Alperenler; önce adam, sonra dâvâ adamı ve en sonunda da gönül adamı olan, tevâzuun zirvesinde şâhikalaşan, gönlünde ismet ve iffeti yaşatan, ruhunu izzet ve saffetle kuşatan, kalbini ülfet ve muhabbetle ışıtan, Muhâmmedî ahlâkın nâmütenâhî güzelliklerini ve doyumsuzluğunu tâlim eden gönül erleridir. “Onlar”; nimete, kudrete, izzete, varlığa, hüsrâna, ıstıraba, çileye ve yokluğa O’ndan geldiği için boyun büküp rızâ göstererek, “Kahrında hoş, lütfun da hoş”[1] diyebilen gâzi-dervişlerdir. Alperenler; “O’nu bulan neyi kaybetmiştir ki, O’nu kaybeden neyi bulmuştur ki”[2] anlayışını şahikalaştıran aşk, edep ve irfan sahibi “Kınalı kuzulardır.”
Alperenler; insan kalbinde fıtrî olarak çağlayan muhabbet, merhamet ve müsamaha pınarlarından yudumlar ve kendi “Ben”inin bendesi olunmaması gerektiğini bilirler. “Ben” diyen tahammülsüz, inatçı, sığ görüşlü ve nefsin tutsağı olan zihniyetin karşısında, gerçek saadet bizzat “Biz”dedir anlayışıyla “Ben”i “Biz”e çevirme haslet ve olgunluğuna sahiptirler.
Alperenler; ülkemizin içinde bulunduğu içtimaî, siyâsî ve ekonomik sıkıntıların, insanımızın yaşadığı sosyal bunalım ve kimlik krizlerinin, toplumu tehdit eden devlet-millet zıtlaşmasının ve kültür erozyonunun sebebinin de, sonucunun da mevcut yağma düzeninden kaynaklandığını çok iyi bilirler. “Onlar”; bu sisteme “lekesiz, gölgesiz” tertemiz bir nizâmı alternatif olarak sunan, bu nizâmın ‘adâlet, meşrûiyet, ehliyet ve hizmet’ esaslarına dayandığını beyân eden, bunu temin için önce kendi nefsine, sonra da topluma nizâm veren, kendine çeki düzen veremeyenlerin âleme nizâm veremeyeceğini idrâk eden ideâl şahsiyet ve ideâlist dâvâ adamlarıdır.
Alperenler; mukaddes dînimizle bu toplumu aynı inanç paydasında birleştiren, tarih şuuruyla aynı geçmişte buluşturan, güzel Türkçe’mizle insanımızı anlaştıran, millî kültürle müşterek değerlerimizi tebellür ettiren, büyük ülkülerle evlatlarının gelecekte de ortak hedeflerde bir araya gelmesini sağlayan Türk-İslâm Ülkücüleri’dir. “Onlar”; ferdi şahsiyet, yığınları millet yapan dînî ve millî aidiyetlerimize sonuna kadar sahip çıkarlar… Alperenler; bizi “Biz” yapan değerlerimizi ortadan kaldırmak için her türlü hileyi tezgâhlayan, en kirli oyunları sahneye koyan; “Boğazdaki Aşiret”in[3], sabetaistlerin, sahtekâr Marksistlerin, hortumcu kapitalistlerin, dönme ve devşirmelerin, jakoben zulmetin, laikçi zihniyetin, küresel ihânetin, vurguncu düzenin, çağdaş deniyetin, azgın azınlığın, ateist çılgınlığın, etnik bölücülüğün, soysuz dayatmaların, modern yobazların, tapınak şövalyelerinin, karanlık mahfillerin, din simsarı baronların defterlerini dürecek, derslerini verecek ve hesaplarını görecek azim ve irâdeye sahiptirler.
Alperenler; küçük de olsa teşkilâtlı grupların, yığın hâlindeki büyük çoğunluklara kolayca hükmedeceklerini bilen, bu itibarla teşkilâtlanmaya çok önem veren, cemaat şuuruyla, meşveretle, şûrâdan çıkan ortak akılla organize olan, millî irâdenin üzerindeki vesâyetin kalkması ve sivil siyâsetin hâkim olmasını esas alan fikir ve aksiyon adamlarıdır. “Onlar”; İslâm parantezindeki milliyetçiliği ‘ulvî bir fikir’ olarak değerlendirip ‘basit bir figür’ olarak görmeyen, fertlere değil fikrî ölçülere önem veren, fikrî hareketlerdeki büyüklük kıstasını kemiyette değil keyfiyette gören, hak bildikleri yolda tek başlarına kalsalar bile “kınayıcının kınamasına”[4] aldırmadan inandıkları yolda vakur adımlarla yürüyen kahramanlardır. Alperenler; Allah (c.c.) için seven, Allah (c.c.) için buğzeden, Allah(c.c.)’a hakkıyla kul olduğu için kula kulluk etmeyi lügâtinden silen, tek kıstası menfaat olan fikir fâhişelerinin ve her devrin adamı olan, her yolu mubah gören siyâset yosmalarının oyununa gelmeyen, millî hassâsiyetleri günlük politik menfaatlerin emrine âmâde kılmayan, Allah(c.c.)’tan ve milletten başka hiç kimseye verecek hesâbı olmayan, vatanına bağlı, inancına karasevdâlı yiğitlerdir.
