“…Dedem diyor ki, geçmiş zamanların birinde, bir han başka bir hânı tutsak almış. Bu han tutsağına: “Eğer istersen benim kölem olarak yanımda kalır, uzun zaman yaşayabilirsin. İstemezsen en büyük arzunu yerine getirir, sonra da seni öldürürüm.” demiş. Tutsak hdüşünüp cevap vermiş: “Köle olarak yaşamak istemiyorum, beni öldür daha iyi. Ancak, öldürmeden önce vatanımdan herhangi bir çobanı buraya getirtmeni istiyorum.” -“Ne yapacaksın o çobanı?”
-“Ölmeden önce ondan bir türkü dinlemek istiyorum…”
Dedem diyor ki, “ İşte böyle, vatanlarının bir türküsü için canlarını fedâ eden insanlar varmış. Böyle insanları görmeyi ne kadar isterdim!..”
Türküyü dinlerken dedem kulağıma fısıldadı: -“İlâhî! Ne büyük insanlarmış eski insanlar! Ne türküler yakmışlar yâ Rabbim!..”
Cengiz AYTMATOV, Beyaz Gemi, 43
Sözü hikmetli kılan nasıl şiirse, şiiri de kanatlandıran müziğin o efsunkâr ritmidir... Şuur altındaki ilhamların bir tezahürü olan şiir, müziğin büyülü atmosferinde emsâlsiz bir güzelliğe erişir. Şiirdeki letâfete, mızrabın tellerle vuslatı eklenince; perde perde dokunan mısralar, dokunaklı bir ezgi hâline gelir. Duygulardan dile yansıyan dizeler, notaların o esrarlı kanatlarını taktığı zaman; gönül semâlarımızda şehbâl açarak canlılık kazanır. Kalbimizdeki en içli duyguları ifâde eden bu güzelim ezgiler, kültür dünyamızda şekillenip, gönül gergefimizde nakışlandıktan sonra, zamanın sînesinde demlenerek bir muammânın sırrıyla hemhâl olur ve “türkü” adını alır.
Türküler, en yalın hâliyle, ama en güzel bir biçimde bizim kültürümüzü terennüm ettiği için binlerce yıldan beri dilden dile dolaşır, nesilden nesile ulaşır. Türkülerimiz, söyleyenin gönlünü bir hoş ederken, yüreğimize saplanan nağmeleriyle de dinleyeni “içmeden sarhoş” eder. Tevârüs edilmiş bir asâletin bütün güzelliklerini türkülerimiz anlatır. Türkülerimizde; neş’emiz, sevincimiz, sabrımız, derdimiz ve ıstırabımız dile gelir. Türkülerimiz, “her yanımızı esrarlı bir şafak ışığıyla saran” gönül dünyamızın sönmeyen yıldızlarıdır. Aşk ateşine düşen, milyonlarca insanımızın ortak duygularını türkülerimiz ifâde eder. İnsanımızın doğumundan ölümüne kadar olan her hâline, günlük hayatın bütün veçhelerine türkülerle vâkıf oluruz. Yüreğimize hapsettiğimiz acı tatlı hatıralarımızı türkülerimizle yâd ederiz. Ayrılığı, kavuşmayı, sitemi, kahrı, kadere isyânı, hasreti, gurbeti, ümidi, teselliyi, mutluluğu, hüsrânı hep türkülerde buluruz. Türkülerle hâlleşir, türkülerle dilleşiriz. Hayatın tamamına türkülerle nigâh-ban oluruz. Milletimizin her hâlini türkülerle biliriz...
Türkülerimizi bilmeden Türk’ü bilirim demek, alfabeyi öğrenmeden kitap okumaya benzer. Anadolu insanının; hayatındaki mağduriyeti, yaşadığı mahrûmiyeti, tevekkülündeki mazlûmiyeti, tavrındaki mahcûbiyeti, aşkındaki mâsûmiyeti, gönlündeki muhabbeti, hayâlindeki saâdeti, iç dünyasındaki samîmiyeti, heyecânındaki kudreti, rûhundaki asâleti, sevdâsındaki iffeti, kalbindeki ülfeti, kızgınlığındaki hiddeti, öfkesindeki şiddeti ve duygularındaki haşmeti ancak türkülerimiz anlatabilir.
