Uzun uzun yazmak için ne bilgisayarım, ne de moralim var. Maalesef beklenen oldu ve ortalama 500 yıllık periyodu olan büyük Maraş depremi 7,7 büyüklüğünde gerçekleşti.
Çok sayıda arkadaşlarımız, öğrencilerimiz, akrabalarımız vefat ettiler. Allah rahmet eylesin çok üzgünüm her biri için bir şeyler yazmak isterdim. Ama yazamadım. Hayat devam edecek ama eskisi gibi olmayacak. Bilindiği gibi nüfusumuzun %85’i birinci derece deprem kuşağında yaşıyor. Hal böyleyken beklentimiz depremin olmaması şeklinde olamaz. Zira İstanbul olur, İzmir olur ve yahut Elazığ olur. Otalama 10 yılda bir yıkıcı deprem kaçınılmazdır. Miladın ilk yıllarında, 500’lü yıllarda, 1114’te ve 1513 yılında olan Maraş depremlerinde Suriye’ye kadar bölge yıkılmıştır. İkinci depremde de kuzey ilçelerini kalbinden vurdu 7,6 belkide ilk defa bir ilin tamamı yıkıldı.
Burada bence şimdi değilse ne zaman diyerek normalde de bir il potansiyeli olan Elbistan’ın il yapılması gerekirdi. Düzce örneğinde olduğu gibi yaraları çabuk sarmak, istihdamı korumak ve göçü azaltmak için. Efendim yağmur çok yağdı, deprem çok şiddetliydi gibi bahaneler geçmişte olduğu gibi ileride de bunların aynen yaşanacağı anlamına gelir. Ancak bu felaketlerden ders alıp ödevi yaparsak rahat ederiz. Çünkü ders öğrenene kadar devam eder. Her büyüklükte depreme dayanıklı yapı yapmak bu devirde teknolojik olarak mümkün. Akarsu yataklarını yerleşime kaparak ve bodrum katlarında insan yaşanasına müsade etmeyerek selin de felakete dönüşmesi engellenebilir. Biliyoruz ki, her doğa olayı ancak tedbirsizlik sonucu afete dönüşür. Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu kabul edip, Japonya bu işi nasıl çözdüyse biz de çözmeliyiz. Bu irade ortaya konularak uzun vadede en az kayıpla bu deprem afetinden kurtulacağız. Her felaketten sonra yaraları sarmak, enkazları kaldırmak, çadır ve konteyner yapmak gibi afet sonrası çalışmalar önemlidir. Ancak asıl değerli olan bunlara gerek bırakmayacak şekilde doğayı anlamak ve onun sınırlarını ihlal etmemektir…N.KILINÇ