Yazarımız Dr. Mehmet Güneş'in yeni yazısı “Hoş Geldin Yâ Şehr-i Ramazan!..”
Hoş geldin ey vahyin nâzil olduğu mübârek Kur’ân ayı… Hoş geldin ey ‘bir ömre bedel bir gece’ye ev sahibi olan gufrân ayı… Hoş geldin ey “rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluşa vesile olan” sınırsız ihsân ayı... Hoş geldin ey günahların hazan mevsimi, sevapların harman ayı… Hoş geldin ey gönülleri nûra doyuran, yüreklere “Gül” kokuları duyuran Ramazan ayı…
Hoş geldin ey onbir ayın sultanı… Hoş geldin ey orucun farz kılındığı, yılın en kutlu zamanı... Hoş geldin ey ayların en fazîletli olanı… Hoş geldin ey huşû, hayır ve bereket ummanı… Hoş geldin ey; canımızı Hakk’ın yoluna koymaya, kalbimizde O’nun aşkını duymaya, her ânımızda İlâhî Mesaj’ın emir ve yasaklarına uymaya vesile olan “Üç Aylar”ın hakânı...
Hoş geldin ey nefsin belinin kırıldığı, ihtirasların durulduğu, kardeşlik duygularının dirildiği, ibâdetlere en çok sevabın verildiği ay… Hoş geldin ey “Şeytanların zincire vurulduğu, Cehennem kapılarının kapandığı, Cennet kapılarının açıldığı” ay… Hoş geldin ey semâvî meltemlerle günah ateşini söndüren ay… Hoş geldin ey çöle dönmüş sîneleri İlâhî sevdânın diriltici soluğuyla yeşertip yeniden hayata döndüren ay… Hoş geldin ey fakirlerin feryâdını dindiren ay… Hoş geldin ey âşıkları en fazla sevindiren ay… Hoş geldin ey kalplerimizdeki merhamet duygusunu çoğaltıp bizleri hayra özendiren ay… Hoş geldin ey mâsivâdan uzak durmanın hâletiyle, rûhumuzu kâmil sıfatlarla bezendiren ay… Hoş geldin ey rahmetiyle asûmânı saran ve gönüllere irtifa kazandıran ay…
Hoş geldin ey, kulluk şuurunun şahikalaştığı; semâvî feyzin dolup taştığı; mü’minlerin tezekkür, tefekkür ve tasadduk yoluyla rûhî inkişâfa ulaştığı; şefkat hislerinin bayraklaştığı ay… Hoş geldin ey taksîrâtın ve seyyiâtın azaldığı; ibâdetin ve rızkın çoğaldığı ay… Hoş geldin ey îman ehlinin; duâ, zikir ve şükür ikliminde en fazla kaldığı ay…
“Hoş geldin Yâ Şehr-i Ramazan!..”
Hoş geldin ey cömertlik damarlarımızı besleyen, muhabbet duygularımızı merhametin en gümrah çağladığı yamaçlara yaslayan, tavırlarımızı tevâzû ile süsleyen; aç kalıp açların, susuz kalıp susamışların hâlini anlamamızı sağlayan, ihtiyaç içinde olanlara yardımın önemini kavratan, varlık içinde yokluk çektirerek yokluk içindekileri varlığa kavuşturan ve Kur’ân-ı Kerim’de ismi açık olarak zikredilen Allah’ın ziyâfet ve bereket ayı…
Hoş geldin ey günahlarımıza kefaret, duâlarımıza icâbet, hâlimize necâbet, davranışlarımıza sabır ve selâmet bahşeden ay... Hoş geldin ey hayatımıza çeki düzen verilmesine, yakınımızda olup da göremediklerimizin fark edilmesine, ihtiyaç içinde olanların sıkıntılarının giderilmesine vesile olan ay...
