Genelde kayınvâlide ile gelin birbirleriyle bir türlü geçinemezler. Belki de bu geçimsizliğin temeli tâ Havva vâlidemize kadar uzanır. -istisnalar müstesna-
Bu dünyada ölüm ve ihtiyarlık hariç, her şeyin bir çâresi olduğu gibi elbette, gelin-kaynana geçimsizliğinin de bir çâresinin olması gerekir.
Kahramanmaraş 2. Eğitim Bölgesi Ticaret Meslek Lisesinin çıkarmakta olduğu Eğitim-Kültür ve Sanatta YENİ UFUK adlı derginin 4. sayısının 34. sayfasındaki ZEHİR başlıklı yazının bu işe bir çözüm olabileceği düşüncesiyle bu reçeteyi sizlerle paylaşmak istedim. İşte o reçete.
“Uzun yıllar önce Çin’de Li-Li adlı bir kız evlenir, aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lâkin kısa bir süre sonra kayınvâlidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır. Bu da onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar.
Bu durum Çin geleneğine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır.
Birkaç ay sonra bitmek tükenmek bilmeyen gelin-kaynana kavgalarının dozajı daha da artar. Annesi ve karısı arasında kalan eş ise âdeta bir cehennem hayatı yaşamaya başlar. Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç gelin doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini ona anlatır.
Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı özel bir ilaç hazırlar ve bunu üç ay boyunca her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek, onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç geline kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ve ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.
Sevinç içinde eve dönen Li-Li, yaşlı adamın dediklerini aynen uyguluyor. Her gün en güzel yemekler yapıyor, kaynanasının tabağına azar azar zehir damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu.
Bir süre sonra kayınvalidesi de çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu. Genç gelin kendisini ağır bir yük altında hissetti. Yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkânını yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri, onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı,
Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu.
Yaşlı adam, yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li Li -’ye baktı ve kahkalarla gülmeye başladı. “Sevgili Li-Li, sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin, hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça o da dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz”dedi.
Herhangi bir gelin bu reçeteyi aynen ve samimiyetle uygular yine de bir netice alamaz ise onun kayınvâlidesini ya Bakırköy’e, ya da Elazığ’a göndermek gerekir diye düşünüyorum...
Sahi şu üç beş günlük dünyada neyi paylaşa mıyoruz?
Varsın oğlumuz eşini sevebildiği kadar sevsin -iftihar etmemiz gerekirken- onu niçin kıskanıyoruz?
Bir gönülde tüm sevgilere -Allah, vatan, millet, anne, baba, eş, çocuk...- ayrılmış ayrı bir yer olduğunu ve insan gönlünün her sevgiyi barındıracak kadar geniş olduğunu niçin unutuyoruz?
Her türlü kötülüğün temelinde kıskançlığın yattığını, kıskançlığın da yerini sevgi, saygı, hoşgörü ve fedakârlığa bırakmadığı sürece, hiç bir kötülüğün sona ermeyeceğini hepimizin iyi bilmesi gerekmez mi?
Gününüz kutlu, yuvanız mutlu olsun...
Gelin/kaynana geçimsizliğine; reçete
Genelde kayınvâlide ile gelin birbirleriyle bir türlü geçinemezler. Belki de bu geçimsizliğin temeli tâ Havva vâlidemize kadar uzanır. -istisnalar müstesna-
Bu dünyada ölüm ve ihtiyarlık hariç, her şeyin bir çâresi olduğu gibi elbette, gelin-kaynana geçimsizliğinin de bir çâresinin olması gerekir.
Kahramanmaraş 2. Eğitim Bölgesi Ticaret Meslek Lisesinin çıkarmakta olduğu Eğitim-Kültür ve Sanatta YENİ UFUK adlı derginin 4. sayısının 34. sayfasındaki ZEHİR başlıklı yazının bu işe bir çözüm olabileceği düşüncesiyle bu reçeteyi sizlerle paylaşmak istedim. İşte o reçete.
“Uzun yıllar önce Çin’de Li-Li adlı bir kız evlenir, aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lâkin kısa bir süre sonra kayınvâlidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır. Bu da onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar.
Bu durum Çin geleneğine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır.
Birkaç ay sonra bitmek tükenmek bilmeyen gelin-kaynana kavgalarının dozajı daha da artar. Annesi ve karısı arasında kalan eş ise âdeta bir cehennem hayatı yaşamaya başlar. Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç gelin doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini ona anlatır.
Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı özel bir ilaç hazırlar ve bunu üç ay boyunca her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek, onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç geline kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ve ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.
Sevinç içinde eve dönen Li-Li, yaşlı adamın dediklerini aynen uyguluyor. Her gün en güzel yemekler yapıyor, kaynanasının tabağına azar azar zehir damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu.
Bir süre sonra kayınvalidesi de çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu. Genç gelin kendisini ağır bir yük altında hissetti. Yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkânını yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri, onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı,
Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu.
Yaşlı adam, yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li Li -’ye baktı ve kahkalarla gülmeye başladı. “Sevgili Li-Li, sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin, hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça o da dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz”dedi.
Herhangi bir gelin bu reçeteyi aynen ve samimiyetle uygular yine de bir netice alamaz ise onun kayınvâlidesini ya Bakırköy’e, ya da Elazığ’a göndermek gerekir diye düşünüyorum...
Sahi şu üç beş günlük dünyada neyi paylaşa mıyoruz?
Varsın oğlumuz eşini sevebildiği kadar sevsin -iftihar etmemiz gerekirken- onu niçin kıskanıyoruz?
Bir gönülde tüm sevgilere -Allah, vatan, millet, anne, baba, eş, çocuk...- ayrılmış ayrı bir yer olduğunu ve insan gönlünün her sevgiyi barındıracak kadar geniş olduğunu niçin unutuyoruz?
Her türlü kötülüğün temelinde kıskançlığın yattığını, kıskançlığın da yerini sevgi, saygı, hoşgörü ve fedakârlığa bırakmadığı sürece, hiç bir kötülüğün sona ermeyeceğini hepimizin iyi bilmesi gerekmez mi?
Gününüz kutlu, yuvanız mutlu olsun...