Türk milleti olarak bizler; bir yürek yangınında önce kendimiz yanar, sonra bir türkü yakar, daha sonra da bu yanık türkülerde serinlemek adına “Değmen benim gamlı yaslı gönlüme / Ben bir selvi boylu yârden ayrıldım” türküsünü söyleyerek Mecnun olup yollara düşeriz. Türkülerde nice dağlar aşar, türkülerle yaramızı deşeriz. Düğünlerde türkülerle coşar, askerlikte türkülerle koşarız… Kısacası, biz hayatı türkülerde yaşarız. Çünkü türküler; duygu penceresinden ömür rüyâsını seyreden bir hayat destânıdır.
Türk millî kültürünü ayakta tutabilmemiz için, türkülerimizi yaşatmamız gerekir. Şurası muhakkaktır ki, her türkü; milletimizin iç âlemini âşikâr eden, kültür hâzinemizi seslendiren bir sanat şâhikasıdır. Türküler terennüm edilmezse, bu aziz milletin hayat damarlarından biri daha kurumaya yüz tutar. Bu sebeple türküler, millî kültürümüzün nefesi, binlerce yıllık tarihimizin sazın tellerinde yankılanan sesi, duygularımızın bâzen hazin, bâzen neşeli, bâzen ağıt formunda, bâzen de koçaklama olarak bağlamada şekillenmesidir.
Bir Türkmen kiliminin rengârenk nakışları gibi, türkülerimiz de insanlara doyumsuz bir huzur verir. Milletimizin; duygularındaki enginliği, iç âlemindeki zenginliği ve dünyaya bakışındaki güzelliği, en mükemmel bir biçimde türkülerimiz terennüm eder. Türküler, ruh dünyamızın şifrelerini ortaya koyar. Bizim türkülerimiz, şair bir milletin kendi yüreğine doğru yürümesiyle işittiği âşina seslerden ve sevdâ gergefinde doyumsuz bir aşkla dokuduğu ışıklı nağmelerden oluşan bir şehrâyindir.
İçimizi yakan türküler başımızda boz dumanlar tüttürür. Teselli verirken bile elemin bir başka burcunda gönlümüzü mesken tutturur. Aşkın hudut tanımayan coşkusunu, ahde vefânın ne demek olduğunu ve insanoğlunun gem vurulamayan duygularını ancak türkülerimiz anlatabilir.
Türkülerimiz, kimselere söylenemeyen gizli dertleri, âşikâr edilemeyen aşkları, karşılıksız sevdâları, kaybolan hasletleri, özlenen memleketleri, uzak kalınan sılayı, yâdelerde yapılan bayramı, beklenen asker yollarını, zaman içinde sararan duyguları, kararan umutları, yeşerip boy veren hüzünleri dile getirir… Türkülerimiz, karanlığı titreten bir şafak olur kimi zaman. Kimi zaman gecelerin ağaran saçlarına yakılan türküler, seher vakti yapılan duâlar gibi içimizi titretir. Bu sebeple olsa gerek, güneşin yedi renginin üstüne sayısız duygu tayfları düşüren türkülerimiz; kirpiklerimizi ıslatırken, göz bebeklerimizden parıldayan bir ışık şûlesi yansıtır âsûmâna... Bizim türkülerimiz; kimi zaman, “Yerin yok, yurdun yok nerde kalırsın / Her yüze güleni dostun sanırsın / Bunca derdi sen üstüne alırsın / Dert çekecek senin halın mı kaldı” ezgisiyle inler; kimi zaman, “Geceler yârim oldu / Ayrılık kârım oldu / Her dertten yıkılmazdım / Sebebim zâlim oldu” diye âh eder; kimi zaman, “Bir yiğit gurbete gitse / Gör başına neler gelir / Garip sılayı andıkça / Yaş gözüne dolar gelir” türküsüyle gurbetteki yalnızlığı dile getirir, kimi zaman da, “Ne feryâd edersin divâne bülbül / Senin bu feryâdın (anam) gülşene kalsın / Bu dünyada eremezsen murâda / Huzûru mahşere (anam) dîvâna kalsın” nağmesiyle melül ve mahzûn olarak gözyaşı döker.