Hoş geldin ey Âlemlerin Rabbi’nden selâmlar getiren, bizleri ihlâs ve takvâ ufuklarına götüren, oruçlarını tutup, amellerini düzeltip, sıdk ile tövbe edenlerin günahlarını yakıp bitiren ay… Hoş geldin ey “fenâlıklara karşı siper”, nefsânî arzulara karşı kalkan, kin ve nefret duygularına karşı zırh olan ay... Hoş geldin ey, nefsin isteklerinden bunalan ruhlara oruçla nefes aldıran ay… Hoş geldin ey ağzı bağlayıp gönülleri açarak mü’minleri hikmet deryasına daldıran ay... Hoş geldin ey her ânımızı Kur’an ve sünnetle dolduran ay…
Hoş geldin ey “bedenin zekâtı olan oruç”la; organlara istirahat, bünyeye sağlık, sinir sistemine mukâvemet veren, vücudu tâmir edip yenileyen, irâdeyi kuvvetlendiren, bizleri maddî ve mânevî olarak temizleyen, tâzeleyen, dengeleyen, dirilten, zindeleştiren ve nihayet ruhun doyurulması için bedenin aç bırakılmasını simgeleyen sıhhat ayı…
“Hoş geldin Yâ Şehr-i Ramazan!..”
Seherleri, Kur’ân tilâvetiyle nurlandıran sahurlarınla; hânelerimize tatlı bir heyecan fırtınası ve rahmet sağanağı yaşatan iftarlarınla; gece karanlığını tenvir edip secdeleri çoğaltan terâvihlerinle; fakir-fukaranın geçim sıkıntısına dermân, bîçârelerin yaralarına merhem olan zekât ve fıtralarınla; zihinleri ve gönülleri coşturan vaazların, mukabelelerin, sohbetlerinle, iftâriyelerin, iftara dâvetlerin, ramazan pidelerin, mahyaların, mânilerin, ilâhîlerin, imsâkiyelerin, iftar topların ve ramazan davullarınla, hâsılı kelâm insanımızı birleştiren, ruhlarımızı bütünleştiren, kardeşlik şuurumuzu kavîleştiren, idrâkimizi artırıp, insafımızı depreştiren, yüreklerimizi güzelleştiren o muhteşem mânevî atmosferinle hoş geldin ey Mübârek Ay...
* * *
“Hoş geldin Yâ Şehr-i Ramazan!”, hoşluklar getirdin bize… Her zaman olduğu gibi Cennet kokuları ikrâm ettin gönüllerimize… Maddî ve mânevî dünyamıza ihsân ettiğin bunca nîmetlerle “hoş gelip”, safâlar getirdiğin gibi, ziyâret ettiğin insanları da “hoş bulup”, huzûr içinde görmeyi arzulardın elbette… Fakat yıllardır olduğu gibi yine “hoş bulmadın” bizi… İslâm Âlemi’ni hiç bu kadar yılgın, yorgun, yaslı, yaralı, mutsuz, umutsuz, birliğini ve dirliğini kaybetmiş görmedin… Geldin ve gördün vîrân coğrafyamızı, perişân hâlimizi ve hâli pür melâlimizi…
Hoş geldin Yâ Şehr-i Ramazan, fakat hoş bulmadın bizi…
Çünkü bizler;
Kandillerini yakamadığımız, kıymet hükümlerini yaşatamadığımız, ahlâkını yaşayamadığımız, inşâ ve ihyâsını yapamadığımız, ihtişamlı bir geçmişi muhteşem bir geleceğe taşıyamadığımız mahzun bir medeniyetin vârisi olarak karşıladık Seni ey Mübârek Ay…
Mânânın vârisleriyken maddenin köleliğinde körelen, maddeye mânâ penceresinden bakamadığı için karanlıklara sarılan, madde ve mânâ boyutuyla hazin bir meçhûlün girdâbında yorulan, vahdeti terk edip tefrikada karar kılan ve kardeşlik duyguları yıkılan mazlum bir ümmetin müntesibi olarak karşıladık Seni ey Mübârek Ay…
