“Beyaz Dilekçe”

Gecenin katmer siyahına benzeyen günahlara “af” talep etmek için; tozpembe bir heyecanla yazılan, bahar yeşili duygulardan mürekkep bir “Beyaz Dilekçe”... Harfleri gözyaşından oluşmuş, kâğıdı gönül gergefinde gül yaprağından...

Gecenin katmer siyahına benzeyen günahlara “af” talep etmek için; tozpembe bir heyecanla yazılan, bahar yeşili duygulardan mürekkep bir “Beyaz Dilekçe”... Harfleri gözyaşından oluşmuş, kâğıdı gönül gergefinde gül yaprağından dokunmuş, kaleminin mürekkebi yürekten çekilmiş, her satırı ayrı bir hâlet-i rûhiyenin ifâdesi olarak kâğıda dökülmüş bir arz-ı hâl... Nedâmet gözyaşıyla yıkanan kalpler, semaya kalkan ellerin arasında... Gözler nemli, bakışlar mütevekkil; “umut, korku ve tazarrû” içinde Besmele çekip, bir manevî yolculuğa hazırlanış...

“Bir kitâbullâh-ı âzamdır serâser kâinat,

Hangi harfi yoklasam mânâsı hep Allah çıkar…”

idrâkine sahip olarak, Yaradan’a “İlâhî!..” hitâbıyla söze başlayıp:

“Hamdini sözüme ser-tâc ettim,

Zikrini kalbime mi’râc ettim,

Kitâbını kendime minhâc ettim,

İnâyetine sığındım kapına geldim,

Hidâyetine sığındım lütfûna geldim,

Kulluk edemedim affına geldim...”

diyebilmek...

“Her yanan şûlede binlerce güneşler yanacak,

En küçük zerreler umman olarak çalkanacak…”

şuuru içinde Hakk’a ilticâ...

En olmaz duyguları bile terennüm eden istek ve îtiraf demeti... İnsanın Yaradan karşısındaki acziyeti... Gönüllerde duyulması gereken bir ürperti... Mâveradan gelecek bir tebessümü yakalamayı amaçlayan kulun mahzun mahcûbiyeti... İlâhî aşkla coşan yüreklerdeki çağlayanların, kirpiklerden süzülüp gelmesi... Gözyaşı denilen rahmet damlalarıyla yıkanmış bir söz dizisi... Hayâta metafizik pencereden bir bakış... Günahlarıyla yüzleşen nefsin umutsuzluğuna umut katan bir kutlu yalvarış... Kanadı kırık sevdâların buz tutmuş düşlerine hayat veren bir nefes... Karanlıkta medet bekleyenlerin, ötelere gönderdiği mahcup bir ses... Kutlu bir tebessüme açılan kapıdan etrafa yayılan ve “Gül” esintileriyle birlikte gelen taze bahar kokusu... Duâ...

Duâ, gönlün hayat iksiri... Duâ, isteklerin en âlâ bir makama arz-ı hâl edilmesi... Duâ, kelâmın mukaddimesi... Duâ, sözün hüsn-ü hâtimesi... Duâ, sevginin, muhabbetin ve aşkın dil ile ifâdesi... Duâ; insanın Sonsuz Kudret Sâhibi karşısında kendi güçsüzlüğünü idrak etmesi… Duâ, Müslüman’ın ilk ve son sığınağı... Duâ, Allah(cc)’ın irâde ve kudretinin ispâtı... Duâ, kulun hiçliğini îtirâfı... Duâ, sâhipsizliğe bir sâhip... Duâ, çâresizliğe bir çâre ... Duâ, dertlere derman... Duâ, yağmalanmış ruhların beklediği bir ferman... Duâ, derûnî tefekkürden akseden temennilerin en kesif yaşandığı an... Duâ, kurtuluş için yazılan bir güzide mektup... Duâ maksûd, duâ matlub...Duâ, umuda yolculuk...

“Şaşırtma beni, doğruyu söylet,

Neş’eni duyur, hakîkâti öğret...

Sen duyurmazsan ben duyamam,

Sen söyletmezsen ben söyleyemem,

Sen sevdirmezsen ben sevemem...