“Gönül dağı yağmur, boran olunca / Akar can evimden sel gizli gizli” diyen âşıkların; rûhunda esen fırtınalar, kalbinde çakan şimşekler, hâtırâlarında iz bırakan insanlar, unutamadığı ânlar, âh ettiği zamanlar, yaşadığı hicranlar hep türkülerimizde anlatılır. İnsanımız; yoksulluğun, kimsesizliğin, çâresizliğin, hasretin ve ümitsizliğin getirdiği hüzünlü duygularla için için yanarken, “Şu karşı dağları duman kaplamış / Yine mi gurbetten kara haber var / Seher vakti burda kimler ağlamış / Çimenler üstünde gözyaşları var” uzun havasıyla gönül tellerimizi titretir bizim türkülerimiz… Kimi zaman “Yolumuz gurbete düştü / Hazin hazin ağlar gönül / Araya hasretlik düştü / Hazin hazin ağlar gönül” diye en içli ve tariflere sığmayan duyguları âşikâr eden yine türkülerimizdir.
Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu”nun ifâde ettiği gibi: “Türkülerde insan var... İnce, yüce, ulvî, afif taraflarıyla insan var. Hafif, çılgın ve âvâre taraflarıyla insan var. Kırılan, küsen, kaçan, dışına kaçmak istedikçe kendi içine büzülen, küçük ilgiler bekleyen yönleriyle insan var… ”
“Şu dağların yükseğine erseler / Lâle, sümbül, mor menekşe derseler / Bir güzeli bir çirkine verseler / Güzel ağlar, çirkin güler bir zaman” diyen insan var. “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar / Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler” diye derdini dile getiren insan var. “Siyah saçlarında hatem yüzlerin / Garip bülbül gibi zar eyler beni” türküsüyle sevgisini haykıran, “Bir binayı yapamazsan yıkıp virân eyleme / Bir bahçeye giremezsen varıp seyrân eyleme” gazeliyle düşüncesini anlatan insan var. “Bahçelerde saz olur / Gül açılır yaz olur / Ben yârime gül demem / Gülün ömrü az olur” türküsünde candan öte cân olan sevgilisine duyduğu aşkın ölümsüzlüğünü dile getiren insan var. Kalp krizi geçiren genç bir insanın hâlini târif ederken, “Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna / Can ağrısı tesir etti koluma / Yaradan’ım merhamet et kuluna / Yazık oldu yazık şu genç ömrüme / Bilmem bu feleğin bana cevri ne?” diyen Hüseynik Ağıdı’nda enfaktüs ağrısını “Can ağrısı tesir etti koluma” ifâdesiyle sehl-i mümteni tarzında ve çok güzel bir benzetmeyle Türk’çe dile getiren insan var…
“Mevlâm birçok dert vermiş / Berâber derman vermiş / Bu tükenmez derdime / Neden ilaç vermemiş” diyen insan var. “Yârim derdini ver bana / Dermânın olayım senin / Bülbül gibi cemâline / Âşığın olayım senin” diyen insan var. “Tabip sen elleme benim yaramı / Beni bu dertlere salanı getir / Kabul etmem bir gün eksik olursa / Benden bu ömrümü çalanı getir” diyen insan var. “Anlatmam derdimi dertsiz insana / Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez / Derdim bana derman imiş bilmedim / Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz” diyen insan var. “El vurup yâremi incitme tabip / Bilmem sıhhat bulmaz hicrâneler var / Dert vurup da yârem eylersin derman / Her can kabul etmez vîrâneler var / Vay dünya dünya, yalansın dünya / Vay dünya dünya, fânisin dünya / Can ile cânânı alansın dünya” diyen insan var. Hâl- pür melâlini, “Döndüm daldan düşen kuru yaprağa / Seher yeli dağıt beni, kır beni” diyen insan var. “Elâ gözlüm ben bu elden gidersem / Zülfü perişânım kal melül melül / Kerem et aklından çıkarma beni / Ağla gözyaşını sil melül melül” diyen insan var. “Bir ateş ver cıgaramı yakayım” diyenlerin yanında, “Bayram gelmiş neyime / Kan damlar yüreğime” diye inleyen insan var…
O meşhur Kerkük türküsünde sevgilisine duyduğu aşkı terennüm ederken, “Altın hızma mülâyim / Seni Hak’tan dileyim / Yaz günü temmuzda / Sen terle ben sileyim” diyen insan var. “Evlerinde lambaları yanıyor / Göz göz olmuş ciğerlerim kanıyor / Beni gören deli olmuş sanıyor / Ölürüm de ayrılamam yâr senden” diyen insan var. “Kâr etmez âhım sen gülizâre / Onulmaz işler güzelim dilde bu yâre / Olsam da geçmem bin pâre pâre / Sevmiş bulundum güzelim gayrı ne çâre” diyen insan var. “Baba bugün dağlar yeşil boyandı / Kim yattı, kim uyandı / Kalbime ateş düştü / İçinde yâr da yandı / Su serptim ateş sönsün / Serptiğim su da yandı” diyen insan var…
Sultan III. Murad’ın diliyle, “Uyan ey gözlerim gafletten uyan / Uyan uykusu çok gözlerim uyan / Azrâil’in kastı cânadır inan / Uyan ey gözlerim gafletten uyan / Uyan uykusu çok gözlerim uyan” diyen insan var. Kazancı Bedih gibi, “Nice bu hasret-i dildâr ile giryân olayım / Yanayım âteş-i aşkın ile büryân olayım / Görmedim gönül yüzünü âh ü figân etmedeyim / Akıdıp gözyaşını dert ile nâlân olayım / Kapladı bu nâr-ı firkat cismi gâm âl u demi / Korkarım hacre kadar böylece sûzân olayım” diyen insan var. “Ben bir Yakup idim kendi hâlimde / Mevlâmın kelâmı vardır dilimde / Yusuf’u kaybettim Kenan elinde / Ağlar Yâkup ağlar Yusuf’um deyu / Gitti de gelmedi vah yavrum deyu” diyen insan var. Urfa Dîvan Peşrevi’nde Ziyâ Paşa gibi; “Âsaf'ın mikdârını bilmez Süleyman olmayan / Bilmez insan kadrini âlemde insan olmayan / Zülfüne dil vermeyen bilmez gönül ahvâlini / Anlamaz hâl-i perişanı perişan olmayan / Rızkına kanî olan gerdûna minnet eylemez / Âlemin sultanıdır muhtâc-ı sultan olmayan” diyen insan var…
Derûnuna hicret edip, cânânıyla baş başa kalmak için, “Gönül gel seninle muhabbet edelim / Araya kimseyi alma sevdiğim / Ya benim kimim var kime yalvarayım / Kaldır kalbindeki karayı gönül” diyen insan var. “Ervâh-ı Ezelden levh-i kalemden / Bu benim bahtımı kara yazmışlar / Bilirim güldürmez devr-i âlemden / Bir günümü yüz bin zara yazmışlar” diyen insan var. “Gurbet elde bir hal geldi başıma /Ağlama gözlerim Mevla kerimdir / Derman arar iken derde düş oldum / Ağlama gözlerim mevlam kerimdir” diyen insan var…