Vahiy kültüründen kopartılmış, ruh kökünden ayrılmış, tevârüs ettiği mukaddes değerlerden uzaklaş/tırıl/mış, tarihî mefâhirinden utan/dırıl/mış, tefekkür şuurunu kaybetmiş, medeniyet muhaciri olmaya mahkum edilmiş bir milletin mensubu olarak karşıladık Seni ey Mübârek Ay…
Hoş geldin Yâ Şehr-i Ramazan, fakat hoş bulmadın bizi…
“Hoş geldin” dedik amma, ne yazık ki -asırlardır olduğu gibi- “Hoş bulduk” dedirtemedik Sana…
Çünkü yüzyıllar var ki biz Müslümanlar;
Kur’ân ve Sünnet’i hayatımızın merkezine koy/a/madığımız için, hayatımızı İlâhî mesajın emirlerine göre düzenleyip yaşa/ya/madığımız için, dûçâr olduğumuz her türlü yanlışlığı, İlâhî Mesaj’ın hiç yanıltmayan rehberliğinde bütün neticeleriyle birlikte ortadan kaldır/a/madığımız için, inandığı gibi yaşamanın iddiâsında bulunup, ifâsını yap/a/madığımız için, “Emrolunduğumuz gibi dosdoğru” ol/a/madığımız için karanlıklar içinde bunaldık…
İslâm hakîkatinin insana yüklediği keyfiyeti aslî mânâsıyla idrâk edip hayatın her karesini besmeleyle fethedemediğimiz için; İ’lây-ı Kelimetullah yolunda gayret gösteremediğimiz için; “Gül”ün gölgesinde nefeslenmeyip, nefsin kölesi olmaktan yorgun düştüğümüz için; tefekkür şuurumuzu, medeniyet tasavvurumuzu ve Nizâm-ı Âlem ideâlimizi kaybettiğimiz için a’rafta kaldık…
Asırlardır Yüce Dinimizi “asrın idrâkine” söylet/e/mediğimiz için; “Oku” emrini hayatın her safhasına âmir kılıp, irâdemizi, zihnimizi ve gönlümüzü nurlandır/a/madığımız için; insanı, eşyayı, zamanı, varlığı “Allah(c.c.) adına”, “Allah(c.c.) adıyla” ve “Gül” nazarıyla oku/ya/madığımız için; İslâm’ı “aklederek” anla/ya/madığımız, madde ile mânayı, ilim ile îmanı, akıl ile kalbi, kalem ile kılıcı, alınteri ile duâyı yoldaş kıl/a/madığımız için perişan olduk…
Bütün bunların tabiî neticesi; ideâllerimizin, hayâllerimizin, hedeflerimizin, hareket tarzlarımızın, anlam ve kavram haritalarımızın çerçevesini İslâm’dan gayrı her şey çizmeye başladı… Böyle olunca; kendi değer yargılarımızı bilemez, şahsiyetimizi bulamaz, kimlik şaşkını olmaktan kurtulamaz, artı değer üretemez, ilim ve teknolojiye katkı yapamaz olduk… Hayatımıza Hilâl doğmaz, gecelerimize müjdeli şafaklar ağmaz oldu… Bahar gelmeden dünyamıza hep hazan erdi… Ve zifiri bir karanlık zimmetlendi yüreklerimize… Velhâsıl, İslâm’la Müslümanların arasına aşılmaz dağlar girince; geri kalmışlık yaftası “liyâkat nişânımız”; sefâlet, esâret, zillet, kan, gözyaşı, zulüm değişmez “aksesuarlarımız” oldu…
Hoş geldin Yâ Şehr-i Ramazan, fakat hoş bulmadın bizi…
Bize nasıl “Hoş bulduk” diyebilsin ki bu Mübârek Ay… Zîrâ, yukarıda sebeplerini sayıp, sonuçlarını sıraladığımız hakikatler yüzünden, yüzyıllardır “İslâm Dünyası” hep “bir hoş” oldu, hep “nâhoş” oldu, ama madde-mânâ plânında hiç “hoş” olmadı/olamadı… Bugün de; küresel postal seslerinin en yüksek perdeden duyulduğu, devşirilmiş yöneticilerin jakoben bir anlayışla işe koyulduğu, yönetimle halk arasındaki çelişkilerin çok dramatik bir biçimde