Sevdir bize hep sevdiklerini,

Yerdir bize hep yerdiklerini,

Yâr et bize erdirdiklerini...”

diyebilenlerin kulluğunu âşikâr etmesi... Sessizliğe gömülen bir yüreğin verâlarda yankılanan sesi... Ümitleri yeşerten bir bahar muştusu... Ilık bir meltem olup gönüllerden dudaklara yayılan nağme... Hazanı, ilkbahara çeviren bir rahmet... Yaprak dökümündeki düşlerin goncaya durması... Yürekteki yangınlarının en soylusu, en hası...  Duâ; kendimizle, ait olduğumuz yer arasında irtibat kurulması... Hakk’ın kapısının bir “Beyaz Dilekçe”yle çalınması... Ve o rahmet kapısının aralanacağı “bir ân-ı seyyâlenin” aranması... O ânı yakalayabilmek için verilen her “Beyaz Dilekçe”; bir mütefekkirin ifâdesiyle, “Zekânın karanlık gecesine, aşkın yaptığı bir hamle, uzattığı bir ışık”...

“Duâ, mü’minin silahı...” Belâ ve musîbetlere karşı duran bir silah... “Duâ, ibâdetin özü ve esâsıdır” diyor Resûlullah (sav)...  İnsanın iç âleminden dışa yankılanan her duâ; kalbin ve ruhun efsûnkâr ikliminden süzülür, akıl imbiğinde söz ipliğine dizilir ve ubûdiyetin ifâdesi olarak terennüm edilen bir münacât hâline gelir... Duâ, Rabb’e boyun eğmek, Hakk’a yönelmektir... “Sözü doğru, lokması helal” olan insanın duâsı makbuldür buyuruyor;

“Sevdin Habîbini, kâinata sevdirdin,

Sevdin de Hılkat-i Risâleti giydirdin,

Makâm-ı İbrahim’den Makâm-ı Mahmud’a erdirdin...

Server-i Asfiyâ kıldın, Hâtem-i Enbiyâ kıldın,

Muhammed Mustafa (s.a.v.) kıldın...”

diye vasfedilen Efendiler Efendisi (s.a.v.)...

Duâ düze çıkmaktır, bitmeyen gecelerden gündüze kavuşmaktır... Hayâllerimizi hayâlet haline getirmek isteyenlere, Müslüman diyarları işgâl edip, mü’minleri küfür girdabına batırmak isteyenlere, aziz vatanımızın birliğini ve dirliğini bitirmek isteyenlere, nesillerimizi küfrün karanlık girdabına götürmek isteyenlere karşı  - başka bir şey yapamıyorsak - hiç olmazsa duâ silâhıyla mukâbele edelim... Lâkin bu silahı kuşanmak için, hayatın her karesini Besmeleyle fethetmek için; mürşid gereklidir, muallim gereklidir, müderris gereklidir, mübellig gereklidir, mürebbî gereklidir... Fakat her şeyden önce kâvî bir îmân gereklidir... Zaten; îmân teslimiyeti, teslimiyet tevekkülü, tevekkül de her işimizde Allah’ı(c.c.) vekil tutarak “Hasbünallahü ve ni’mel vekil” demeyi, her zaman tövbe etmeyi ve duâ silahını elden bırakmamayı gerektirir...

Unutmamamız gerekir ki, gecelerin siyah zülüfleri arasında gözyaşlarıyla yıkanan her duâ; bir tefekkürdür, bir tevekküldür, bir teslimiyettir, bir ilticâdır...

Akıl kalemimize yüreğimizdeki îmân mürekkebini çekip; pulu Besmele, zarfı Hakk’a ittibâ, harfi gözyaşı, kâğıdı “Gül” yaprağı olan, mukaddimesi hamd-ü senâ ve salât-ü selâm ile başlayan bir “Beyaz Dilekçe” kaleme alalım... Muhtevâsı ve üslûbu ile âcizliğimizin ve fâniliğimizin farkında olduğumuzu ihlâs ve samîmiyetle anlatan, rahmet, merhamet, aff-ü mağfiret ve hidâyet beklediğimizi belirten, tevbe-i nasûh üzre olduğumuzu tebellür ettiren     “Beyaz Dilekçe”ler yazalım... Ve hep beraber bu “Beyaz Dilekçe”leri; “Duâlarınız olmazsa ne ehemmiyetiniz var” (Furkan, 25 / 77) diyen ve “Bana duâ edin ki size icâbet edeyim” (Mü’min, 40 /60) diye buyuran “Yücelerin En Yücesi”ne arz edelim...

Dr. Mehmet Güneş

Yazarlar Haberleri