Kimdir bu alperenler? 1

Alperenler; Mekke’de doğan, Hira’da yükselen, Medine’de devlet hâline gelen ve inşâ ettiği eşsiz medeniyetle gönülleri fetheden îmân nûruyla; Türkistan’da tarih sahnesine çıkan, İslâm’la şereflenip Muhammedî sevdâlarla...

Alperenler; Mekke’de doğan, Hira’da yükselen, Medine’de devlet hâline gelen ve inşâ ettiği eşsiz medeniyetle gönülleri fetheden îmân nûruyla; Türkistan’da tarih sahnesine çıkan, İslâm’la şereflenip Muhammedî sevdâlarla buluşan, Kur’ân aşkıyla çağlayıp coşan ve İ’lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü’nü rehber edinerek aslî kimliğine kavuşan bu aziz milletin kader çizgisinin kesiştiği yerde açılan Hilâl çiçekleridir.

Alperenler; mahlûkat içinde insan, insanlar içinde Müslüman, Müslümanlar içinde Türk olarak yaratılmaktan, Gâye İnsan-Ufuk Peygamber Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz’e ümmet olma şerefine erişmekten, şühedâ yurdu vatanımızda Ay-Yıldızlı muazzez bayrağımız altında sayısız nimetlere kavuşmaktan dolayı bahtiyârlığını ifâde etmeye kelimelerin yetersiz kalacağını bilen ve bu lütf u ihsanlar için Yüce Rabbimize sonsuz hamd ü senâlarda bulunan asrımızın gâzi dervişleridir.

Alperenler; Rahmân ve Râhîm olan Allah(cc)’ın emrettiği istikâmette bir hayat yaşayan, Âlemlere Rahmet olan İki Cihan Serverimiz(s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerini hayatına taşıyan, kalplere “Gül” yaprağıyla sevgi döşeyen, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”  âyet-i kerimesini düstûr edinerek diliyle kalbi arasındaki mesâfeyi ortadan kaldırmayı amaçlayan, kāliyle hâlini birleştiren gönül erleridir. “Onlar”; sükûtun bütün lehçelerini bildiği için hâl diliyle konuşan, tebliğini yaşantısıyla-söylediklerini yaptıklarıyla konuşturan,  ‘Türk’ün İslâm Dâvâsı’na olan sadakât fermânını kanlarıyla imzalayıp, canlarıyla mühürleyen, destan kadar güzel, şiir kadar çarpıcı bir mâziden tevârüs ettiği bütün ulvî değerleri günümüze ulaştıran isimsiz destan kahramanlarıdır.

Alperenler; alpliği Sultan Alpaslan ve Yavuz Sultan Selim Han’dan, erenliği ise Hoca Ahmet Yesevî’den ve cümle gönül sultanlarından alan, dünyâ ve âhiret dengesini tesis etme yolunda aşkı hâkim kılan, akla aşkla abdest aldırıp “Aşk-ı Hakîki”nin yolunu bulan, ebedî besteyi âleme terennüm ettirmek için bileğinin ve yüreğinin hakkını veren yiğitlerdir.

Alperenler; emdiği sütün, içtiği suyun, yediği ekmeğin, bastığı toprağın, astığı bayrağın hakkını veren, kalbinin nabzını lîsânına döken, İlâhî aşkın çilesini seve seve çeken, tevârüs ettiği muhteşem medeniyetin tarihî sorumluluğuna sahip çıkan yiğitlerdir. “Onlar”; “günün adamı” olma yerine “tarihin ve milletin hayırla yâdettiği insan” olma cehdini ve azmini gösteren, kandilleri sönmeye yüz tutmuş bir kubbenin rûhunu yüreğiyle ateşleyen, kendimize ait mukaddes rüyâları görmemiz için büyük ülkülere sâhip olmamız gerektiğini söyleyen ve yeniden câmi merkezli bir medeniyet inşâ etmeyi gâye edinen gönül erleridir.