görüldüğü, sömürünün her çeşidinin en girift hâliyle arz-ı endâm ettiği coğrafyalar, ne yazık ki yine İslâm coğrafyaları… Geri kalmışlığın, zulmün, her türlü adâletsizliğin; feodal yönetimlerle kol kola gezdiği/gezdirildiği, kanın ve gözyaşının sel olup aktığı/akıtıldığı yerler de ne hazindir ki yine bizim topraklarımız… Birliğini çoktan yitiren, enerjisini ve zenginliklerini israf edip bitiren, birbirine düş/ürül/üp gücünü, kuvvetini, ümmet olma hasletini kaybeden, tâlî ve sun’î meselelerle uğraşmaktan, esbâba tevessülden uzaklaşmaktan, akılsız, ilimsiz, fikirsiz vâdilerde dolaşmaktan, düşmana lânet yağdırmaktan başka elinden bir şey gelmeyen ülkeler ne yazık ki yine İslâm diyarları…
Hâlimiz apaçık ortada…
“Allah’ın ipine” sımsıkı sarılmadığımız için çöl sıcağında bile yüreğimiz üşüyor… Asırlık gecelerde Hilâl; hep hüzün, hep hicran, hep hüsran bölüşüyor… Ümmet-i Muhammed’in bahtına hep “âh etmek”, hep “eyvah” demek düşüyor… Müslümanlar, Haç ve Havra’nın zulmü altında cehennem hayatı yaşarken; mü’minler, küffârın insafına (!) terk edilip gayya kuyularına savrulurken; yürekler “altı köşeli” hileler ve dayanılmaz çileler içinde kavrulurken; İslâmî endişeler taşımadan Müslümanlara “baş” olanlar, “bağrımızda taş” olmaya devam ederken; coğrafyamızın dört bir yanından oluk oluk kan akarken ve bizler yaşanan bunca acıya, vahşete ve zulme yıllar yılı elleri böğründe bakarken; nasıl bize “hoş bulduk” diyebilsin bu Mübârek Ay…
Hoş geldin Yâ Şehr-i Ramazan, fakat hoş bulmadın bizi…
Çünkü İslâm Âlemi pek çok konuda ihtilaf ve tefrika girdabında boğuluyor, ama bir türlü asgâri müştereklerde bir araya gel/e/miyor, omuz omuza ol/a/mıyor, Kur’ân’ın ve Sünnetin emrettiği “aklederek, fikrederek, ferâset ve basîret göstererek” ifâ edilmesi gereken istişâreyi, ittihâdı ve ittifâkı yap/a/mıyor, göstermelik istişâreler ve toplantılarla vakit geçirdiği için müşterek bir zeminde buluş/a/mıyor, ortak kararlar alın/a/mıyor, karar alınsa bile alınan kararların arkasında durul/a/mıyor, Müslümanlar bir türlü tesânüt ve uhuvvet sahiline ulaşamıyor...
Ve hâl böyle olunca Ramazan orucunu bizler tutuyoruz; ama ne yazık ki, hep “başkaları” bayram ediyor...
* * *
Ey Mübârek Ay!..
Her yıl olduğu gibi yine “hoş geldin”, ama biliyoruz ki yine hoş bulmadın bizi… Fakat Senin geliş sebeplerin arasında hoş bulmadıklarını da hoş etmek var elbette… Senin teşrif buyurma sâiklerin içinde, dünyamıza getirdiğin rahmet ikliminin cezbesiyle, nâhoş olanları da hoş etmek var elbette... Senin ziyâret amaçların arasında, insanlığını imhâ ve zâyi eden beşeriyeti yeniden “eşref-i mahlûkat” tahtına oturtarak, onları da hoş etmek var elbette... Yeni bir cehâlet ve fetret devri yaşayan mü’minlerden “Gül Devri”ni soluklayan bir ümmet-i Muhammed inşâ etmek var elbette... Yâ Şehr-i Ramazan, bütün Müslümanları “hoş bulmak” için bizlere yardım eyle ve cümlemizin her hâlini “hoş eyle!..”
Ey Mübârek Ay!..