Alperenler; muhteşem bir mâziyi ihtişamlı bir âtiye taşıma sorumluluğunu müdriktirler. Bu sebeple şartlar değişse de alperenlerin vazifesi değişmeyecektir. Alperenler; şartlara teslim olmamak, şartları teslim almak için, değişen şartların imkânlarını zorlayarak zamana ve mekâna Türk-İslâm mührünü vurma yolunda azimle yürürler. Atalarının; güneşi mızraklarına tuğ, gökyüzünü otağ yapıp, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi”ni cihat rûhuyla taçlandırarak Altaylardan Tuna’ya doğru başlattığı kutlu yürüyüşü âkim kaldığı yerden ve 300 milyonluk Türk Dünyası’nı kucaklayacak bir anlayışla yeniden başlatmak azim ve kararındadırlar. Bu yürüyüşte; ilim ile iman yan yana, düşünce ile ibâdet iç içe, sebeplere tevessül ve tevekkül sarmaş dolaş, sabır ve şükür yol arkadaşı, feraset ve cesaret el ele, hayallerle umutlar kol kola, aşk ve ceht omuz omuza vermiştir.
Alperenler, sağduyunun ve tecrübelerin sesine kulak veren, düşünce-şuur ve ferâset, irâde-azim ve basiret, enerji-tahammül ve nezâket, ilim-irfan ve siyâset, metod-kadro ve hareket, istişare-müsamaha ve meşveret, birlik-dirlik ve uhuvvet, vakar-şeref ve haysiyet, bilgi-coşku ve kâbiliyet, inanç-îman ve cesâret sahibi olan ve Türkiye’yi lider ülke yapacak ideâli, dünyaya Hakk’ın nizâmını hâkim kılacak bir ülküyü ilke edinenve; “Evvelâ ve ana gaye olarak ciğerlerine kadar Müslüman, sonra dibine kadar Türk ve sonra sapına kadar erkek”[5] olan hakiki mücâhidlerdir.
Alperenler; medeniyet güneşimizin yeni baştan inşâ ve ihyâsı için gayret sarfeden, nesillere millî, İslâmî ve insânî hedefler gösteren; tadına doyulmayan bir rüyânın son cümlesi, Osmanlı’yı muhteşem bir cihan devleti yapan anlayışın son parıltısı, “Gül Yüzlü” sevdâlardan arta kalan ecdâdın son selâmı ve Türk’ün İslâm için bin yıldır yazdığı o muhteşem destanın hatm-i kelâmıdır.
Alperenler; 15. ve 16. yüzyılı “Türk Asrı” yapan değerler manzûmesini baş tacı yaptığımız zaman 21. yüzyılın da “Bizim Asrımız” olacağına yürekten inanırlar ve bu inançla bütün cihâna:
“Ecdâdımızın heybeti mârufu cihândır,
Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır.”[6]
diye haykırırlar.
Ve Alperenler;
“Savletinden titresin yeniden Doğu-Batı,
Ve kurulsun Allah’ın ebedî saltanatı”[7]
Ülküsüne cân-ı gönülden îmân eden, dağ yürekli savaş erleri ve derya gönüllü Yesevî erenleridir.
“Destan Şâirimiz”, bir şiirinde onları anlatırken;
“Alperenler; bir aşılmaz dağdılar,
Aydınlığa gönül verip, yıldızları sağdılar…
Nurlanıp, nur üstü nurdan,
Tekbirlerle doğdular…
Tek başına destandılar,
Tek başına çağdılar…
Tufan olup sığmazlarken evrene,
Sevgi olup, gönüllere sığdılar…
İman ile, erdem ile, aşk ile,
İnsanlığı kenetleyen bağdılar…
Ezandılar, mehterdiler,
Sancaktılar, tuğdular…”[8]
dizelerini kaleme almış ve Alperenleri ne kadar da latif, ne kadar da mânâlı ve ne kadar da zarif bir biçimde târif etmiştir.
Cenâb-ı Allah Alperenlerin; “Çoraklarda gül açtıran”[9] kılıçlarını keskin, yüreklerini kavî, bileklerini güçlü, kalemlerini müessir, tâlihlerini yâr, yollarını açık, işlerini âsân, fiillerini muktedir ve dualarını müstecâb eylesin… Âmin…
Yüce Rabbim, şehit kanlarıyla sulanmış bu aziz vatanın; minârelerini Ezansız, semâlarını Hilâlsiz, şafaklarını Al-sancaksız ve ocaklarını Alperensiz bırakmasın… Âmin…
Dr. Mehmet GÜNEŞ
[1] Yunus Emre
[2] Ferîdüddîn Attâr
[3] Mahmut Çetin; Boğazdaki Aşiret, Edille Yayınevi, İstanbul, 1997
[4] Mâide, 5/54
[5] Necip Fâzıl Kısakürek, Memleket Gazetesi’nde Hakkımızdaki Yazıyı Yazan Kaleme Alana, Büyük Doğu, Kasım 1947
[6] Namık Kemâl, Vatan Şarkısı
[7] Osman Yüksel Serdengeçti, Bu Millet Neden Ağlar, Bir Kahraman Bekliyoruz, 76-77
[8] Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Alperenler Destânı, Alperenler Bir Aşılmaz Dağdılar
[9] Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Alperenler Destânı, Alperenler Bir Aşılmaz Dağdılar