Bayramlar Bayram Ola - Bayramın Çağrıştırdıkları- II

Son dönem Türk halk şiirinin büyük ustası Abdurrahim Karakoç, bayram üzerine en fazla şiir yazan şairimizdir. Onun bayram anlayışı ve bayramdan beklentisi öze yöneliktirSerilsin gönüller döşek misaliPatlasın sevgiler fişek...

Son dönem Türk halk şiirinin büyük ustası Abdurrahim Karakoç, bayram üzerine en fazla şiir yazan şairimizdir. Onun bayram anlayışı ve bayramdan beklentisi öze yöneliktir

Serilsin gönüller döşek misali

Patlasın sevgiler fişek misali

Hakikat, durmadan, şimşek misali

Çaksın, bayram olsun bayramlarınız.

 

Haksızlık almasın Hak’kın yerini

Aşsın boyunuzdan aşkın derini

Kimi gözyaşını, kimi terini

Döksün, bayram olsun bayramlarınız.

(Bayramlar Bayram Ola-6)

Fakat şair, bayramların her geçen gün özünden uzaklaştığını, bir başka ifadeyle insanların bayram heyecanının gittikçe azaldığını görüyor ve bundan son derece rahatsız oluyor. O, bayram konulu şiirleri “Bayramlar Bayram Ola” başlığı altında yazar. Bu başlık bile şairin dileğini ifade etmeye yetiyor. Bu şiirlerde geçmişe özlem, halden şikâyet vardır:

Ana, bu bayram mı? . Aman çok ayıp

Çocukken gördüğüm bayramlar hani?

Mübarek elleri öpüp, koklayıp

Yüzüme sürdüğüm bayramlar hani?

Diye soran şair,

Hani ya o özlem, hani ya o tad?

Ne dışım kaygusuz, ne içim rahat

Haftalar öncesi her gün, her saat

Babamdan sorduğum bayramlar hani?

Nur yağan geceler, gündüzler nerde?

Neşe paylaştığım öksüzler nerde?

Dost yollar, dost evler, dost yüzler nerde?

Huzura erdiğim bayramlar hani?

 

Kar çiçeğim solmuş kar yatağında

Can verir ırmağın dar yatağında

Arife gecesi yer yatağında

Üstüme serdiğim bayramlar hani?

 

(Bayramlar Bayram Ola – 2)

mısralarıyla çocukluğunda yaşadığı bayram heyecanını,

Bayram demek takvimdeki yazı mı?

Bayram hasret, bayram ağrı, sızı mı?

Açıp yüreğimi, yumup gözümü

Özüne girdiğim bayramlar hani?

 

Bayram af günüdür, barış günüdür

Bayramlar rahmete giriş günüdür

Bayram, Hak menzile varış günüdür

Gönlümü verdiğim bayramlar hani?

(Bayramlar Bayram Ola – 2)

Mısralarıyla da bayramın anlamını dile getiriyor.

Karakoç,

 Giden Bayramlardan almadık bir tad

 Gardaş bu senenin bayramı nasıl?

 Şenay’larda bayram her gün, her saat

 Elif’in, Döne’nin bayramı nasıl?

(Bayramlar Bayram Ola-5)

Mısralarında halkının bayramı nasıl geçirdiğini sorar. O, halkın gören gözü, duyan kalbi, düşünen beyni ve söyleyen dili olarak varoş ve köylerdeki fakir insanların bayramına misafir olur. Ayağında ayakkabısı, sırtında elbisesi, sofrasında yiyeceği, sobasında yakacağı olmayan, fakat büyük bir medeniyetin mensubu olmaları münasebetiyle mağrur bir duruş sergileyerek açlığını komşusundan bile gizleyen bu fakir ama asil insanların bayramını hikâyeleştirir bir şiirinde:

Güneş yükselmeden kuşluk yerine,

Bir adam camiden döndü evine,

Oturdu sessizce yer minderine,

Kızı “bayram” dedi yalın ayaklı,

Adam “bayram” dedi tam ağlamaklı.

