Önyargılarımız

Evin haftalık alışverişini Cumartesi günü yaparım. 30 Aralık Cumartesi günü hanımla alışverişe çıktık. Önce Bahçelievler semt pazarına uğradık. Biraz yeşillik, biraz sebze, biraz da meyve alarak pazardan ayrıldık. İhtiyacımız...

Evin haftalık alışverişini Cumartesi günü yaparım. 30 Aralık Cumartesi günü hanımla alışverişe çıktık. Önce Bahçelievler semt pazarına uğradık. Biraz yeşillik, biraz sebze, biraz da meyve alarak pazardan ayrıldık. İhtiyacımız olan et veya tavuk almak için yolumuzun üzerindeki sık alışveriş yaptığım bir AVM ye uğradık. Kasap reyonuna yanaşıp, reyondaki yetkiliyle selamlaşarak sıramızı beklemeye başladık.

Reyondaki yetkili belli ki müşterilerini yılbaşı kutlamasının günahından korumaya adamış kendisini. Et isteyen müşterileriyle hiç dalaşmadan istenilen etleri verirken, tavuk veya hindi isteyenlere yılbaşı kutlamasının ne kadar günah olduğuna dair uzunca bir vaaz veriyor ve et almalarını öneriyor. Et almaya ikna ettiklerini tebrik ediyor ve etlerini vererek reyondan gülücüklerle uğurluyor. İlla da tavuk veya hindi almaya çalışanlara ise surat asarak, günahkâr birisine hizmet etmenin üzüntüsünü belli ederek gönderiyor.

Sıradakiler bir bir ayrılınca tezgahtan; ‘Hoş geldin sevgili Hocam,  emret canını sevdiğim’ iltifatlarıyla sıranın bana geldiğini anladım. ‘İri bir tavuk istiyorum’ dedim. Demez olaydım. Adam sanki İmam Azam; ‘Sende mi hoca efendi’ diyerek başladı yılbaşı kutlamasının yanlış ve günah olduğunu anlatmaya. Adam cahil, ne söylesen anlamıyor. Kafayı takmış yılbaşına. Kim söyledi bilinmez ama belli ki birisi ‘yılbaşı akşamı tavuk ve hindi yemeyin, günah olursunuz’ demiş. Olmayan beynine bunu yerleştirmiş. Malum gece tavuk yiyenlere karşı önyargı oluşmuş beyinsiz kafasında.

Yılbaşı kutlaması için almadığımı, alacağım tavuğun haftalık alışverişin bir parçası olduğunu, birkaç gün sonra pişirileceğini, yılbaşı kutlayanların nasıl büyük bir günah işlediklerini anlattım sabırla. İkna etmesem adam bizi yılbaşı kutlaması yapanların en başına koyacak. Her karşılaştığımızda Allah muhafaza buyursun ‘gavur’ nazarıyla bakacak…

‘Önyargıların baskın olduğu toplumlarda, kendini ifade edebilmek kurak topraklarda gül yetiştirmekten daha zordur.’Bu sebeple dünya üzerinde sinsi ve egoist oyunlar oynayanlar toplumların belli olaylara karşı önyargılı olmaları için her yolu deniyorlar. Çoğunluğu önyargılı kişilerden oluşan toplumlar, yüz yıl önce ne ise bugün de böyledir. Yüz yıl sonra da böyle olacaktır. Zihnimiz böyle empoze önyargıların esiri ise hiçbir zaman gerçekleri göremeyiz. Kuran-ı Kerim’de “Hislerinize uyup adaletten sapmayın” (Nisa-135) buyrularak önyargısız bir yaşam önerilir. Önyargının kötülüğü daha kolay anlaşılabilir düşüncesiyle çok bilinen ama tazeliğini hiç yitirmeyen iki hikâye anlatacağım:

1’inci Hikâye: Cuma namazındaydık. Sağ tarafımda yaşlı bir adam, onun sağında ise tek kişilik boş yer vardı. Yaşlı adam, farza kalkarken arkaya döndü ve boşluğun gerisinde duran 13-14 yaşlarındaki gence seslenerek; ‘Safı doldur evlat’ dedi. Gel yanıma. Çocuk, mahcup bir ifadeyle; ‘mümkünse burada kılmak istiyorum’ diye kekeledi. Oraya başkası geçebilir. Yaşlı adam, çocuğun üzerinde bulunduğu uzun tüylü yeşil halıyı göstererek: ‘Ne o dedi. Yoksa orası daha yumuşak diye mi gelmiyorsun? Ve öfkeyle devam etti: Anne kuzusu ne olacak...’

Namaz bittiğinde, yaşlı adamın Cuma'sını tebrik ettim. Arkadaki genç de gelerek onun elini öptü. Adam, söylediklerine çoktan pişman olmuştu. Delikanlının nurlu yanaklarını okşarken: Sana ‘anne kuzusu’ dediğim için kusura bakma yavrum dedi. Bir anda ağzımdan kaçtı işte... Çocuğun gözleri dolu doluydu. Başını yere eğerken; ‘Söylediklerinizde haklısınız efendim, dedi. Üzerinde namaz kılmak için ısrar ettiğim halı, vefat ettiğinde annemin tabutuna örtülmüştü. Orada secdeye kapandığımda, sanki beni kucaklamış gibi oluyor da...’

2’inci Hikâye: Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır.

Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir.  Gelincik kapının önündedir. Ağzı ve yüzü kanlar içerisindedir. Anne bebeğini parçaladı düşüncesiyle çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı.

Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir... Ve odadaki beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür. Her şeyi daha iyi anlamıştır ama yavrusunu kurtaran gelinciği de öldürmüştür. Önyargıların beş vakit namaz kılan yaşlı başlı bir amca ile fedakâr, cefakâr ve oldukça bilgili bir anneyi ne hale düşürdüğünü daha güzel ifade etmek mümkün olmasa gerek. 

Daha insani ve daha İslami yaşamak için varsa eğer ‘önyargılarımızdan’ kurtulmaya çaba sarf edersek daha mutlu oluruz…

Yazarlar Haberleri