Bir gün sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) fakir ashabı ile beraberdi. Müşrikler onunla görüşme talebinde bulundular. Şartları vardı. Fakirlerin huzurdan çıkarılmasını istiyorlardı. Efendimiz (s.a.v.), müşrikleri ikna etme düşüncesiyle, yanındaki sahabenin huzurdan birazcık ayrılmalarına müsaade buyurdular.
Bunun üzerine aşağıdaki ayet-i kerime nazil oldu:
“Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur. Onları kovup ta zalimlerden olma” buyruldu. (Enam Suresi 6/52)
Bu ayetle müşriklerin gururu kırıldı. Komplekslerini Allah Resûlünün huzurunda gerçekleştiremediler.
Müşrikler için fakirlik, salgın hastalık gibiydi. Bulaşmasından korktukları için, onlarla beraber oturmaz, yemez, içmez, sadece emretmek için konuşurlar, onlara, kölelikten başka bir hayatı da layık görmezlerdi. Ama en çok korkulan insan da fakirlerdi. Çünkü tehlike anında kaybedecek bir şeyleri yoktu.
Her şeyin servete göre değerlendirildiği bir cemiyette, şerefli fakir olmak, keskin kılıcı çıplak elle tutmak kadar zordu. Ama bu ayeti kerime, fakirlerin dokunulmazlığını ilan etti.
Asr-ı saadette fakirlik, ruhun güzelliği, vuslata ermenin en kısa yolu idi. O devirden sonra fakirlik, üzüntü kaynağı haline geldi.
Aslında dünyanın en fakir insanları, paradan başka bir şeyi olmayan zavallılardır.
İmanından taviz vermeyen insanlar için fakirlik, ruhun güzelliğidir. Çünkü Allah(c.c.) dolu ellere değil, temiz ellere nazar etmektedir. O’nun nazarında faydasız zenginliğin değeri olmadığı gibi, bilakis zararı vardır. Çünkü zekâtı verilmeyen servet, mahşeri hayatta insan için bir yılan veya bir ateş topu haline gelecektir.
Servetin tehlikeli tarafını belirten bir hadis-i şerifte:
"Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır."buyrulmuştur. (Tirmizi zühd)
Yani bu ümmeti hak yoldan ayırıp, İslâm'dan uzaklaştıracak olan en önemli etken maldır. Bundan dolayı kâfirler, Müslümanları Allah'ın yolundan alıkoymak için mallarını seferber ederler.
İslâm temelde servete ve kuvvete karşı değildir. Serveti kötüleyen ifadelerin gayesi, Müslümanların, dini ve ahlaki yönden malın, sebep olacağı sefahat ve düşüklüklere karşı uyarılması içindir.
Hz. Süleyman ve Davut (a.s.)’ın dışında hiçbir Peygamber zengin olarak yaşamamıştır. Eline servet geçmediği için değil, var olanı dağıttıkları için, fakir olarak yaşamayı tercih etmişlerdir. Mesela:
Efendimiz (s.a.v.),tavanı hurma dallarıyla örtülmüş toprak bir odada uyurdu. Hurma liflerinden yapılmış yastığa yaslanır, yanlarına bunun izi çıkardı. Öyle zamanlarda bile servete meyletmemiş, en güzel yatağın alınmasına da müsaade etmemiştir.
Bazı zamanlarda da, Efendimiz (s.a.v.)in evinde hiç yemek pişmediğine dair, Hz. Âişe (r.a.) validemizin beyanı şöyledir.
“Bazı aylar olurdu ki, hiç ateş yakmazdık. Yiyip içtiğimiz sadece hurma ve su olurdu. Ancak bize bir parçacık et getirilirse o hariç” buyurmuştur. (Tirmizi Zühd)
Mahşer günü Allah Resulü’nün en yakınında fakirler olacaktır. Onun için Efendimiz:
“Allah’ım beni fakir olarak yaşat. Fakir olarak ruhumu kabzet, ahirette de fakirler zümresinde haşret” buyurmuşlardır.(Kütübi sitte Trc 7/568)
Fakirliğin değerini anlatırken, zenginliği lanetlediğimiz zannedilmesin. Her ikisinin de Allah(c.c.) ve Resûlü nezdinde değer ve kıymeti vardır. Kişi helâlinden kazanıp, zekât veren bir Müslüman olmak için gayret göstermelidir. Onun için Hadis-i şerifte:
“Veren el alan elden üstündür”, “Kuvvetli mü'min, Allah nezdinde zayıf mü'minden daha hayırlı, daha üstün, daha sevgilidir”, “Müttakî olan mümine zenginliğin bir zararı yoktur.”Buyrulmuştur. (Kütübi sitte Trc 3/169)
Yani her mümin helalinden kazanıp zengin olmaya teşvik edilmiştir. Çünkü cihat görevini yapmak için maddi güce ihtiyaç vardır.
Servet insan için her zaman mutluluk getirmez. Zira ayet-i kerimede:
“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir. Ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır” buyrulmuştur. (Enfal Suresi 8/28)
Allah (c.c.) indinde insanların en sevimlisi, şükreden fakirlerdir. Yokluğa sabreden fakir, Allah (c.c.)’ın en yakın dostudur. Kişi kısmetine düşen bedene, mala, çocuğa, meskene ve kabiliyete şükretmelidir. İslam’a hizmet eden âlimlerin ekserisi fakirlerden oluşmaktadır. Mesela:
Ata ibn-i Rebah: Dünya çapında bir âlimdir. Basık burunlu, kıvırcık saçlı, elleri çolak, köle asıllı siyah bir zattır.
A’meş: dünya çapında bir hadis âlimidir. Azad edilmiş bir köledir. Yamalı elbise giyen, gözleri az gören, derme çatma bir evde oturan bir zattır.
Öyle ise kişinin değeri, salih ameli ve ahlakı ile ölçülür. Ulaşılmayanı arzu edip, sonra da üzülmek, kişiye bir şey kazandırmaz. Çünkü Allah(c.c.):
“Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol” buyurmaktadır. (A’raf Suresi 7/ 144)
Hesabın buna göre yapılması gerekir. 15.02.2022
Ali KARA
Emekli müftü