Şehitler geliyor Türkiye’nin Doğu’sundan, din ü devlet mülk ü millet için yekinin!
Kardeşlerin bir bir şehit olup geliyor ey millet ayağa kalk! Vakit kışlalarda kışlamanın, tâtil mekânlarında geviş getirmenin vakti değil.
PKK işini yavaş tutuyorsa devletin yakasına yapış, dâhili hainleri görüp biliyorsan yüzüne tükür, lânet et. Bir gün olur ki şühedanın ruhu sizi taciz etmesin.
BU GELEN ŞEHİTLER KİMLERDİR?
Bu gelen şehitler kimlerdir? Bilir mi Vatan-ı İslâmiyye şuurundan mahrum zümreler? Bu ülkenin kremasını yiyen mütegallibe beyaz zümrelerin, liberal-laikçi seçkinlerin, nemelâzımcıların, lüpçü ve eyyamcıların umurlarında mıdır niçin şehit oldukları?
Vurun askerler vurun PKK’lıları! Gün vatan ve şehitler günüdür. Şüheda adına vurun Allah aşkına! Tekbir eşliğinde bütün savletinizle vurun PKK kâfirine! Vurun ki bitsin bu PKK belâsı.
Peygamber ocağı olarak bildiğimiz Türk ordusunun varlığı ve kudreti acaba kan içen cânilerin nezdinde bir korku, bir haşmet çağrışımı yapmıyor mu da PKK denen kahpe câniler fütursuzca saldırıyor böyle.
ŞEHİTLERİN KANLARI YÜZÜMÜZÜ OKŞUYOR, EY TÜRK ASKERİ!
Şehit ahfadısın sen. Senin ceddin Alparslan Gâzi’den bu yana şehitler silsilesidir. Ceddin Yavuz Sultan Selim Han nasıl vurup bitirdiyse Şia bölücülüğünü, sen de ceddin gibi tekbirlerle bitirmelisin PKK bölücülüğünü.
Şehitlerin kanları yüzümüze okşuyor, ey Türk askeri! Vur bütün gücünle PKK kâfirine. Ümüğünü sıkıp, şehitliği seven bir orduyla geldim canınızı almaya, demeli ve Allahüekber diyerek vurmalısın.
Askerlerin en güzeli bugün PKK’ya kıyam edendir. Ordunun en baş vazifesi bugün Sultan Fatih’in ordusu gibi feth-i mübin ve dîn-i mübin şuuruyla yekinip PKK örgütünü tek kişi kalmayana kadar vurup vurup neslini tüketmektir.
GÖSTER ÂL-İ OSMAN TÜRKLÜĞÜNÜ EY TÜRK ORDUSU!
Göster Âl-i Osman Türklüğünü ey Türk ordusu! Efendimiz âleyhisselâtüvesselâm’ın mübarek adından şân alan Peygamber ocağı ol bir daha ve vur düşman PKK’ya. Vatan için savaşmak nasılmış görsün PKK ve yandaşları.
Sözün bittiği noktadayız. Vakit topyekûn PKK düşmanını kırıp geçirme vakti. Bir cihad, bir savaş türküsü söyleyip, ardından tekbirler çekerek saldırmalısın bütün varın yoğunla. Davran ve taarruz et, dağlarını ve mağaralarını ateşle erit ki bir daha yeşermesin bu belâ.
BU KIYAM PKK KÂFİRİNE KIYAMET OLACAKTIR
Allahüekber nidalarıyla inlemeli PKK’nın yuvaları. Şehitlerin ruhu bir karabasan gibi dolaşmalı cânilerin tepesinde. Türk ordusunun PKK kıyâmını bütün dünya, bütün iç ve dış hainler görüp, titremelidir.
Peygamber ocağı nizamını yürürlüğe soktuğu gün bu kıyâm, din ü devlet, mülk ü millet için hayırlara vesile ve PKK kâfirine kıyâmet olacaktır.