Alperenler; vezinsiz bir dünyada yaşayan, fakat hayatın “Gül” kokulu kafiyesi olmak isteyen, bir duâ yüceliğindeki, bir duygu inceliğindeki, bir sülüs hat zarafetindeki ulvî ideâlleri yüreklerinde besleyen, mukaddes mefkûrelerinin nurânî güzelliklerini “akleden kalp”  ile süsleyen îman fedâileridir. “Onlar”; gözlerinde hünkâr tuğrasına özlemin gülümsediği, bakışlarına Evlâd-ı Fâtihan hüznünün çöktüğü, yüreğini “Ülkü denen nazlı gelinin” yaktığı değerler manzûmesini ‘ilim, îmân, amel ve hâl’ ölçüleriyle meczederek; ‘mü’min, mütedeyyin, muvahhid, mücahit ve mürit sıfatlarıyla’ yoğurarak “gâzi-derviş” parantezinde birleştiren inanç âbideleridir.   

Alperenler; yarınların köklerinin dünde saklı olduğunu bilen, istikbâlin bugün üzerine inşâ edilmesi gerektiği şuurunda olduğu için, bugünün dün üzerine mebnî olduğunu fehmeden ve Cumhuriyet’e varmak için Osmanlı’dan ve Selçuklu’dan, Selçuklu’ya vâsıl olmak için de Hunlardan ve Göktürklerden geçilmesi gerektiğini idrâk eden kesintisiz bir tarih şuurunun sahibidirler.

Alperenler; geçmişten geleceğe kapılar açıp köprüler kuran, ihtişamlı bir mâziyi muhteşem bir âtîye taşıma sorumluluğunu yüreğinde duyan, Allah(c.c.) hatırından daha üstün bir hatır, vatan ve millet menfaatinden  daha yüksek bir menfaat tanımayan, dünyayı doğru algılayıp düşüncelerini tarih şuuruna yaslayan, hayallerini umutlarla besleyen,  mukaddes ülkülerini Kur’ânî ve Tûrânî sevdalarla süsleyen Horasan Erenleri’dir.

Alperenler; hayatı kavrayış açısından insan merkezli, tarihî gelişim bakımından muâsır, sosyolojik zâviyeden dinamik, köken itibâriyle tekâmüle açık, tâbi olduğu kanunlar ve ideâlleri sebebiyle de modernisttirler. “Tekâmül hayatın temel kâidesidir” ilkesinin yanında, temel değerlerin hiç değişmemesinin de hayatın bir başka değişmez kuralı olduğuna yürekten inanırlar. “Bekâ içinde yenilenme, yenilenme içinde bekâ”  esasları dâhilinde, ‘değişmez temel  değerlerimizi’, “pörsümez yenilerimizi” tekâmülün dinamosu yaparak, kültür kodlarımızı  bozmadan, yâni “Değişerek aynı kalmak, ya da  aynı kalarak değişmek,”  düsturuyla gelişimi benimserler. Bu sebeple alperenler; kimliğini ve kişiliğini inkâr etmeden, eğilmeden, bükülmeden, inançlarına gölge düşürmeden, basit dünyevî hesaplar, makamlar ve menfaatler için başkalaşım geçirmeden, ideâllerini unutmadan, kalplerini ve beyinlerini midelerinin emrine vermeden, inançlarını nakzetmeden, üç günlük dünya için bırakın nâmerde, merde bile muhtaç olmadan da idealist bir hayat yaşanabileceğini cümle âleme gösterdiler/gösterirler. Alperenler; aslâ, mevsimlik ideâlist, sentetik milliyetçi, seyyar kıbleli muhafazakâr, fason dâvâ adamı ve rozeti yüreğinden büyük insan olmadılar/olmazlar.

Alperenler; İslâm’ın topyekûn bir hayat nizamı olarak kabul edilmesi ve her hâlimizin Hakk’a tâbî olması gerektiğini idrâk ve ikrâr ederler. İslâm’ı hayatımıza göre değil, hayatımızı İslâm’a göre tanzîm ve târif etme mecbûriyet ve mükellefiyetimizi her zaman ve her zeminde açıkça belirtirler. Alperenler; “İslâm’ı kurtarma” yanlışlığına düşmeden, ‘İslâm’la kurtulma’ şuuruyla îmân ve kıyâm ederler. Aksiyonsuz bir îmana düşüncelerinde aslâ yer vermezler, “Ha tüfeği olmayan asker, ha öfkesi olmayan fikir” diyerek, fikirde aksiyon ararlar. “Aksiyon düşmanı fikir adamı, dişleri sökülmüş ve pençeleri törpülenmiş bir sirk aslanı kadar merhamet telkin edicidir”   hükmüne yürekten inanırlar.

