Alperenler; yalan karşısında eğilen bedenlerin hakîkâte doğru bakamayacağını çok iyi bilen, hem başı dik dağın, hem de boynu bükük başağın hâlet-i rûhiyesiyle aklına, irâdesine, hayata karşı duruşuna ve duygularına yön veren, ruhunda Enderun terbiyesi bulunan, sükûtun sesini dinleyip, sözlerin arasındaki sessizliğin nakışlarına âşina olan, ‘dîni bir hayatın ve hayatlı bir dînin’ ifrat ve tefrite düşmeden îtidâl çizgisinde “akl-ı selîm, kalb-i selîm, zevk-i selîm” dâiresinde yaşanması gerektiğini vurgulayan, Müslümanların ruh ve akıl irtifâlarını yükseltmeleri gerektiğinin şuurunda olan güzel insanlardır.
Alperenler, bütün Müslümanları bir vâhit bedenin âzâları olarak bildikleri için onların dertleriyle hemderttirler. “Yaradılanı Yaradan’dan ötürü”[1] sevdikleri için cümle insanlara karşı besledikleri muhabbette cömerttirler. “Veliyyü’l-külli mazlûmîn”[2]* olan mübârek ecdatları gibi civanmerttirler. “Onlar”; adaletle zulmün mücadelesinde güçlünün değil haklının yanında yer alan, ezilenlerin, haksızlığa ve zulme uğrayanların cephesinde saf tutan, Şubat fırtınalarına karşı duran, zulüm devirlerinde baharı muştulayan kardelenlerdir. Alperenler; “zâlime korku, mazluma umut” ölçüsünü şiâr edinen ve küresel düzeyde oynanan vahşi oyunlardan kurtulmak için bizim ışığımızı bekleyen Müslüman kardeşlerimizin ümitlerini inş’Allah boşa çıkarmayacak olan Nizâm-ı Âlem ülkücüleridir.
Alperenler; İlâhî aşkın, millî ülkülerin ve âlemşümûl ideâllerin peşinde koşarlar, ihtişamlı bir medeniyeti muhteşem bir geleceğe taşıma sevdâsıyla coşarlar, medeniyetlerin ilim ve teknoloji, fikir ve felsefe, güzel sanatlar ve edebiyat temelleri üzerinde yükseleceğine inanırlar. “Onlar”; kültür ve medeniyetlerin rûhî temellerinin inanç, içtimâî temellerinin ise bu inanca bağlı ahlâk nizâmı olduğunu, millî kimliğin “din, dil ve târih şuuru”yla kemâl bulduğunu çok iyi bilirler. Alperenler; bütün köklü medeniyetlerin “Mukaddes Kitaplar”ın ışığında kurulup geliştiğini müdriktirler ve aslâ tarihte “laik” bir medeniyete tesadüf edilmediğinin şuurundadırlar. Bu sebeple alperenler; medeniyet inşâsına tâlip oldukları için her alanda zirveleşen medenî insanlar yetiştirmeyi amaçlayıp, madde ile mânânın, ilim ile îmânın, gelenek ile modernitenin silah çatması gerektiğini vurgularlar, maddeye mânâ penceresinden ve ideâlist bir zâviyeden bakarak ekonomik ilerleme ile ahlâkî ve rûhi değerler arasında bir denge tesis ederler. “Onlar”; ‘İdeâlizm olmadan medeniyet tasavvurunun bulunmayacağına’, “filozofların aydınlatmadığı toplumları şarlatanların aldatacağını”[3] çok iyi bilirler, medeniyetimizi yeniden inşâ etmek için besmele çekip zora talip olurlar. Alperenler; bu uğurda yapılacak mücadelenin iman, sabır ve çileyle yoğrulması gerektiğine inanırlar, “izm”lerin ya da şahısların putlaştırılmasına şiddetle karşı çıkarlar ve çağa İslâm’ın penceresinden Türk’e has yeni bir bakış atfederler. “Onlar”; geleneği olmayan bir milletin geleceğinin de olamayacağını bildikleri için, gelenekten geleceğe kapılar açıp köprüler kuran, gayri millî her türlü uygulamaya ve tepeden şekillendirmeye karşı çıkan, reaksiyoner değil, aksiyoner; yıkıcı değil, yapıcı; dışlayıcı değil kuşatıcı; tanımlanan değil tanımlayan; nesne değil özne olan Türk milliyetçileridir.