Eli öpüldükçe içi burkuldu,

Konuşmak istedi, dili tutuldu,

Güç bela ağzından bir “off” kurtuldu.

Oğlu “bayram” dedi sırtı yamalı

Adam “He Ya” dedi gözü kapalı.

Düşündü kış yakın evde odun yok

Tenekede yağ yok, çuvalda un yok

Yok yoka karışmış tuz yok sabun yok

Avrat “bayram” dedi eğdi başını

Adam “Evet” dedi sıktı dişini.

Çalışsa ne iş var, ne cepte para

Dağ oldu içinde büyüyen yara

Dikti gözlerini karşı duvara

Takvim “bayram” dedi silindi yazı

Adam “Öyle” dedi, bağrında sızı.

Döndürse yönünü herhangi dosta

Yaralı, gariban, dul,yetim,hasta,

Aylar,yıllar,günler erirken yasta,

Yer,gök “bayram” dedi ağzını açtı,

Adam “bayram” dedi evinden kaçtı.

 

(Bayramlar Bayram Ola-1)

Karakoç, bu şiirle başta devlet baba olmak üzere memleketi yönetenlere sonra da hali vakti yerinde olan insanlarımıza bir mesaj veriyor:  Bayram hatırlama, paylaşma, sevindirme, kucaklaşma günüdür.

Ya bayramlar bayram olsun kurtulsun

 Ya takvimler cayır cayır yırtılsın

diyen Karakoç, insanların her geçen gün bayramları özünden ayrı kutladıklarını ve adeta tatil gibi algıladıklarını görür ve bundan son derece rahatsız olur. Özellikle Tanzimat’tan sonra kozmopolit kültürle yetişen aydınlarda halkın kültüründen kopma, dahası mensubu olduğu milletin kültürel değerlerini hor görme, aşağılama ve bu kültürden uzaklaşma temayülü görülmektedir. Şair, neredeyse Ramazan Bayramını şeker, Kurban Bayramını et yeme günleri olarak görüp maddeleştirmeye çalışan bu anlayış karşısında üzüntülerini dile getirir:

Mideden aşağısının tahtı kurulmuş serde

 Ramazanı katlettik kul yapısı şekerde

 Hazreti İbrahim’in mübarek aşkı nerde?

 Ruhta bayram yanıyor, ette bayram yanıyor.

(Yangın Var, V.E. s.18)

Bizden sandığımız bize yabancı

 Görünen simalar göze yabancı

 Kabukta bayram var, öze yabancı

 Söyleyin, mânânın bayramı nasıl?

(Bayramlar Bayram Ola -5)

Fakat bütün aydınların yukarıdaki gibi düşündüğünü söylemek elbette doğru değildir. İşte

Yahya Kemal Beyatlı, kendini bu kültür yozlaşmasının dışında tutmayı başarabilen aydınlardan biridir.  “Ezansız Semtler” başlıklı yazısında bayram namazına giden bir aydının duygularını öyle mükemmel bir lisan ile dile getiriyor ki, öğretmenliğim boyunca girdiğim her sınıfta öğrencilerimle paylaştığım bu yazının bir kısmını okuyucularımızla da paylaşmaktan mutluluk duyacağım:

“Dört sene evvel Büyükada’da oturuyordum. Bayramda, bayram namazına gitmeye niyetlendim. Fakat Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kal­kılır mı?

Sabah erken uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım. Bü­yükada'nın mahalle içindeki sakit yollarında ken­di başıma camie doğru gittim. Vaiz kürsüde va'ze­diyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatin göz­leri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini, camide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hü­zünle dolu yavaş yavaş gittim. Vaazı, diz çöküp din­leyen iki hamalın arasına oturdum.

Kardeşlerim, Müslümanlar, bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kula­ğıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücud olarak gördüm.