Alperenler; insanlığı îman çağına ulaştıracak İlâhî müjdelere hâdim olan, üç asırdır süren idbârımızı ikbâle çevirecek yolun Ehl-i Sünnet ölçüsüyle şekillenmiş bir hayat nîzâmı olduğunu bilen, bu amaçla Türk-İslâm Medeniyeti’nin yeni baştan inşâ ve ihyâsı gayretine her şeyini âmâde kılan Ay-yıldızlı mücâhitlerdir. “Onlar”; iç içe girmiş dairelerin merkezinden başlayıp çevreye doğru ‘nefis-aile-cemiyet-millet-ümmet ve beşeriyet’ plânında İslâm’da yeniden dirilişimizi hedefleyen ve bu halkaların hepsini içten dışa kucaklayan ideâlist kadrolardır.

Alperenler; İslâm parantezindeki milliyetçilik anlayışını benimserler. Sınırlarını Kur’ân’ın çizdiği bu anlayışta, milliyetçiliğe göre İslâm değil, İslâm’a göre milliyetçilik tarif edilir. Milliyetçilik, “ümmet içindeki milletin fazîlet ve hizmet yarışı” olarak görülür. Alperenlerin rûhî muhtevâya bağlı bu milliyetçilik idrâki; “metbûluğu ruha, tâbîliği bedene veren”  bir anlayış olup, milliyetçiliği içi Kevser’le dolu bir kâse şeklinde görür, kıymeti kâseye değil muhtevâya verir. Alperenler; muhabbete, hürmete ve uhuvvete dayanan; nefrete, şiddete ve zulmete istinât etmeyen, “..Mü’minler ancak kardeştirler..”  âyet-i kerîmesine, “Kişi kavmini sevmekle kınanamaz”  temel kâidesine ve “Ne Arap’ın aceme, ne beyazın siyaha üstünlüğü bulunmadığı, üstünlüğün yalnız takvâda olduğu”  Nebevî ölçüsüne bağlı fıtrî ve müspet bir milliyetçilik anlayışına sahiptirler. Alperenler; milliyetin cinsiyet gibi fıtrî olduğunu, nefis gibi terbiye edilmesi gerektiğini, fert için şahsiyet ne ise, millet için de milliyetin aynı anlama geldiğini, millîliğin zirvesine çıkmadan evrenselliğin yakalanamayacağını çok iyi bilirler. “Onlar”;  kine, nefrete, saldırganlığa dayanan menfî ve seküler ulusalcılık anlayışını reddederler.

Alperenler; “İçi alev alev İslâm, dışı pırıl pırıl Türk; içi dışına hâkim, dışı içine köle”  olan, Türk olmayı İslâm’a hizmetle anlamlı kılan, milliyetçiliği İslâm’a hizmet yolunda bir düşünce sistemi olarak gören, ülkücülüğü ise bu düşünceyi gerçekleştirme yolunda bir meşrep ve metot olarak niteleyen serdengeçtilerdir. “Onlar”; Anadolu insanının derûnunda -küllenmiş olsa da- bütün saflığıyla yatan İslâm’ın ihyâ edilmesi gerektiğine inanan, “Sancak, düştüğü yerden kaldırılır”,  “Yitik, kaybedildiği yerde aranır”  anlayışını savunan, medeniyet tasavvuru olan millî bir hareketin yeniden “Türk’ün ruh köküne”  sâhip çıkması, İslâm sancağının Anadolu’da yeniden ayağa kalkması gerektiğine bütün gönlüyle îman eden “Yesi güvercinleri”dir.

Devamı önümüz haftaya

Yazarlar Haberleri