Alperenler; beyinlerdeki ve gönüllerdeki “kutsal devlet” anlayışını, “hâdim devlet” telâkkîsine tedvir eden, devletin millete hizmetle yükümlü bir araç olduğunu, aslâ amaç olmadığını bilen; devlet olmadan milletin öksüz kalacağını, fakat millet olmadan devletin söz konusu bile olamayacağının şuuruna eren âkil insanlardır. “Onlar”; aslolanın millet, milletin gölgesinin de devlet olduğunu, devletin âlî menfaatleri adına, oligarşik bir zümrenin çıkarlarına hizmet edilmemesi gerektiğini zihinlere nakşeden bir dünya görüşünü savunurlar. Alperenler; millet kültürü üzerine kurulacak bir devletin Devlet-i Ebed Müddet olacağını, milletle bütünleşmeyen, milleti yok sayan, millete ters düşen yapılanmaların uzun ömürlü olamayacağını bilen tarih şuuruna sahiptirler ve millî irâdenin dışında hiçbir beşeri güç tanımazlar.
Alperenler; yaşatmayı yaşamaya tercih edip, ölümü hayatın merkezine koyarak, ölümsüzlük denizine yelken açarlar, “dîn ü devlet, mülk ü millet” için şehâdet şerbetini tereddütsüz içerler, inançları uğruna “Bir gül bahçesine girercesine” kara toprağın bağrına korkusuzca koşarlar, “Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu” [4]durlar. “Onlar”; “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”[5] hadîsini hayat felsefesi yapıp, fânî ömürlerine şerefli bir hayat sığdırırlar. Alperenler; asil bir ümmetin ve şerefli bir milletin mensûbu olmakla iftihâr ederler, dâvâ adamlığını diline tespih etmeyip, hayatıyla çekerler, bu sebepten olsa gerek belki yaşlarıyla değil ama, yaşadıkları ve yaşattıklarıyla çok değerlidirler.
Alperenler; ‘Akla kapı açıp; iradeyi elden almama’ temel prensibini rehber edinen, aklın ışığının fen, kalbin nûrunun din ilimleri olduğunu bilen, fakat bütün idrâkini beş duyunun sınırları içine hapsetmeyen ulemâ vârisleridir… “Onlar”; ‘küllî bir tefekkür şuuru’ oluşturmak için ufuk çizgisini genişleten; tefekkürün îmânı, îmânın teslîmiyeti, teslîmiyetin tevekkülü, tevekkülün de “Hasbün Allâhu ve ni’mel vekil”[6] diyerek her işte Allah(cc)’ı vekil tutmayı âmir kıldığını zihnine ve gönlüne yerleştiren ehl-i rahledirler… “Onlar”; Rızâ-i Bâri’ye ermek maksadıyla, Ehl-i Beyt sevgisini Ehl-i Sünnet anlayışıyla kalplere nakşeden îmân âbideleridir.
Alperenler; “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim”[7] diye buyuran Peygamber Efendimiz(sav)’in muazzez hayatlarını örnek alırlar. “Onlar”; hayatın mânâsını ahlâk, ahlâkın mecrâsını da Kur’an ve Sünnet belirlediği zaman bir anlam kazanacağına inanırlar. Alperenler; “tebessüm etmeyi sadaka sayan”[8], “eline, diline, beline sahip ol”up[9] nefsini aşan, kendini inancına adayan, bahtı kara, başı dik, alnı ak, sevdası Hakk ve hayat çizgisi hüsn-ü hat olan bu aziz milletin düşünen beyni, korkusuz yüreği, âteşin imânı ve tertemiz vicdânıdır.
