Şair bir ruh karakterine sahip olan Türk milleti duygu ve düşüncelerini manzum olarak dile getirmeyi tercih etmiştir çoğu zaman. Yalnızca sevincimizi, kıvancımızı, acımızı, öfkemizi, sevgimizi değil, nesirle ifade edilebilecek konuları da şiirle dile getirmişiz. Peygamberimizin hayatını nesirle değil, Mahammediye veya Mevlid adı verilen şiir türüyle anlatmış, manzum tarihler oluşturmuş, Katadgu Bilig örneğinde olduğu gibi siyasetname konusuna giren bilgileri bile şiir türüyle dile getirmiş, öğretileri yine şiirin anlatım imkânlarıyla aktarmışız. Ya Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Hüsn ü Aşk gibi roman türüyle anlatılabilecek olayları şiirle anlatmaya ne demeli. Belki de Avrupalıdan bir farkımız da onların mantığın ve düşüncenin ifade biçimi olan nesir türünü, bizim de gönlün ve duygunun ifade biçimi olan şiir türünü tercih ediyor olmamızdır.
Halkımız, yakınını kaybetmenin üzüntüsünü de ağıt türündeki şiirlerle yansıtmaya çalışmıştır. Ölenin ardından duyulan acıyı, ailede ve toplumda bıraktığı boşluğu, yakınlarıyla yaşadığı anıları, ölümün nasıl gerçekleştiğini ve ölen kişinin meziyetlerini bir ezgiyle dile getiren şiir türü olan ağıt, Türk şiir türünün atasıdır. Bilinen en eski Türkçe belgelerde sagu adı verilen ağıtlarla karşılaşıyoruz ki bunlardan birisi hemen hepimizin ders kitaplarından hatırladığı Alp Er Tonga sagusudur. Yine Baki’nin, yakın arkadaşı Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı, bütün varlıkların yas tutmasını dilediği Kanuni Mersiyesi de hafızamızda yer eden ağıtlardan biridir. Abdulhak Hâmid Tarhan’ın eşi Fatıma’nın ölümü üzerine yazdığı meşhur “Makber” şiiri, Recaizade Mahmut Ekrem’in çocuk yaşta ölen oğlu Nejat için yazdığı ve
“Geldi amma neyleyim, sensiz baharın şevki yok”
mısrasının yer aldığı “Şevki Yok” şiiri edebiyatımızın ağıt türündeki klasikleri arasında yer almaktadır. Son dönemde en çok ağıt yakılan kişi Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.
Eski Türklerde yug törenlerine bağlı olarak ağıt geleneği oluşturulmuş ve bu gelenek yakın tarihimize kadar gelebilmiştir. Ağıt yakmak, hele gelenek gereği günlerce göz yaşı dökmek kolay bir iş değildir. Bundan dolayı bazı yörelerde ücret karşılığı ağıt yakan mesleği ağıtçı olan halk sanatçıları ortaya çıkmıştır. Ölünün yakınları ücret karşılığı kendilerinin yerine ağlayıp ağıt yakacak kadın ağıtçı (ölü deşeti) tutmuşlardır. Bugün özellikle Kahramanmaraş sınırları içerisinde yer alan Binboğa Dağlarındaki Türkmen aşiretlerinde, ağıtçı kadın, ölünün ortaya konulmuş çamaşırlarını birer birer öpüp koklayarak ağıtını söylemekte ve çevresine toplanmış olanların ağlamasını sağlamaktadır.
Ölenin ardından söylenen/yakılan ağıt, o kişinin biyografisi gibidir. Hayattayken yapığı iyilikleri, kazandığı başarılar, meziyetleri, tutkuları, sevgileri bu ağıtlarla dile getirilir. Bu acılı günlerin verdiği ıstırapla ölünün yanında bulunanları etkileme amacı da taşıdığından ağıt söyleme beraberinde sanatsal ifade kullanmaya zorlar. Böylece mısralar edebî özellik taşırlar.
İçinde hüzün olan türkü ve şarkıların daha çok hoşumuza gitmesi acaba biraz da ağıtlara olan aşinalığımızdan mıdır nedir? Bu bağlamda Ahmet Hâşim’in “Melâli anlamayan nesle âşina değiliz” mısrası hüzne olan meylimizi ortaya koyuyor.
Dün gibi yaşamak için değil, dünden yararlanmak için geçmişimizi bilmemiz gerekir. Dünü anlamak için tarihi, sosyolojiyi bilmek yeterli değildir. Halkı tanımak mı istiyorsunuz, türkülerini araştırın, türkülerinin kaynağı olan ağıtları araştırınız.