O sa­bah o Müslümanlığa az aşina Büyükada'nın o küçü­cük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir ce­maati idik. Namazdan çıkarken, kapıda ayandan Raşid Akif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: "Bu bayram namazında iki defa mes’udum. Hamdolsun sizlerden birini kendi başına camie gelmiş gördüm! Berhudar ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!" dedi. Hem geldiğimi hem de bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik ettiler. Bu basit hadiseden pek samimi olarak mahzuzdular. O sabah gönlüm her zamandan fazla açıktı.

Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlamayacaklar.”

Evet, bir Türk aydınının samimi duygu ve düşünceleridir bu satırlar. Söz Yahya Kemal’den açılmışsa ve hele de bayram günüyse, Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı şiir akla gelmez olur mu? Bu şiir, Sülaymaniye gibi Türk İslam mimarisinin zirvesi olan bir mabette bayram namazı kılan bir aydının bu muhteşem yapı altında medeniyeti ve tarihiyle bayramlaşmasıdır:

“Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede

Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi

Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.”

Şair Mehmet Güneş, fakir, yârsız, anasız hüzünlü bayramlara bir de sılasız bayramları ekliyor ve gurbette bayramın ne anlama geldiğini belirtiyor şiirinde:

Hasret şaha kalkar, gözler nemlenir

Yürekte sızıdır gurbette bayram

Efkâr ateşinde hüzün demlenir

Hicranın közüdür gurbette akşam

Bayramı gurbette buruk kutlayan bir başka şair de Şehriyar’dır. Şehriyar, İran’da çok tanınmış güçlü ve büyük bir Türk şairidir. Fakat şiirlerini Farsça yazmaktadır. Annesi bir gün Şehriyar’a şöyle der: “Oğul, duyuram ki sen çok ünlü bir şairmişsen. Amma men senin şiirlerinden heç bir şey anlamıram. Neden öz dilinle de şiir yazmırsan.”

Bu sözler Şehriyar’ı derinden etkiler. Bir bayram günü, doğup büyüdüğü, derelerinde çimdiği köyüne ve doruklarına tırmandığı Heyder Baba adlı dağa olan özlemini Türkçe ile şiire döker. Bu şiirin adı Heyder Baba’ya Selam’dır. Bu şiir bana göre, Türk şiirinin en lirik-pastoral şiiridir.

Bayram yeli çardakları yıkanda,

Novruz gülü, kar çiçeği çıkanda,

Ağ bulutlar köyneklerin sıkanda,

Bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun,

Derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun.

….

Bayram idi gece kuşu okurdu,

Adaklı kız bey çorabın tokurdu,

Herkes şalın bir bacadan sokurdu,

Ay ne gözel kaydadı şal sallamak,

Bey şalına bayramlığın bağlamak.

Bayram olub, kızıl palçık ezerler,

Nakış vurub, otakları bezerler,

Tahçalara düzmeleri düzerler

Kız-gelinin fındıkçası, henası,

Heveslener anası, kaynanası.

Heyder Baba, Nene Kızın gözleri,

Rahşende’nin şirin-şirin sözleri,

Türki dedim, okusunlar özleri,

Bilsinler ki, adam geder ad kalar,

Yahşı-pisden ağızda bir dad kalar.

….

Heyder Baba, senin könlün şad olsun,

Dünya varken ağzın dolu dad olsun,

Senden keçen yakın olsun, yad olsun,

Deyne menim şâir oğlum Şehriyâr,

Bir ömürdür gam üstüne gam çalar.

Bayramların bayram olması temennisiyle tüm okuyucularımızın bayramlarını tebrik ediyor, bayram sohbetimizi Mehmet Akif Ersoy’un dilekleriyle bitiriyoruz:

Dört taraftan akın etmiş de, nasıl çepçevre,

Saracaklarsa yarın Kâbe'yi Hücca-ı kiram;

Öyle sarsın Paşa'mın ömrünü, Hak'tan dilerim,

Tutunup el ele yüzlerce mübarek bayram.

Yazarlar Haberleri