Fikir Dükkân’ının müdavimi iken, maişet gurbetine çıkan Süleyman Kılıçbay, nam-ı diğer Oflu Süleyman dostum, mektubuna bin miligramlık hüzün taşıyan kelimeler doldurup fakire yollamış. Dokunduğum her kelime yüreğimi yaktı geçti. Bizim insanımız, oluşundan bu yana böyledir. Gurbette sılanın, dostun, dostluğun hasretini çeker.
Yüreğini yanık şaircesine kelimelerle teselli bulur. En zor hallerinde derdini dostuna döker ve yazdıkları değme edebî metinlerden daha derin, daha içtimaî ve kalbidir. Aşağıdaki mektup, vatan müdafaasında bile özünü kaybetmeyen, yüreğini diri tutan, fakat asla hüzün ve dostunu unutmayan bir kalpten fışkıran hâllerdir:
“Size nasıl selâm edilir veyahut selâma nasıl başlanır ile alakalı çokça düşünmelerimiz, denemelerimiz olmuştur Sadık arkadaşımla. Amma en çok 'Ak Saçlı Hüzünkâra', diye başlamak yüreğimize dokunmuştur.
Ak Saçlı Hüzünkâra,
Size yüz yüze gelindiğinde söylenen şeyin selam olmadığı, gökyüzüne uzanan taş yapıya bakıldığında minareye baktığınızı düşünmediğiniz ve yine o taş yapıdan yükselen sesin ezan olarak kulağınıza ulaşamadığı, şarabın çay içermiş saflığı ve muhabbetiyle içilip çayın helalliğini yaşamak yerine; çayın şarap haramlığıyla içildiği, bırakın kapıyı çalıp tanrı misafiriyim demeyi; bende Allah'ın bir kuluyum diyerek gideceğiniz adresi bile soracak bir çift göze hasret kaldığınız yolların 'sokak lambaları' olmayan kaldırımlarından yazıyorum abi.
Çözüm sürecine zarar vermeyelim ve halkların kardeşliğine çok zarar gelmesin düşüncesiyle' biraz ağır olmamış mı?' diye bilirsiniz . Ama gece saat:23.00 da mehter marşı çalarak fethetmeye geldiğimiz çok çok uzaklarda bulunan Şırnak'tan yazıyorum ….
Lakin size bu mektubu yazmak için benim gibi eli pek kalem tutmayan birini kalem defter başına geçiren yukarıda yazdıklarım değil... Size sadık arkadaşım vesilesiyle; geçici görev için geldiğim Şırnak’taki Çevik Kuvvet binasına beni ziyarete gelen Özel harekatçı bir gardaşımla sigara içmek için ''saklandığımız'' Kobra isimli bir aracın yanında çekilmiş fotoğrafımızla birlikte bir zarf atmış ve hiç dışına çıkamadığımız bu taş binanın pencerelerinden güneşin ay'ı, ay'ın güneşi takibini seyrederek zarfıma cevabınızı beklemekteydim ammaaa cevabınızı girişinden dolayı okuyamadım ….
Tekrar tekrar baktım ve tekrar tekrar okumaya çalıştım ve giriş bölümünü geçip alt kısmını okumayı ancak beşyüzüncü denememde başarabildim. …., ''bir zamanlar fikir dükkancısı iken'' diye başlamışsınız. Şimdi bunu tekrar yazarken kırk adet kalemin ucunu kırk bin defa sanki yüreğime batırıp kanatırcasına, damlayan kanı ruhuma bulaştırırcasına yazabildim ….
En evvelinde sadık arkadaşım olmak üzre cümle dostlara sesleniyorum; dört senedir kendi memleketimde fikir dükkanının gurbetinde yaşamakta iken birde emniyet teşkilatının çokça gurbetçi olan dünyasına girmek durumunda kaldım ve herhalde bu dünyadan yana kalan zamanımız buralarda geçecek gibi.
Deyin hele dostlar, ben ne ettim de fikrimde hüznümde geçmiş zamanla anılır oldu ak saçlı hüzünkâr tarafından.
Deyin hele dostlar, celal oğlanın türküsünü günde kaç kere dinlemeliydim, çantamdan eksik etmediğim 'Bir Hüzünkârın tahrir Defteri' ni niye okuyamadım hakkıyla. Deyin hele dostlar, Yemen türküsünü yılbaşı programı dinler gibi mi dinledim acep? Deyin hele dostlar, ben ne edeyim...
Gün gelirde Batıdaki Altı Oğuldan biri gibi olmak tehlikesi yakınlaşırsa eğer Yedinci Oğul gibi kör dünyanın göbeğine gömerim kendimi diye düşünmekteydim.
De hele…., fikrimizde hüznümüzde ''bir zamanlar'' da kaldı ise Yedinci Oğul olmanın vakti gelmiş midir?”