmak ve hiçbir değer gözetmeden iktidar olmak için çırpınmak köle ruhlara mahsustur. Tarih boyunca makamlarını; yıkıp dökerek, şiddet diline mahkûm olarak korumaya çalışanlar; makamlarına köle olmuştur. Biz ise siyasi başarıyı demokratik bir yarışla, her halde değil, haklı ve doğru kalarak ve adaletten sapmadan elde etmek istiyoruz. Biliyoruz ki hakikatte hep iyiler kazanmıştır, yine kazanacaktır. Ve asla unutmayacağız ki bütün makamlar insanlık makamına ermek içindir, en yüce makam insanlık makamıdır. İnsan da iyi olduğu kadar insandır.
Türkiye umutsuz değildir; İYİ’lik güneşi doğmuştur ve umut her zaman vardır. Türkiye iyi olacaktır. Bir ahir zaman dervişi, Sezai Karakoç Bey’e kulak vererek bitirmek istiyorum; Her sabah bir çiçeği aklında tut. Tebessüm gezdir ruhunda. Umutsuzluk yok! Gün gelir gül de açar, bülbül de öter…
Elbistanlı hemşehrilerimi partimize davet ediyor, hürmet ve muhabbetlerimle selamlarımı sunuyorum.”