Yağmur olup yüreklerimize yağarak; güneş olup gecelerimize doğarak; biz “dipdiri meyyitlere” yeniden can ver, metafizik bir ürpertiyle rûhumuza “Gül” kokulu bir heyecan ver, şuurla yaşanan bir îman ver, hayatımıza herkesi hayran bırakacak muhteşem bir mizân ver, “akleden kalbimizin” rehberliğinde bizlere istikâmet belirleyen bir irfan ver, maddî ve mânevî dünyamıza yeni bir umrân ver, rahmetinle davranışlarımızı şekillendirip şahsiyetimizi bulmamıza imkân ver…
Ey Mübârek Ay!..
İsm-i şerifin mûcibince tecelli ederek yak bütün günahlarımızı... Hitâma erdir bir türlü bitmeyen eyvahlarımızı... Nihâyetlendir arkası gelmeyen “keşke”lerimizi, dindir gözü yaşlı âhlarımızı... Asırlık gecelerden sonra kutlu bir şafağa erdir sabahlarımızı...
Ey Mübârek Ay!.. Ömrümüz gibi her Ramazan da başlangıcında sanki çok uzun sürecekmiş gibi gelir; ama ömürlerimiz de, Ramazanlar da çok çabuk gelip geçer… Bu sebeple sayılı soluklar tükenmeden an bu an, zaman bu zaman diyerek Ramazan’ı hakkıyla ihyâ etmeliyiz… Ramazan’da kazandığımız rûhi güzellikleri ve İslâmî özellikleri diğer aylarda da devam ettirmeli ve ömrümüzün her ânını ve her ayını Ramazan sevinciyle doldurmalıyız… Zîrâ bir sonraki Ramazan’a kimlerin ulaşacağını ve bayramı kimlerin göreceğini bilemeyiz…
Ey Mübârek Ay!..
Biliyoruz ki bizim için aslolan; orucun rûhunu yakalamamız, Ramazan’la yakınlaşmamız ve senin getirdiğin o muazzez iklimi hayatımıza âmir kılmamızdır…
Ey Mübârek Ay!..
Kur’an koordinatlı bir hayat, ‘Gül Cemresi’ düşmüş bir cemiyet ve câmi merkezli bir medeniyet inşâ etmek için, rahmet iklimini; nefsimize, gönlümüze ve aklımıza hükümrân eyle…
Ey Mübârek Ay!..
Gelecek Ramazanların bizleri “Hoş bulması” için, “Âhiret yoksulu” olmamak için; hem fert, hem millet, hem ümmet, hem de bütün bir beşeriyet plânında “hayırlı bir âkıbet” temin etmek için ve bize “Şahdamarımızdan Daha Yakın Olan” Yüce Rabbimizin rızâsını kazanmak için feyz, fazîlet ve hidâyetini dünyamıza hüküm-fermân eyle…
Yâ İlâhe’l-Âlemîn!..
Bütün bunları hayata geçirebilmek, Ramazan’ın hakkıyla idrâk ve ihyâ edebilmek, O’nun sonsuz nîmetlerinden müstefit olabilmek için îman dolu bir heyecanla “Vira Bismillah” demeyi bizlere nasip ve müyesser eyle…
Ey Mübârek Ay!..
Biz Sana “vedâ” etmek, Seni yolcu etmek istemiyoruz… Zîrâ, Ramazan’ı gönüllerinin ev sahibi kabul edenler, hayatlarından O’nu yolcu etmezler… Ramazan “Elvedâ” edip gitti diye onun mânevî iklimini terk etmezler... Ya Ramazan’da kalırlar, ya da Ramazan’la kalırlar…
Ey Mübârek Ay!..
Duâ ve niyazımız; Müslümanların Ramazan’ı îman şuuruyla yaşaması, bu mübârek ayın artık bizleri de “hoş bulması” ve oruç tutanların bayram yapmasıdır…
Tuttuğumuz oruçların “bizlere” bayram yaptırması temennîsiyle, Türk Milleti’ne ve İslâm Âlemi’ne hayırlı Ramazanlar diliyorum…
Ramazanlar “Ramazan”, bayramlar “Bayram” ola…
Hatm-i kelâmı bir duâ ile yapalım:
Yâ Şehr-i Ramazan!..
Ya Seni bize getir;
Ya bizi Sana götür…
Âmin… Âmin… Yâ Muîn...
Dr. Mehmet GÜNEŞ