Alperenler; “Allah bes, gayrı heves”[10]* diyen, “Bâsü bâdel mevt”[11]* idrâki içinde bu hayatın rövanşına göre her yaptığını murakâbe eden, “Ölmeden önce ölen, hesâba çekilmeden önce kendini hesaba çeken”[12], “Emr-i bi’l ma’ruf, nehy-i ani’l münker”[13]* temel ölçüsüyle davranışlarını şekillendiren inanç şâhikalarıdır. “Onlar”; Allah’ın unutulduğu her alanda nefsin hâkimiyetinin başlayacağını ve insanın insanlığından bir şeyler kaybedeceğini bilirler. Alperenler; “Men âmene bil kaderi, emine minel kederi”[14] düsturuyla kaderden atılan oklara kâmilen teslim olduğu için kederlenmeyen, bu sebeple de gönlüne hüzün yerine huzur doldurmayı başarırlar. “Onlar”; tevârüs edilmiş bir asâletin ve unutturulmak istenen bir medeniyetin eşsiz güzelliklerini yaşatmak için çaba sarfeden ganî gönüllü delikanlılardır.
Alperenler; insana insanlığını kazandıracak ölçünün yalnız ve ancak İslâm olduğunu, bâtıla yâr olanların zâhiren gâlip gelseler de gerçekte mağlûp, Hakk yolunda olanların ise mağlûp zannedilseler bile aslında gâlip olduklarını bilirler. “Onlar”; esbâbâ tevessülü ikmâl ettikten sonra “Kaderin üstünde bir kader vardır”[15] derler, “zaferle değil, seferle mükellef kılındıklarını” takdirin Cenâb-ı Allah’a ait olduğunu idrâk ederler ve büyük cihatta gâlip gelerek nefsini yenen bir yiğidin bütün cihanı yeneceğine inanırlar. Alperenler; hilkâtin mükemmelliğini, kâinatın haşmetini, insanın bu muhteşem vâroluş manzûmesi içindeki yerini idrâk ederek “Halk içinde Hakk’la beraber” olurlar. “Onlar”; “Yâ Rabbi! Dünyayı elimizden alma, ama kalbimize de koyma” diyen mübârek ecdâdımız gibi kalbini dünyadan, dünyayı da kalbinden uzaklaştıran ve gönlü İlâhî teslimiyette gerçek hürriyeti bulan Hakk’a sevdâlılardır.
Alperenler; son üç asırdan bu yana artarak devam eden mağduriyetimizin, mahcubiyetimizin ve mahkûmiyetimizin temelinde İslâmiyet’le Müslümanların arasının açılarak birbirinden uzaklaşmasının yatmakta olduğunu bilirler… “Onlar”; maddeye mânâ penceresinden bakan, şarklı gibi üretip garplı gibi tüketme yanılgısına yanaşmayan, ekonomik ilerleme ile ahlâkî ve rûhî değerler arasında denge kurmayı amaçlayan akl-ı selîm ve kalb-i selîm sahibi mü’minlerdir.
[1] Yunus Emre
[2] Osmanlı Arması’ndaki ibâre: *Bütün mazlumların dostu
[3] Marquis de Condorcet
[4] Mâide, 5/54
[5] İbn-i Kayyım, El-Cevâbu’l-Vafî,136
[6] Âl-i İmrân, 3/173
[7] Mâlik, Muvattâ, II, Hüsnü’l-hulk, 904
[8] Tirmîzî, Birr, 36
[9] Hacı Bektaş-i Velî
[10] Aziz Mahmud Hüdâî; *“Bâki olan Allah’tır, O her şeye yeter; gerisi boş hevestir.”
[11] Bakara, 2 /28; *“Ölümden sonra diriltilme”
[12] İbn-i Ebi Şeybe, Kitabu’l-Musannef, VII, 96
[13] Âl-i İmrân, 3/104 ,*“İyiliği emredip, kötülükten alıkoyma”
[14] “Kadere îman eden kederden emîn olur.”
[15] Sezai Karakoç, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine
Devamı haftaya