-----------------------------------------
BİR AÇIKLAMA: Muhterem bir okuyucu “Şehitlerin cenazesi bando ile değil, tekbirle kaldırılır” yazımıza dostâne ikazda bulunmuş:
“Dinimizde cenazenin nasıl kaldırılacağı bellidir. Tekbirle cenaze taşımak hangi kitap ta yazıyor. Çirkinliklere karşı çıkalım, yeni çirkinlik (bidat) oluşturmayalım. Cenaze tekbirle kaldırılmaz, Fatiha ve salavatlar okunur, dualar edilir.”
Âmennâ, doğru söylüyor. Fakat yazımızın başlığındaki vurguyu, kinayeyi dikkate alarak okursak, bid’ata düşmek maksadı taşımadığı anlaşılır. “Tekbir” den maksadımız, “bando” karşıtlığını tesirli bir şekilde ifade etmek içindi.
Elbette cenaze taşınırken Fatiha ve salavat okunacağını her Müslüman bilir. Yüksek sesle tekbir çekmek mekruhtur. Sukünet esastır. Cenaze taşınırken de defnedilirken de vakar içinde olunmalı; konuşmamalı ve gülünmemelidir. Sesli olarak konuşmak, bağırmak, çalgı çalmak ve alkışlamak gibi tavırlar bid’attir.
GURBETTEKİ DOSTTAN MEKTUP VAR: “FİRAKNÂME”
Gönül ve fikir dostlarımdan, aynı zamanda tercümanlığımı yapan hasbî dost Fehat Ağca maddî gurbete çıkmıştı ki kısa sürede gurbeti mânevî, yâni dost gurbetine dönmüş. Gurbet sızısını yaşarken, bir yakîn dostu, (fakirin de yakînidir) onu kelimelerle üzmüş. Bundan dolayıdır ki gönül sızısını mektuplaştırarak fakire yollamış. “
“Yara sızılar, yara sızılar bu derdi çeken bilir ne bilsin yarasızlar, böyle diyor Türkü” diye başlamış acıklı mektubuna. Sonra şöyle demiş: “Dosttan gelen her telefon ya yarayı sarar ya da bu yaraya tuz basar. Peki bu yarasızlar ne olacak… Sıladan gelen her haberle yaramız bir hâl alıyor da, bu yarasızların dertsizliği ne olacak?” deyi devam ediyor hüzün dilinden…
Mektup uzun ey azizan! “Kültür-Sanat-Edebiyat dergisi “Yoldaki Kalemler” de yayınlanırsa şayet, demli çay eşliğinde efkârlanarak okursunuz. Yârenlik olsun diye iftira atılan ve bütün savletimle savunduğum Ferhat Ağca dostuma şu kelimeleri gönderdim ki teskin olsun, gönlü sürur bulsun:
“Önce selâm ederim. Dostperver duygulara gark eden, pek acıklı ve edebî cihetiyle bir şaheser olan ‘Firaknâme’niz Mehmet Yaşar tarafından kaidesiyle teganni edildi de hüzünlendim. Dost gurbetinden yandığına ve yazdıklarına inanıyorum. İftira ve tezviratlar seni yıldırmasın. Sana atılan taşlar dosttandır. Kırılma, tebessüm et. ‘Yarabbi! H. Ahmet Eralp dost hasretinden ne yaptığını bilmiyor. Naz yaparken, taş atıyor! diye dua etmelisin. Attığı taşı gül niyetine say. Fakirin yüreği çatal çataldır ki ikinizden de, hiçbir dosttan da vazgeçmem. Hz. Yunus ve Gemuhluoğlu’nun çağlayanlaştırdığı dostluk üzere şiarımız var. Gurbetlerde yitme. İşin bitince tez gel dosthâneye, yâni Fikir Dükkân'ı ve nâm-ı diğer Cuma Kapısı'na... Allah (c.c.)'a emanet ol.”