İşte Kahramanmaraş Belediyesi, yöremize ait ağıtları araştırıp dört ciltlik hacimli bir kitap hâlinde yayınlamak suretiyle ilimizin kültür kaynaklarını araştıran, tanıtan ve okuyucuların istifadesine sunan kültür-edebiyat alanındaki yayınlarına bir yenisini daha ekledi. İlimizde özellikle yukarıda zikrettiğimiz Binboğa Dağları ve çevresinde yaşayan Türkmenler arasında ve Elbistan, Nurhak, Afşin, Göksun, Andırın, Pazarcık yörelerinde yakın tarihimize kadar yaygın olarak yaşatılmış fakat değişen hayat tarzından dolayı unutulmaya başlanmış olan ağıt geleneğinin ve bu geleneğin sözlü ürünü ağıt türünün halkın hafızasından derlenip kayıt altına alınması halk bilimi için son derece önemli bir çalışmadır. Zira, ağıtlarda yalnızca göz yaşı ve hüzün yoktur. Ağıtlar halk kültürünün en önemli kaynağıdır. Onda,
Ne ağlıyon kele dezze
Gözlerinden döke döke
Benzeme mi ağ Elif’im
Tülüden ayrılmış löke
dörtlüğünde olduğu gibi dil bilimine kaynaklık edecek yörenin dil özellikleri, deyimleri, bedduaları, ağız özellikleri vardır. Yine tarihe kaynaklık edecek hikâyeler vardır. Sosyolojinin beslendiği dönemin hayat tarzı vardır, halk bilimine kaynaklık eden gelenek görenek vardır. Merik, Kızılırmak, Yemen türkülerinde olduğu gibi türkülerimize nağme olacak mısralar vardır.
Dört ciltten oluşan Kahramanmaraş Yöresi Ağıtlarını Oğuzhan Uzun, Mehmet Temiz ve Halil İbrahim Özdemir hazırlamış. Deri cildi, temiz baskısı ve kapak tasarımıyla okuyucuyu etkileyen bir dış görünüşe sahip olan eserin birinci cildinde Andırın ağıtları yer alıyor. Bu cildin ilk bölümünde ağıt kavramı, çeşitli din-kültür ve bölgelerde yas töreni ve ağıtlar, geçmişten günümüze Türk dünyasında yas töreni ve ağıtlar, günümüz Türk dünyasında yas töreni ve ağıtlar, ağıtların genel özellikleri, ağıtın diğer türlerle ilişkisi başlıkları altında geniş bilgiler yer alıyor. İkinci bölümde ise Andırın yöresine ait ağıtlar konularına göre tasnif edilerek okuyucuya sunuluyor.
Takdim yazısında Belediye Başkanı Sayın Mustafa Poyraz, eserle ilgili düşüncelerini şu cümlelerle ifade ediyor: “İnsanlığın ortak ve onulmaz acılarının canlı ve etkileyici ifade kalıpları olan ağıt yakma geleneğimiz, binlerce yıllık ezgilerin birikimi olarak öncelikle acıyı kayda geçirmiş sonra milletin kültür dokusunu besleyerek, hafızamızda derin boşlukların oluşmasının ve acıya yenilmemizin önüne geçmişler; bizleri acı çekmenin normalliğine ikna etmişlerdir.
Beşikten mezara trajedisi içine sıkışan ve bocalayan aklımız ile ruhumuzun sığındığı limanlardan biri de sevincini gözleme ve kendine saklama eğilimine inat acısını haykırma ve paylaşma, bu yolla acısını azaltma içgüdüsüne yenilmesidir. Yenik ve ezik duygularımızın dile geldiği bu dört ciltlik eserde geçmişimizin hayat hikâyelerini, merhalelerini okuyacak, kaybolmaya başlayan değerlerimizi, yiten kaybolan, yerinin doldurulamadığı ifadeler bulacaksınız.”
Eserin ikinci cildi Andırın-Göksun, üçüncü cildi Afşin, dördüncü cildi Elbistan ağıtlarından oluşmaktadır. Eser hazırlanırken bu konuda Mehmet Gözükara ve Ömer Hakan Özalp’ın hazırladıkları Elbistan Ağıtları, Ömer Faruk Ekici ve arkadaşlarının hazırladıkları Afşin’in Ağıtları ve Ramazan Koca tarafından hazırlanan Göksun Ağıtları adlı eserlerden de istifade edilmiş. Eserde, ağıtların nedeni olan hikâyelerine de yer verilmiş. Bu hikâyeler, şiirin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor.
Kitabın dördüncü cildinden rast gele seçtiğimiz bir ağıtı ve hikâyesini okurlarımızla paylaşırken, eserin hazırlanmasında emeği geçenlere ve Kahramanmaraş Belediyesine bir hemşehri olarak teşekkür ediyorum.
Nesiye Göçer’in Ağıtı
Nesiye adlı genç bir gelin doğum esnasında hayatını kaybeder. Alı yeşili solmadan kara toprağa giren Nesiye’ye kardeşi Ejder Göçer, şu ağıtı yakar:
Beyaz tene siyah saçlar
Ne de güzel yakışırdı
Ela göz üstüne kaşlar
Ne de güzel yakışırdı
Beni görür sevinirdi
Derdi gamı silinirdi
Yavaş yavaş gezinirdi
Ne de güzel yakışırdı
Oturmuş gergefin işler
Kötü kötü gördüm düşler
Güldüğünde inci dişler
Ne de güzel yakışırdı
Ne kadar güzeldi huyu
Kendi zarif orta boyu
Giyinince rengi koyu
Ne de güzel yakışırdı
Kıymetini bilmez eller
Seni anlatamaz diller
Perçemine taksam güller
Ne de güzel yakışırdı
Bilmem kaç gün çektin acı
Reva mıydı bunca sancı
Dört kardeşe bir tek bacı
Ne de güzel yakışırdı
Kül oldum ben yana yana
İsmini koymuştum ona
Bacı yavrun kucağına
Ne de güzel yakışırdı
Kızım var son nerde halam
Götür ona benden selam
O tatlı dillere kelam
Ne de güzel yakışırdı