“Bozkırın Tezenesi” gibi, “Câhildim dünyanın rengine kandım / Hayâle aldandım boşuna yandım / Seni ilelebet benimsin yandım / Ölürüm sevdiğim zehirim sensin / Evvelim sen oldun âhirim sensin” diyen insan var. “Hep sen mi ağladım hep sen yandın / Ben de gülemedim yalan dünyada / Sen beni gönlümce mutlu mu sandın / Ömrümü boş yere çalan dünyada / Yalandan yüzüme gülen dünyada” diyen insan var. “Niye gamlanırsın divane gönül / Elbet bir gün bu kış gider yaz gelir / Ben dertliyim deyi şikâyet etme / Âşıklara böyle cefâ az gelir / Elbet bir gün bu kış gider yaz gelir diyen insan var. “Neyine güvenem yalan dünyanın / Kerem’i yandırıp kül etmedi mi / On bir ay bülbülü ettirdi feryat / Gül için bülbülü lâl etmedi mi” diyen insan var…
Tevekkülün zirvelerini mesken tutarken, “Hâr içinde biten gonca güle minnet eylemem / Arabî, Farisî bilmem, dile minnet eylemem / Sırat-i müstakîm üzre gözetirim Râhim’i / İblisin tâlim ettiği yola minnet eylemem / Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına / Rızkımı veren Hüdâ’dır, kula minnet eylemem” diyen insan var. “Geçtim dünya üzerinden / Ömür bir nefes derinden / Bak feleğin çemberinden / Yolun sonu görünüyor” diyen insan var. “Bu dağlar kömürdendir / Geçen gün ömürdendir / Feleğin bir guşu var / Pençesi demirdendir.” diyen insan var. “Tükendi nakd-i ömrüm dilde bir sevda-yi ah kaldı / Tevessül dilber-i yâre benim arzum nigah kaldı / Derûnum derdini Lokman’a gösterdim dedi eyvah / Bu derdin def'ine çâre eder ancak Allah kaldı” diyen insan var…
“Şiirin Başkenti”nde edelerin dilinden seslenip; “Bir acâip sevdâ düştü serime / Yenemem kendimi ağlar gezerim / Dağlar taşlar dayanmıyor zarıma / Bahar seli gibi çağlar gezerim” diyen insan var. “Bir derdim var idi bin daha oldu / Derdimin dermânı aman ha aman / Gülistan bezminin gülleri doldu / Goncayı handânım aman ha aman” diyen insan var. “Birlikte yol yürüyecek / Dost diyecek dost mu kaldı / Güvenip de sır verecek / Dost diyecek dost mu kaldı” diyen insan var. “Mevlâm gül diyerek iki göz vermiş / Bilmem ağlasam mı, ağlamasam mı / Dura dura bir sel oldum erenler / Bilmem çağlasam mı, çağlamasam mı” diyen insan var. “Bana yücelerden seyreden dilber / Siyah kirpiklerin ok mu cânânım / İnsaf et yüzünü yüzüme dönder / Istırâbın sonu yok mu cânânım” diyen insan var. “Dokunma keyfine yalan dünyanın / İpini beline dolamış gider / Gözlerimin yaşı bana gizlidir / Dertliyi, dertsizi sulamış gider” diyen insan var. “Başımdan bir kova sevdâ döküldü / Islanmadım, üşümedim, yandım oy / İplik iplik damarlarım söküldü / Kurşun değmiş güvercine döndüm oy” diyen insan var. “Can özünden besmeleyi çekende / Dil yanmazsa ben yanarım sultânım / Hak uğruna bir sefere çıkanda / Yol yanmazsa ben yanarım sultânım” diyen insan var. “Omuzumda sevdâ yükü / Yollarda seni aradım / Beste beste, türkü türkü / Tellerde seni aradım” diyen insan var. “Aşktan yana söz duyunca / Ben hep Seni düşünürüm / Uçsuz hayâller boyunca / Ben hep Seni düşünürüm” diyen insan var…
Dr. Mehmet GÜNEŞ
(Devam edecek)